Yunanistan’da Ekonomik Krizler ve Seçimler: SRYZA örneği 3 – Haluk Başçıl

“Yaşam bana bir şey vadetmiyor,
Ölüm ise çağırmıyor beni,
Söyle kız kardeşim, söyle,
Ne yapabilirim?”
“Yaşam bana bir şey vadetmiyor,
Ölüm ise çağırmıyor beni,
Söyle kız kardeşim, söyle,
Ne yapabilirim?”
Yeni evrim teorisinde yaşar kalma olasılığına matematiksel modelleme getiren, Prodetrminizm ile olasıklı olabilirliği -orjinalini Almanca kaleme alması (sitemini anlamlı bulalım)- zamanın predefiktif aşamasında yeniden – üretim fonksiyonun/ mekanizmasının (A’=exp(-2πit’/T) ) yaşar kalma olasığını submaksimal ve monopolist arızaya uğratmadan kendiliğinden üretmesi ve belirsizliğini sekünder zaman enleminde irdeleyen Yılmaz Öner’de bilgi:
LJ zaman enleminde andaki olası olayı ; “O zaman görülür ki her aktüel, bilvesile arıza öncesi (primer)(1/Ti) frekans paketiyle virtüel, bil vesile arıza sonrası (sekonder) (1/ri, j-1) frekans paketi arasında kalsik klasik determinist anlamdaki ve (i) indisi ile gösterilen tekabül, aynı anda, aynı (1/Ti) aktüel frekans paketiyle j-tane farklı virtüel alternatif (1/ri,j-1) frekans paketi arasındaki ÇOK ANLAMDA belirli (MEHR-DEUTIG) bir tekabüle dönüşmektedir. Çok- anlamlı tekabülün ürünü olan virütel alternatifler birbirlerini aynı anda dışlamaktadırlar ki aralarından SADECE bir tek Pi, j-1 olasılık fonksiyonun maksimumunun tekliği gereği, Eksklusif (tekel) olarak aktüelleşebilmektedir.1 Submaksimal yaşar kalma olası durumunu modellemede sunduğu üretim fonksiyonu ve kendiliğinden doğan H ve H-1 girdi-çıktı dönüşümü altında ᵠ= H-1 H(ᵠ) iç özdeşlik denklemi ve (ᵠ) potentia iç biçimi üzerinde aynı anda enerji alıp veren H ve H-1 operatörü için Y.Öner:
“Doğadaki her olayın dinamik birer üründen bilgimizin ise bu ürünlerin objektif biçimlerine indirgenmiş, yani H-1 H(ᵠ)=ᵠ durumlarından oluştuğunu unutmayalım. Demek ki <genel olarak bilginin kendisi> böyle bir indirgeme sonucu belirlenen, kısaca dinamik sürece bir anda girip aynı anda çıkmış, objektifleşerek çıkmış ᵠ= H-1 H(ᵠ) biçiminde yatıyor. Herhangi bir bilginin genel olarak doğmasını sağlayan denklem budur, bir iç özdeşlik denklemidir…”
Kısaca iç özdeşlik denklemi bilginin üreme koşuludur veya bilginin genetik denklemidir. Ne türden olursa olsun doğa hakkındaki bilgimizin üreticidir.
Bilgi edinme olayı: (1) farazi bir iç biçimden dinamik (objektif ) ürüne (uygulamaya denemeye) geçiş (2) deneyden sonra bu farazi biçimin artık objektiflik kazanması ve böylece doğrulanmasıdır. Farazi iç biçim bilgi edinme olayı karşısında böylece invaryant kalır.2
Yılmaz Öner’in diğer eserlerinin bazılarında de tetkik ederek aldığımız feyiz ile bilgi; iç geometrik genetik yapısı olan potentia kapsamına bağlı olarak bilincin maddeliği formunun, insan zihninde düşünsel devinimi kristalize eden, içe doluşla akıl operatörünün devreye girişi sonucu kesinleşen oluşum seyrine kendi katılımını da içselleştirerek: gözlem ve deneye dayalı zeki çözüm ile formüle edip “idea” formunu kültürelde kavramsal yada formüle olarak somutlanmasıdır.
Kanımca deyişlerinde dilimizi en anlaşılır öz ve biçimle sunan Yunus Emre, gönlümüzü feth eden zarif bir lirizmin doruğudur. Onun kimi deyişleri insanı kendinden alır, huşu içinde Allah-u Teala ile özlü rabıta kurdurur. Birkaç örneği:
“ilim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür, Sen kendüni bilmezsin ya nice okumakdur.”
