Skip to main content
1909’un Hegemon – Siyasi Erk Çatışması-Haluk Başçıl

1909’un Hegemon – Siyasi Erk Çatışması-Haluk Başçıl

İttihat Terakki Cemiyeti’nin oluşturduğu anayasal düzen ve parlamenter rejimin sağladığı hürriyetler ortamında “İttihâd-ı Anâsır” değil, tersine ayrılıkçı etnik milliyetçilik gelişecekti.

Hegemon: Saray ve Saray Yanlılarının Karşı Saldırısı

İttihat Terakki Cemiyeti (İTC) Meşrutiyet ve anayasal rejimle “en üstün siyasi iktidar” ı elinde tutan Sultan II. Abdülhamit’in, hegemonun gücü sınırlandırıldı. Parlamenter rejimi rejimi kabullenen “Kızıl Sultan”  gelişmeleri sessizce izliyordu. Rejim değişmişti ancak, kendisini kendisini zora sokan; ayrılıkçı etnik çatışmalar, ekonomiyi zora sokan dış borç ödemeleri, Duyunu Umumiye’nin köylüler üzerindeki baskısı vd. iç sorunlar ile Avrupa devletlerinin ve Çarlık Rusya’sının Osmanlı topraklarını paylaşma emelleri, dış sorunları yerli yerinde duruyordu.

Meşrutiyetle gelen anayasal düzen ve parlamenter rejim, hürriyetler ve basın özgürlüğü ortamı, ittihatçıların düşündüğü “İttihâd-ı Anâsır” değil, tersine ayrılıkçı etnik milliyetçiği büyütüyordu:

  • Yayınlanan çok sayıdaki Arnavutça gazete, kurulan siyasi kulüp ve dernekler, açılan Arnavut okulları Arnavut milliyetçiliğini daha da güçlendirdi. Bağımsızlık yanlısı ayrılıkçı Arnavutların önderliğinde isyan başladı. Meclisteki ittihatçı 25-26 Müslüman Arnavut mebus, İttihatçıları terk ederek ayrılıkçı Arnavutlara katıldı. Onların Meclisteki savunucusu ve sesi oldular.
  • Mecliste Sırp, Karadağ, Arnavut, Bulgar ve Ulah kökenli mebuslar arasında Makedon topraklarının paylaşımına ilişkin sert tartışmalar ve kavgalar eksik olmuyordu.
  • Makedonya’dan seçilen farklı etnik Hıristiyan milletlere mensup mebuslar gibi Anadolu’dan seçilen Ermeni mebusları da ayrılıkçı milliyetçi komitaların isteklerini Mecliste dile getiriyorlardı.

Makedonya’daki ayrılıkçı milliyetçilerin hızla geliştiğini gören İttihatçılar:

  • “Biz özgürlük, eşitlik, anayasa vs. getirdik, ama Bulgar, Sırp, Yunan, Makedon kökenli ayrılıkçı hareketler emellerinden vazgeçmediler. Ayrıca Balkan devletleri Osmanlı içindeki bu eşkıya çetelerini destekliyor”,
  • «Biz bu duruma Abdülhamit hükümeti gibi müsamaha edemeyiz. Bu hareketleri bastırmak için her türlü yola başvurmaya hazırız» demeye başladılar.

Monarşi rejimin altında yaşanan ayrılıkçı komita ve çete faaliyetleri bütün ağırlığıyla  yeni rejimde de devam etti. Bir türlü çözülemeyen iç çatışmaların sorumlusu, Meclis çoğunluğunu elinde tutan ve hükümet işlerine sürekli müdahale eden İTC’ye,  yeni rejime yöneliyordu.  Bir zamanlar Sultanın –eski rejimin- sırtındaki tüm yük, artık İttihatçıların sırtındaydı. 