“On sekiz bin alem halkı cümlesi bir içinde, Kimse yok birden artuk söylenir dil içünde”…
“Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi, Bostan ıssı kaykıyıp der ne yersin kozumu”…
“Gerçek aşık oldun ise gel ışk kitabından okı, Can gözüni açtun ise hakikat bulasın Hakk’ı” …3
Burada içe doluşun kristalize oluşu olan ilham hali (fütuhât); gönüllere doğuş ve kalbin Nur’a gark edilişi olarak alalım. Önce bilgi ve Yakîn Mertebeleri üzerine M.İbnü’l Arabi’ye atfen yazılan bir irdelemeye dikkat çekelim:
İbnü’l-Arabi’ye göre İsr â (a.b.ç) zevk yolu ile bir bilgilendirme ve öğretimdir. Burak ise sebepleri ortaya koymak ve peygambere zevk yolu ile sebepleri öğretmek için gönderilmiştir. Allah Hz. Muhammed’e (a.bç.) kendi nefsinde meydan gelmediği öyle bir ilim vermiştir ki, o ilim sayesinde vahiy yolu ile dahi önce bilmediği şeyleri öğrenmiştir.4 Bu nedenle Mirâcın (a.b.ç)yakın mertebeleri ile ilişkisi vardır. İsrâ ve mirâç gerçekte yakının yani kesin bilginin iki aşamasıdır. İsra ilme’l yakından ayne’l yakına geçmektir. Çünkü aynel yakın bildiği şeyleri görmektir. Nitekim İbnül Arabi’nin cümlesi ifade ettiğimiz hususu pekiştirir: “O bildiğinin aynısını görmüştür.” Mirâç ise ayne’l yakın’den (bilgi kesinliği) hakka’l- yakın’e (gerçek kesinlik) geçmektir. Çünkü hakka’l- yakın, görmeye ve müşehadeye dayanan ilimdir. İbnü’l-Arabi’nin ısra’nın ilme’l yakından ayne’l yakıne geçmek olduğuna işaret eden cümlesini aşağıdaki şekilde tamamladığını görmekteyiz: “Bildiğinin aynısını gördü ve gördüğünün sureti (inanadığından) farklı değildi.” O halde miraç hakka’l yakıne ulaşmaktır.5
419: “Halvet makamların en yükseğidir; insanın içinde bulunduğu ve mamur ettiği bir menzildir, kamil insan o menzili zatı ile öyle doldurur ki, onunla birlikte oraya bir başkası gelip sığamaz. İşte, bu halvet ile kamil insan arasındaki nispet, tıbkı Hak Teala ile kulun kalbi arasındaki nispet (a.bç)gibidir.” 6
420: Bu âlemde halvetin aslı, alemin doldurduğu “Boşluk” tur (el-hala)Bu boşluğu ilk gelip dolduran “heba” dır.7 Bu karanlık bir cevherdir ki zatı ile “halâ” yı yani “Boşluğu” doldurmuştur. Sonra Hak Teala o cevhere “Nur” ismiyle tecelli etmiştir; sonra o cevher onun rengine boyanmıştır. Öyle ki karanlığın -ki o karanlık ademdir- hükmü kendinde zail olmuştur ve “varoluş” la (Vucud) nitelenmiştir. Rengine boyanmış olduğu O Nurla kendi (nefsi) için zahir olmuştur. İşte Onun zuhuru insan suretinde olmuştur. Bu nedenle, Allah ehli kimseler bu zuhuru “büyük İnsan” (el-insanü’l kebir) diye
isimlendirilir. Onun özetini ise “küçük insan”(el-insanü’i sagir)…8 .. . İnsan bir küçük âlemdir. Alem bir büyük İnsandır; İnsanı kâmil ise, o, âlemin özetidir.9
435: Ey dostum,Allah bizide sizide yardımı ile desteklesin! Bil ki, ”keşif” halvetin zıttıdır…halvette perdeler vardır…Halvet sahibi “keşif” durumuna ulaştığı zaman, artık halvette olmadığını ya da halvetten çıktığını bilir.10
437: El evvelü ilâhi ismi ve el-Batınü ilâhi ismi halveti gerektirir.El ahirü ilahi ismii ve ez-zahirü ilâhi ismi halvetin terk edilmesini yani celveti gerektirir…Sonuç olarak “halvet” dünyevidir; bu dünya ile ilgilidir.” Celvet” ise uhrevidir.,ahiretle ,öte dünya ile ilgilidir.”ahiret hayatı daha hayırlıdır.”(Kur’an,el -A’la 87/17)..(a.b.ç) ( M.İbnü’l Arabi /Hakikat ve Tefekkür,syf:112)
M.İbni’l Arabi ‘den aldığımı bu alıntılarda; gayb hali ve gaybda gayb hali için salih niyetle kalben halvete yönelim şuhud halinde olmak ve O’nda hemhal olmaktır, bu tasavvufi yaklaşımdaki bir Şiiri burada nakledeyim:
“Şiir 1.
Huzurum hak iledir gaybet halimde
Huzurum O’nunladır; bu nedenle O’dur hazır olan
Gaybet halimde O,Hak Bâtındır
Huzur halimde ise O Zâhirdir
Eğer ben O’nun önüne geçsem,o zaman ben Evvel
Eğer O benim önüme geçse, O zaman ben Ahir olurum.”11
Halvet’e yönelişi bir “ilgi ve ilişki bağı” ile kalbe doluşun (El-Fütuhât’ı ) fenafillahı Hakka’l yakın olmaya bir derindelik olarak yorumlayıp bunu: “Ünsiyeti bime“ hali, bir maksimalite (en yüce iyi) olarak uylaşıma sunalım.
“Öyle ise ilk sorulacak şudur: saf akıl kendi başına istemeye yeterli olabilir mi, yoksa akıl istemenin ancak deneysel-koşulu mı belirleme nedeni olabilir? Burada saf aklın eleştiri ile haklı çıkarılan, ama deneysel olarak ortaya konmayan bir nedensellik kavramı yani özgürlük kavramı işe karışır.”12
“…Çünkü elimizdeki eleştiride ilkeler den başlayarak kavramlara ve ancak kavramlarda, olabildiği yerde duyulara, gideceğiz; oysa teorik akılda duyulardan başlayıp işi ilkelerde bitirmemiz gerekiyordu” …13
“Akıl, istemeyi pratik bir yasa ile haz ve acı duygusu –hatta bu haz yasanın kendisinden alınan bir haz olsa bile-araya girmeksizin, dolaysız olarak belirler ve ancak saf akıl pratik olabildiği için yasa koyucu olabilir.”14
“…Şimdi bir yasayı bütün içeriğinden yani(belirleyen neden olarak her türlü isteme nesnesinden ayırırsak, geriye genel bir yasa koymanın sırf biçimi’nden başka bir şey kalmaz. Demek ki akıl sahibi bir varlık kendi öznel pratik ilkelerini, yani maksimlerini, aynı zamanda genel yasalar olarak düşünemez, ya da maksimlerini pratik yasalar yapanın, yalnız başına bu maksimlerin biçimleri –onları genel bir yasa olarak konmaya uygun kılan biçimleri olduğunu kabul etmek zorundadır.15
Burada temel olarak ahlakın aksiyomatik yapıya ulaştırılmasında kimin için, ne niyetle ve ne kadarı ile bu forma varıştaki amaç ne için? sorusuna kıymetli düşün ve bilim insanlarının yaklaşımlarından da feyiz alarak bir cevap geliştirmeye devam edelim. Aksiyomatikleştirme çabamızda; genelde cins, etnisite ve inanış ayrımına dayanmayan birimseldeki ferdi ‘ünsiyete’ yönelim çerçevesinde; yoldaki ergin insanın muğlak ve öznellikte göreceli iyi yerine en yüksek mertebeden iyi olan; ünsiyeti bilme kavramı ile ayarı tutarlı ahlak için hemen hemen sentetik aksiyomlara öz kıymet ve esas yapı taşı olarak sunalım.
Şimdiye kadar bu metnin A4 gergefine dokumasında bilmi ve ilmi bilgilerin birbiri ile sarmal temel yaklaşımlarını sunmaya çalıştık. Bu geniş ve somut dayanağı aksiyomatikleştirmede özlü söz olarak beş önerme ile ilgiye açalım.
1-Dirimselde sınırlı-sonlu varlık olan insan can ve vicdan ile halik olmuştur.
Şu anda bulunduğumuz serili alem içindeki dünyada zamanın limitasyondaki açılımına bağlı mekanda her şeyde kendimizle birlikte nesnel veriyiz. İster karanlık bir amâ’da (Adem) yaratılan eşref -i mahluk( ademiyat), ister doğanın evrimselinde vücut bulan insanımsılardan homo sapience (yetkin düşünen bir organizma) ekosistem bütünlüğü içinde fert olark yer alırız. Konumuz olan fert insanda; sınırlılık, hacmi belirlenebilir kaplamsal bir organizma bütünlüğü, sonluluk ise organizmanın bozunuma uğrayıp tamamen başkalaşımı. Can ile insan fıtratında eylemli ve duyumsal sürekliği olan bütünsel sistemin, yaşamdaki zaralı faydalı ayrımına yön veren temel dürtüyü, vicdan ile doğru -yanlış, iyi -kötü ayrımını süzen
insandaki doğal yetiyi kavramsal dile getirelim. Konumuza atfen yüksek organize canlı organizmalarında da vicdanın belirli seviyede varlığına işaret edelim.
2-Asal ihtiyacın giderilmesi huzurun kaynağıdır.
Asgaride kaygı duymadan imkânların hakça paylaşımı temelinde barınma, beslenme, üreyim ve yeti ile becerilerini fırsat eşitliğinde gerçeklemek asal ihtiyaçlardır. Bunların türevlerini arzulama ve yaşamadaki istenci bu istikamete çevirme, rafine bir paylaşım ve dayanışmalar çerçevesinde tüm halikin hakkını da gözeterek oluşturtulmalıdır. “Karnı tok, sırtı pek ve keyfi yerinde” her insan kötülüklerden arı yüksek iyiye yönelir. Bu vesile asal ihtiyacın giderilmesi huzurlu kalmanın elle tutulur asıl sebebidir.
3-‘En yüksek iyi’ ünsiyeti bilmedir.