Ahrar Fırkası’nı destekleyen Sada-yı Millet, Serbesti, İkdam, Sabah ve Volkan gazeteleri İttihatçıları sert bir şekilde eleştiriyorlardı. Onların yolsuzluk ve rüşvet haberlerini, yanlışlarını manşetten veriyor, köşe yazarları da yaptıklarını yerden yere vuruyorlardı. Ahrarcı ulema ile tarikat şeyhleri de halkı kışkırtıyor, meşrutiyet karşıtı mitingler düzenleyerek, küçük ayaklanmaların da başını çekiyorlardı.

Muhalif basının sert eleştirilerinden, ulemanın ve tarikatların gösteri ve ayaklanmalarından bunalan İttihatçılar erk içindeki konumunu takviyeye yöneldiler:

  • Devlet kademelerindeki memurları ittihatçı olmaya zorlayarak muhalif olarak gördüklerinin yerlerine de kendi üyelerini yerleştirerek,
  • Önceki rejimin ordu içerisindeki uzantılarını, alaylıları ordudan tasfiye ederek,
  • Kendini “vatan kurtarıcı” olarak gördüklerinden kendine muhalefeti vatan hainliğiyle eş tutarak,
  • Diğer siyasi oluşumlara, kendilerini eleştiren gazetelere baskı uygulayarak, tehdit ederek susturmaya çalışarak,

erk içindeki konumlarını takviyeye girişti.

İttihatçıları en sert eleştiren gazetecilerin başında gelen Hasan Fehmi Bey’i, İttihatçı fedailerin katletmesi, katillerin bulunamaması toplumsal kızgınlığa yol açtı. Mecliste yaşanan sert tartışmalarda her iki tarafın mebusları karşı karşıya geliyor ve birbirini suçluyordu.

Gazeteci Hasan Fehmi Bey’in cenaze törenini Ahrarcılar büyük bir gövde gösterisine dönüştürdüler. Gazetelerinde “yapılan ayaklanma çağrıları” yaptılar. Eski rejimin ordu içindeki uzantılarını ayaklandırdılar. İstanbul Taşkışla’da IV. Avcı Taburu isyan etti. Alaylı çavuş ve onbaşıların yönetimindeki askerler, mektepli subayları tutukladılar. İsyan kısa zamanda diğer kışlalara da yayıldı.

İstanbul’da ayaklanan anti-Meşrutiyetçi güruhlar sokaklardaki çarşafsız kadınlara, İttihatçı bilinen mebuslara, subaylara ve gazetelere saldırdılar. Meclisi bastılar. Adliye Nazırı Nazım Paşa’yı ve iki ittihatçı mebusu katlettiler.

Anti-Meşrutiyetçi güruhlar Adana’da da Cemiyet-i Muhammediye’nin çağrısıyla ayaklandılar. Ermeni mahalleri, dükkânları, kiliseleri yağmalayıp, katliamlara giriştiler.

İsyancılar:

  • Şeriatın geri getirilmesi,
  • Mektepli subayların komutanlıklardan alınmalarını ve tasfiyelerini,
  • Sadrazam, Harbiye ve Bahriye Nazırları ile Meclis Başkanının istifasını,
  • Bazı önde gelen İttihatçı kimselerin İstanbul dışına sürülmesini,
  • İsyan askerlere af çıkarılmasını,

 istiyorlardı.

İçinde İttihatçı bakanlarında bulunduğu hükümet, isyana boyun eğdi ve istifa etti. Ancak İTC, ne anti-ittihatçılardan oluşturulan yeni hükümete ne de isyana sessiz kalmadı. İstanbul merkezli isyanı bastırmak için Makedonya’daki ordu birliklerinden oluşturduğu Hareket Ordusu ile isyanın üzerine yürüdü. İstanbul’da ordu birlikleri arasında yaşanacak savaştan korkan hükümet,  Hareket Ordusu komuta heyetiyle görüşerek İstanbul’a girmelerini engellemeye çalıştı. Hükümetin bu başarısız girişimi sonrasında Sultan II. Abdülhamit kendisine bağlı Hassa Ordusu ve Kürt aşiret taburlarını İstanbul’a giren Hareket Ordusu’nun karşısına çıkarmadı. Ordu birliklerinin kendi arasında savaşmasını ve devleti büyük bir kaosa sürükleyecek girişimden uzak durdu.  