Tasavufi yaklaşımda gönül gözünden ünisiyeti bilme; fakr-ı sülük halde yol almada tüm halik ile saygı sevgi temelindeki ahbaplığı, biricik olan dostluğa esasasen varışta (halvet); Hüsnü tam ve mutlak Didar’ı müşahade edebilmek için sürdürmektir. Immanuel Kant: Saf pratik aklın deneyimi çerçevesinde ödevini sorumlulukla toplum yarına yerine getirme ve saf teorik aklın özgürlük altındaki özerk eylemine tercih oluşturma süzgecindeki maksimali olan en yüksek iyi (bu içerik ünsiyeti bilme ile kapsanır) olur ki; tasavufi kapsamda insan tanrının nefes verdiği bir parçasıdır. “Beni bende demen bende değilim, bir ben vardır bende benden içerü” Y.Emre)
“Verilmiş bir eylem açısından, düşünülür öznenin, aynı zamanda duyular dünyasına ait bir özne oluşuyla, bu açıdan mekanik olarak belirlenmiş olmasına karşın, yinede özgür olabileceği kabul edilse de öyle görünüyor ki, genellikle bütün varlıkların ilki olarak Tanrının, tözünde varoluş nedeni olduğu kabul edilirse (ki bütün varlıkların varlığı olarak tanrı kavramından ve bununla birlikte teolojide başlıca dayanak olan, Tanrının herşeye yeterliliğinden de vaz geçilmeden, bu önermeden hiçbir zaman vazgeçilmez (a.b.ç) Şu da kabul edilmelidir: insan eylemlerinin belirleyici nedeni, büsbütün gücünün dışında olan bir şeyde yani kendisinden farklı olan en yüce bir varlığın nedenselliğinde bulunur. İnsanın var oluşu ve nedensellliğinin belirlenmesi, tamamen bu varlığa bağlıdır.” 16
En yüksek iyi olarak ünsiyeti bilme’yi kavramsallaştırma ve ayarı tutarlı ahlakta bir önerme olarak sunma biçimini Tasavufi Praksis yoldan bir belirlenim olarak takdim edelim.
4- Ünsiyeti bilme ergin kişiye yakışır.
“Özü sözü bir” doğru yoldan vicdan mizanı ile şaşmayan kendini aramada Kamil İnsan olabilme yönelimi taşıyan ferdi; ‘ergin insan’, yüksek iyi istikametindeki merhamet ve aşkal dolu huzurlu yolculuğu içselleştirme gayreti; ekosistem bütünlüğündeki yaşamda, sulh yapıcılığı ve razılıkla helallik arayışı, kişinin kendi ocağından süzülen “nâr- ı beyzasıdır”. İçe doluşla bilme gücüne bağlı hakikati yansıtan bu önerme kendimce herkese yakışır, diyorum.
5- Her toplumsal kendi kültüreli ile hâllenir
İnsanlığın sürü ve klan, kısmen topluluk sosyolojik yapısında doğa ile kurduğu doğal besin ve barınma neslin üretilmesi ilişkisi ilkel yaşayışa bağlı avcılık ve toplayıcılık iken toplumsal yerleşik yaşama geçişinde toprağın mülkiyeti ve işlenmesi, üretim araç ve gereçleri üzerindeki sahiplik kadar kültürelde üretim biçimlenmesinde etkin rol oynamıştır. Kavimler ve milletler olarak ayrılmasında coğrafyaya bağlı dilin gelişimi ve yazının eğitimdeki rolü çerçevesinde ilk bakışta üretimin tarzı ve mülkiyetin formları belirleyici gibi görünse de esas değişimi sağlayan kültürel ile kuşatılmış, düsünsel devinim sonrası hâsıl olan ihtiyacı çözmek için devreye giren içe doluşla keşf ve icadı zekice kapsayan anda tutuklayıcı akıl operatörüdür.
İnsan zamanın mekânsal açılımında maddenin bir hal alış biçimi olan bilincin yapısal formunu oluşturan ve doğada pratiğe aktaran canlıdır. Dolayısı ile bireyi, topluluğu ve toplumu günümüzde başat olan millletler formu ile üretiği ve kalıcı kılmaya çabaladığı kültüreli hemhalde yoğurur. Tüm insanlığın bilimi –teknik ve ilmi birikimi ile insanın, bu analitik yaklaşımda diğer önermeleri billurlaştırıp kapsamına alan ferdin; konum, durumu ve etkinliğini içeren salih eylemi, yeni yürüyüş güzergâhı olan insan kardeşliği ve halikin hakkına riayete dayalı olmalıdır. Sunduğum önermelerde iç içe geçirgenlik ile kesintsiz bir örgü ve kapsamında aşikâr olan en yüksek iyi (ünisiyeti) taşıma vardır. Deruni Türkçede buna “kişi zurbası ile yürür urbası ile yol alır”, yani bir topluluk örf, adet gelenekleri ile kendi pratiğini oluşturacak temel girdileri alır (akıl kuşatılır) içe doluşla düşünce gelişir, bilinci devinir ve keşif icat ve eserler ile yeni safhalara geçilir.
1 I.Kant Pratik Aklın Eleştirisi, sf 110
2 I.Kant Pratik Aklın Eleştirisi/ Çevri yönetmeni: İoanna Kuçuradi Türkiye Felsefe Kurumu 2009, sf 16
3 Age sf:17
4 Age sf 28
5 Age sf 31
6 M.İbnü’l Arabi /Hakikat ve Tefekkür, syf 98
7M.İbnü’l Arabi /Hakikat ve Tefekkür, syf 99
8 M.İbnü’l Arabi /Hakikat ve Tefekkür, syf 111
9 M.İbnü’l Arabi /Hakikat ve Tefekkür, syf:93
10Yunus Emre Divanı /Prof.dr.Faruk Kadri Timurtaş ..Babıali Kültür Yayıncılığı 2006, sf 77, 238,320 ve 323)
11 dipnot İBNÜ’L ARABİ , el-fütühatül -Mekkiye sf.386)
12 Hakk’ın Nuruna Miraç/ Hayy kitap, yayına hazırlayan Muhammed Bedirhan, syf:31-32-148,
13 Hakikat ve Tefekkür / M. İbni Arabi Hece yayınları- 43 (4.baskı) /Türkçesi: Mahmut Kanık sf 97,
14 Heba: içinde âlemdeki bütün suretlerin açıldığı, şekillerin meydan geldiği ilk madde, yani heyula, madde, La Matiere Primordiale
15 M.Yılmaz Öner / Prodeterminizm (Yaşar Kalma Olasılığı ve Zamanın Doğası) Belge uluslararası yayıncılık Ağustos 2000)
16M.Yılmaz Öner /Fizik ve Felsefe 3. Baskı Belge uluslararası yayıncılık Aralık 2000)
Vicdani politik bir rota için meşveret (4)
Merkez sağ ve sol partileri ülkeyi Troika ve İMF’nin vesayetine sokarak ekonomik krizden sorumlu tutan alt ve orta sınıf seçmenler, merkez sağ YDP ile merkez sol PASOK’u seçimlerde cezalandırıyordu.
Metin Akpınar Adliye’ye yürüyor tek başına. Bir yaşlı adam ağır ağır yürüyor. Yanında, arkasında kimse yok. Yalnız bir adam yürüyor.
Tasavvufi kültürelin temelinde manaca belirsizliği sezgi ile kapsama, içe doluşla oluşan hissetme duyarlılığının yoğunlaşması (İnayet) sonucu muhtemeldeki olası olaylardan olabilirliği önceden görme; Hadisi kutside nakil edilen: “Ben mümin kulumun gören gözü, işiten kulağı, eli ve dili olurum” mealindeki ifadeyi kendimizce tevil ederek; “ mümin kulunun duyum ve hissi kalbe inen Allah’ın hikmetinin bir tezahürü” diyelim . Yunus Emre’de dile gelen bu husus: “ Beni sorman bana bende degülven, suretim boş yürir tondan içeri” insandaki Vahdaniyet’e işarettir ( Harabi’inin vahdatnamesi bu konuda iyi bir lirik anlatıdır. https//eskisozluk.com). Yüksek seviyede organize canlı yapılanmasında vicdani duyuşa dokunan bir ahlak için Fuzzeysel Mantığın hirbit modelde (bulanıklaştırma-sinir ağı) durulama süreçlerine birikimli potensiadaki dayanakta güçlü ve compact olan (birbirinin içine kesintisiz zincir oluşturabilen) dilsel değişkenlerle içerikte çakışan “ meşru-edebi-makul (akla yatan) ve itibari” kavramları yapı taşları olarak alabiliriz. Şahsı ve sivil resmi kurumsal yapılanışlara öncül olacak bir ahlakı, norma açık aksiyomatik hale getirebilme gayretimizde; olan biteni yorumlayış esnek ve hacimseli kapsamda yarıçap öznel olduğundan hiç kimsenin potensiayı kavrayışı birebir ve aynı değildir, gözlemlerin ve deneyimin süzgecinde vicdani istikamette yakın anlamlandırmada uylaşım sağlayabiliriz. Fuzzysel mantık ile durumu irdelemeye ve durulamaya yöneldiğimizde; meşru- edebi-makul- itibari olarak herkesçe kabul edilecek dilsel atomik birimleri, önceden ifade ettiğimiz dizge yapı taşlarından birkaçını da alarak:
tüm bu kritize kavramları korku, kin, nefret ve sömürüyü ortadan kaldıracak salih bir amaç için “hakikati yakın kavramada ayarı tutarlı ahlak’ın temel kümesi” olarak adlandırmak yerinde olur. Bu temel kümedeki damıtılmış özlü kavramları şahsi, resmi, yarı resmi ve sivil her yapıya normatif kıymetler için çeşitli seçilim demeti olarak sunabiliriz. Immanul Kant’ın pratik akıl ile saf aklı çözümlemesinde fark kriteri olan maksimal (en yüksek iyiye yönelme) yaklaşımlarına dayanarak, tasavvufta Fakr-ı sülük olup menziller aşma sürecini de bu seçilim demeti ile tabii ve zihinsel bağdaştırarak meşru olabilirlik, edebi olarak makul ve vicdani olarak makbul-itibari eşikleri bulanık sinir ağı formu ile modelleyebiliriz.