Yurtsever aydın genç subayların oluşturduğu Hareket Ordusu İstanbul’a girerek kısa sürede isyancıları ve küçük direniş odaklarını dağıtarak isyanı sonlandırdı. Monarşi yanlısı muhalefeti ve sonrasında: 

  • Sultan II. Abdülhamit’i tahtan indirip, Selanik’e sürgüne gönderdi. Onun yerine anayasal parlamenter sistemi kabul eden Sultan V. Mehmet Reşat’ı tahta oturttu.
  • Oluşturulan sıkıyönetim mahkemelerinin yaptığı yargılama sonucu 49 isyancıya idam cezası verildi ve bu cezalar infaz edildi. Ayrıca yüzlercesi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Böylelikle İTC, Padişahın mutlak otoritesini – “en üstün siyasi iktidarını” bir kez daha kırdı. Hegemonun egemenlik alanını daha da daraltacak şekilde anayasayı değiştirdi. Getirdiği yeni düzenlemelerle devlet yönetimindeki, siyasi erkteki gücünü ve konumunu arttırdı:

  • Başbakan ve bakanlar kurulu artık Padişaha değil, meclise karşı sorumluydu.
  • Hükümet göreve başlarken ya da belli çoğunluktaki parlamenterin isteği ile görevini sürdürüp sürdürmeyeceği mebusların güvenine –güvenoyuna- tabi kılındı.
  • Güvenoyu alamayan hükümet ya da bakanlar istifa edecekti.
  • Fikri özgürlük, örgütlenme ve toplantı yapma özgürlüğü dahil bir çok bireysel-toplumsal hak ve özgürlükler getirdi.
  • Padişahın meclisi kapatma yetkisinin koşulları belirlendi ve meclis kapandıktan sonraki üç ay içinde de yeni seçimlerin yapılması zorunlu kılındı.

İsyanı bastıran ve sultanın otoritesini daha da sınırlandıran, muhalefeti de ezen İttihatçılar, savundukları “hürriyetleri” kısıtlayan sıkıyönetime başvurdular. Ülkeyi üç yıl boyunca sıkıyönetimle yönettiler.

İkinci Meşrutiyetin 1908-1912 döneminde İttihatçılar ile Ahracılar arasında, iç-dış sorunların gölgesinde yaşanan siyasi erk mücadelesi ve bunun pratikleri, yüz yıl geçmesine rağmen, günümüzde de “zamana-mekana” uygun bir şekilde egemenliği ve erki elinde bulunduran sınıf ile toplumsal muhalefet arasında yaşanacaktı:

  • Yarım yüzyıl sonra da iktidardaki DP -Bayar-Menderes ikilisi, Adalet Partisi- Süleyman Demirel ve daha sonraki iktidarlar döneminde, egemen ABD emperyalizmi ve işbirlikçi hükümetler- siyasi erk, kendilerini eleştiren gazetecileri ve yurtsever aydınları katlederek susturacaklar, toplumsal muhalefete gözdağı vereceklerdi. Katillerin bulunamaması, mecliste partilerin birbirini suçlaması tekrar yaşanacaktı. Ülkemizde 1980 darbesi sonrasında “Küreselleşme ve neo liberal politikalar” döneminde ulus üstü tekelci şirketlerin egemenliği tek başına ele geçirme çabalarına karşı çıkan yurtsever aydınlar, gazeteciler de katledileceklerdi. Siyasi erki ele geçirme uğraşı veren İslamcı ve işbirlikçi AKP-Erdoğan rejimi ile birlikte yazılı basını satın alarak toplumsal muhalefetin sesini kısacak, devlet ve ordu içindeki yurtseverleri tasfiye edecek, yerlerine liyakat-yeterlilik bir yana bırakılarak devlet içine kendi adamlarını yerleştirecek, hep birlikte ülke zenginliklerine el koyacaklardı. Yurtsever herkesi “vatan haini” ilan edecekler, farklı siyasi oluşumlara da hayat hakkı tanımayacaklardı.
  • İç ve dış sorunların ağırlığı altında ezilen İttihatçıların muhalefeti susturma girişimlerinin benzerleri Cumhuriyet döneminde de yaşandı. Ülke sorunlarıyla baş edemeyen iktidarlar da benzer yola saptılar. Günümüzde özgürlükler, demokrasi ve ülkenin iç ve dış sorunlarını çözme iddiasıyla iktidara gelen AKP, bu sorunlarla baş edemez duruma düştüğünde, İttihatçılardan yüzyıl sonra onlardan çok daha fazlasını yapacaktı.
  • Egemenlik koltuğuna tek başına oturan yabacı ulus üstü şirketlerin, AB ve ABD’nin açık desteği ile birlikte AKP-Erdoğan, “Tek adam” rejimi ile:
    • Orduda Osmanlıdan günümüze gelen yurtsever, aydın subay geleneğini kırmak ve ortadan kaldırmak amacıyla yetiştirdikleri işbirlikçi akademisyenler, bürokratlar ve basın organları- gazeteciler, hep birlikte “asker-sivil çekişmelerini” gerekçe göstererek Silahlı Kuvvetlerin içindeki Atatürkçü-cumhuriyetçi subay ve generalleri görevden alarak,  TSK komuta kademesinin ele geçirerek, ordunun,
    • Mülki idare ve emniyet teşkilatının,
    • Anaysa mahkemesinin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın, Hakimler ve Savcılar Kurulunun ve tüm adli teşkilatın,

hegemonu olacaktı.  

                                                                                                                                                      29 Aralık 2021, Haluk Başçıl

Devam edecek: II. Meşrutiyet ve 1912 Erken Seçimleri

 

Kaynaklar:

  1. Osmanlı Döneminde Balkanlar (1774 -1914), Dr. Öğr. Üyesi Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu, İstanbul Üniversitesi Açık Ve Uzaktan Eğitim Fakültesi, Tarih Lisans Programı, http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/tarih_ao/odbalkanlar1774_1914.pdf
  2. Balkanlarda Komitacılık Ve Çetecilik: II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-İ Mebusan Oturumlarında Yapılan Tartışmalar Ve Çözüm Önerileri Üzerine Bir Değerlendirme, Prof. Dr. Mehmet Çanlı, Hitit Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/411435
  3. Birinci Meşrutiyet ve Meclisi Mebusan, Dr. Sina Akşin, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/430/4809.pdf
  4. Meşrutiyetin İlânı ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı, Yılmaz KIZILTAN, Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, http://www.gefad.gazi.edu.tr/tr/download/article-file/77224
  5. MECLİS-i MEB‘ÛSAN, İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/meclis-i-mebusan
  6. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Prof. Dr. Cezmi Eraslan, İstanbul Üniversitesi Açık Ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Tarih Lisans Programı, http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/tarih_ao/tctarihi.pdf
  7. Osmanlı Belgelerinde. Ermeni İsyanları (1878-1895), Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı. Yayın No: 95, https://www.devletarsivleri.gov.tr/varliklar/dosyalar/eskisiteden/yayinlar/osmanli-arsivi-yayinlar/osmanli_belgelerinde_ermeni_isyanlari_1878_1895_1.pdf 
  8. http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11235/106-yildonumunde-adana-katliaminin-ardindaki-gercekler, 106.  yıldönümünde Adana Katliamı’nın ardındaki gerçekler