“Kavramların içerik ve kapsamında ‘uylaşım’ esastır.” görüşünü işleyen Henri Pioncare; matematiksel sürekli, fizik süreklisi, uzay- zaman, sonsuzluk olgularını kas duyumları ve his duyumları çerçevesinde irdelediği eserinde (Bilimin Değeri) ; bilginin kesinleştirilmesi işlevinde sezgi ve mantık yaklaşımların farkı üzerinde sezginin bütünleyici rolü ile mantığın inşa edici karakterini şöyle açıklar:
“…Kesinleşmekle matematik bilimi (a.b.ç)*kimsenin gözünden kaçmayan bir yapmalık karekteri kazanıyor; kendi tarihi menşeinin unutuyor; soruların nasıl çözülebileceği görülüyor, fakat onların nasıl ve niçin ortaya çıktıkları görülmez oluyor. Bu da bize gösterir ki mantık yetmez; ispatlı bilim tekmil bilim değildir. Sezgi mantığı tamamlama rolünü muhafaza etmelidir, ben buna denge ağırlığı veya panzehir rolü de diyebilirdim...” (J. H.Pioncare Bilmin Değeri syf:16 M.E.B basım evi 1949 çeviri: Fethi Yücel ) *(a.b.ç =altını ben çizdim)
Bilim Ahlakı meselesinde irdeleme konumuz olan ayarı tutarlı ahlak üzerine temel yaklaşım esnimiz olan H.Pioncare:
“Dinlerin inanan ruhlar üzerine büyük bir iktidarı olabilir, fakat herkes inanıcı değildir. İnan ancak bazılarına kendini kabül ettirir, akıl herkese kendini kabül ettirecektir. Başvurmamız gereken akıldır, yaptıkları parlak, fakat bir an için eğlenilen ve patlayıp yok olan sabun kabarcıkları gibi gelip geçici olan metafizikçinin aklına başvurulur demiyorum. Ancak bilim sağlam yapan astronomiyi ve fiziği kurdu; bugünde biyolojiyi kuruyor; aynı yöntem ve yollarla yarın ahlakı da kuracaktır. Buyruk ve hükümleri ihtılafsız hüküm sürecekler.Hiçbir kimse onlara karşı mırıldanmayacak. Bugün üç dikme teoremi veya çekim kanununa karşı gelmek düşünülmediği gibi artık ahlaki kanuna da karşı gelmek kimsenin aklından geçmeyecektir. “ (H.Pioncare, Son Düşünceler /Ahlak ve bilim Syf:165, çeviri: H.Ragıp Atademir ve Süleyman Ölçen MEB yayınları İstanbul 1965 ) .
Mantığa, sezgiye, bilim ve ahlaka tematik ve aksiyomatik açılım sunan, günümüzde pek çok branş ve modern tekniğin gelişim alanlarında ismi var olan, uzay -zaman göreceliği ve süreklilik konularında güçlü açılımlar yapan H.Pioncare’nin bilimsel yaklaşımlarının ve düşünüş tarzının insanlığın ilerleyişine önemli bir katkıları vardır.
Şimdi de Albert Einstein The laws of Sicince and the laws of Etik (çevri tamamı için : Mehmet Göksu Kayaalp..KAYAALPGOKSU.BLOGSPOT.COM. ) çevri yazısından birkaç kısım alalım:
Albert Einstein; “Bilmsel ifadeler ve kavramların ortak noktası vardır; ya doğrudur ya da yanlıştırlar (kifayetli ya da kifayetsiz) onlara ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebiliriz. Bilimsel düşüncenin bir özelliği daha vardır. Mantıklı ve kendi içinde tutarlı sistemleri üzerine kurduğu kavramlar duygu ifade etmezler. Bilim insanı için sadece ‘varlık’ varıdır, dilek, değer biçmek, iyi, kötü kısaca nihai bir amacı yoktur.”
“…Bu denilenlerden yola çıkarak mantık ile etiğin birbirinden ilgisiz olduğu düşünülebilinir. Gerçekten de olguların ve ilişkilerin ifadelerinden etik kurallar çıkarılamaz. Fakat etik kuralları mantıksal düşünme ve deneysel bilginin yardımı ile rasyonel ve tutarlı hale getirilebilir. Birkaç etik önermesi üzerinde uzlaşırsak ve bu varsayımları yeterince açık biçimde ifade edersek bunlardan başka önermeler çıkarabiliriz. Bu tip önermeler matematikte aksiyomların gördüğü işleve benzer görür, etikte.
…. Etik aksiyomları keşfediliş ve sınanış açısından bilimsel aksiyomlardan çok da farklı değillerdir. Hakikat deneyimin sınavından geçebilendir.” (Adı geçen çeviriden)
Burada kavramsal olarak” uzlaşı” bir müzakereye, uylaşım içerik ve kapsamda hemen hemen aynı şeyleri anlamada içseldir. İrdelemede ve öneri geliştirmede kavramsal tercihimiz uylaşım olacaktır.
Daha önceki çalışma kitabımız Tasavufi Praksis yolda/ Zamana topolojik yaklaşımda; Ludwig Feuerbach’ın Geleceğin Felsefesinin İlkeleri eserinde ( Alter yayıncılık 2010/Cevri: Gülistan Solmaz) tasavvufi manada:
Dine göre öte dünyada bulununan, nesnel olmayan tanrının rasyonel ya da teorik yönden benimsenmesi ve çözülmesi spekülatif felsefedir.(a.b.ç)
“ Doğa bilim nasıl ışıktan çıkıp göze dönüyorsa, aynı şekilde felsefede düşünmenin neslerinden “düşünüyorum”a dönmektedir. Aydınlatan, aydınlık yapan öz olarak, optiğin nesnesi olarak ışık, şayet göz olmazsa ne işe yarar? Hiç bir şeye. İşte doğa bilim bu noktaya kadar gelmiştir. Ancak-felsefe devam eder-eğer bilinç(a.b.ç) olmazsa göz neye yarar? Aynı şekilde hiç bir şey; bilinç olmadan bir şeye yaramaz. Görmüşüm, görmemişim fark eden bir şey olamaz. Görme’nin ya da gerçekten görme’nin gerçekliği her şeyden önce görme bilincinin varlığıdır. O halde senin dışındaki bir şeylerin varlığına niçin inanıyorsun? Çünkü bir şeyler görüyor, işitiyor ve hissediyorsun. Demek ki bu şeyler önce bilincin nesnesi oldukları zaman gerçek bir şey, gerçek bir nesne haline gelmektedirler; yani bilinç mutlak realite ya da gerçekliktir. Bütün var olanların gerçek değer ölçüsüdür. Bu durumda var olan her şey bilinç için sadece kendilik olarak, bilinçli olarak vardır; Çünkü bilinç her şeyden önce varlık’tır(a.b.ç)…(L.Feuerbuch syf 100)
Tasavvufi Praksis Yolda /Zamanın topolojik bakış kitabımızda bu ve benzeri alıntıları yorumlayıp: İnsan zihninin sonsuzluğa uzanırken sınırlandırıcılık özelliği gereği, kapsama alanında düşünsel devinimin kuantif ve kaotik hallerini akıl operatörü ile anda tutuklanarak doğaya uyumlu eserler ve metodolojik zeki çözümler üretmesini bilincin maddiliği olarak ifade etmiştik.
Yine adı geçen kitabımızda Aristo’nun ifade etiği <potensia> kavramına Yılmaz Öner’in Fizik ve Felsefe yapıtında açılım getirdiği iç geometri ve genetik biçim doğrultusundaki formülasyonuna da kısaca yer vererek kâinatta oluşan devinimsel süreç ile zihinin helografik atmosferinde oluşan düşünsel devinim paralelliğine de değinmiştik.
K.Marks , F.Engels :“ ses değişimi”…[…]
“Alman idealist felsefesinden bilinçli diyalektiği (a.b.ç) onu doğanın ve tarihin materyalist anlayışı ile bütünleştirmek üzere kurtaran hemen hemen yalnızca Marks ve ben olduk. Ne var ki aynı zamanda hem diyalektik hem de materyalist bir doğa anlayışı matematik ve doğa bilmi (a.b.ç) ile içli dışlı olunmasını gerektirir. Marks yetkin bir matematikçi idi, ama doğa bilimlerini ancak parça parça, kesili, dağınık bir biçimde izleyebiliyorduk. Ancak ticari işlerden çekilmem ve Londra’ya yerleşmem bana zaman verdikten sonradır ki, sekiz yıl boyunca zamanımın en büyük bölümünü bu işe vererek, matematik ve doğa bilimlerinde olanak ölçüsünde (Liebig’in dediği gibi)* tam bir “ses değişimi”(a.b.ç) yaptım.”[i]
Kavramlar, bilgi birikim sürecinde matematiksel yönetemlerle ( Bir çalışma bünyesine matematiği kattığı ölçüde bilimsellik taşır. I.Kant’ın belirlemesine Engels’in “ses değişimi “ vurgusu yapması) toplumsal yaşam alanında da tecrübenin imbiğinden geçerek içinde yaşamsal kıymet biriktirmesi dolayısı ile doğal kavramsallaştırma süreçleri, her coğrafyanın yapısalına uygun bir güçlü dil dizgesinin (Felsefi anlayışlar ) varlığını gerekli kılar. Kendi coğrafyamız ve hinterlandında farklı kadim diller kadar tınısı, anlamı, sentetik kavramları ve teknik adlandırmayı bünyesine katmada mahir olan Deruni Türkçe olarak ifade ettiğim dilimiz de bu güce maliktir. Deruni Türkçe kendi esnek, anlatımdaki kıvrak yapısı ve tını zenginliği ile Fuzzysel mantığın bulanıklaştırma işlevinde atomik birimi olabilecek pek çok dilsel değişkenin seçilip uygulanmasına geniş olanak verir.
Özlü söz, bilimsel bilgi ve modern tekniğin oluşumunda; 1.0 formu (dünyanın kendi öz enerjisini keşf ve yönetimi) adı verilen içinde yaşadığımız dünya uygarlığında vahset karışımı %60’dan fazla olan bu formunda, genel olarak fiziko-kimya ile biyo-pisiko aşamaların farklı süreçlerinin tümünü maddi ve manevi bünyesine alan bir varlık olarak İnsan, doğanın bilgi üretim ve bilincin maddiliği sürecinde aktif bir öz değeridir. Bilgi birikiminde insanlık ve fert olarak insanın geliştirici ve değiştirici yönü bu aşamada evrimsel sürecin başat yönelimidir. İlmi ve bilmi bilginin ( gönül gözü, tecrübe, gözlem ve deneysel) damıtılmasında, bilincin değişik formlardaki maddiliğinde ve kolektif iradenin tesis edilmesinde düşünen insanın varlığı esasdır. Buradan haraketle nefsi mütmanin düzgün insanların oluşturacağı bir örgüsel yapılanış ancak toplumsal ve ekosistem bütünselliğinde doğayı tüm halik olmuşlarla birlikte kucaklar. Doğrudan demokratik örgüsel yapılanışı insanın (merkezi sinir sistemi ve hissi kabiliyeti doğal evrimde en gelişkin forma benzer modelleme) pratiğin şekil alamsında ve potensiaya katkı açısından, evrimin sosyo-pisiko aşamasında, öğrenici ve üretken ‘gömülü sistem’ olarak kavramsallalaştıralım.
Güneş sistemi ile birlikte arzın kendi öz devinimi (bilmi) ve bir ilinek yazgısı (İlmi) vardır. İnsanlar kendi tecrübe ve ufuk sınırları ile somutlaştırdıkları maddi şeyler üzerinden varlık kanıtlamaya aklen meyillidir. Makulat (hisi ve kalbi akla yakın Şems Terbizi) çerçevesi denilen bu husus hisi ve kalbi sezgi derinliğini ilmi sürece katan ve özünü tarihselde iz olarak bırakan bir çevrim sunar. İster fert fert ister bir topluluk olarak insanlar makulatta uygun olanı daha değerli bulur ve olan biten budur diyerek, kendi aklı belagati ile nedenseliğini içselleştirip beraklığını ve yüceliğini kendince kesinleştirir. Fıtratta vicdani donanım taşıyan ancak içe doluşa açık olmayan (kulağı kalbi mühürlü) düşünüş ile gönül deminde aklatme meyli kısıtlı olan nefsi emarelere yenik mülkiyetçi bireyin, ben sevici -öz çıkarcı (Pratik aklın eleştirisi I. Kant) yönü ağırlıklıdır. Nefsi mülkiyetçi düzenekte vicdani yönü zayıf kalan bu vasat bireyselleşmenin; özdeki vicdani özle: sevgi ve dayanışma, merhamet ve aşk, edep ve ar ile donatılabilme nitelikli işlevi için ayarı tutarlı ahlak aksiyomlarını toplumsal özgülde yorumlayan ve uygulayan(Köy Enstitiüsü modelleme esinli) bir eğitim ve öğretim süreci gereklidir.
[i] Termal kimya irdelemesine girişinde Liebig şöyle yazar.Kimya çok hızlı ilerlemeler yapıyor. Ve treni izlemek isteyen kimyacılarsürekli bir ses değişimi (a.b.ç)durumu(étata de mue) içinde bulunuyorlar.”(F.Engels /Anti dühring 1885 baskısına önsöz)( K.Marks ve F.Engels Felsefe Metinleri Muzaffer Erdost /Sol yayınları 2009 baskı, syf :196)
YDP ve PASOK, 2002 ve 2012 iktidarları, izledikleri neo liberal politikalar ve yurtdışından rahatlıkla temin ettikleri bol kredilerle, ülke ekonomisine bir canlılık getirdiler. Ancak 2008’e gelindiğinde bu canlılık yerini önce ekonomik durgunluğa, ardından da ülkeyi derinden etkileyecek ve uzun yıllar sürecek derin bir borç kriziyle karşı karşıya bıraktı.
Gelenek yaratmak keyfe göre yapılacak bir şey değildir. Amacı bugüne hizmet etmektir.
Çaresizlik içinde bir çıkış yolu bulamayan ve giderek radikalleşen alt ve orta alt sınıfa, Refah Partisi “Yeni Bir Dünya”, ‘Adil Bir Düzen’ vaat ediyordu.
CHP yönetiminin ve kadrolarının ezici çoğunluğunun ülkemizde yaşanan gelişmelerden koptukları, dikkat ve enerjilerini parti içi iktidara yönettikleri görünüyor.
Mehmet Ali Yılmaz, Aralık 2018
Dünyada iki-üç yüzyıldır süren demokrasi kavgası esasen toplumsal mücadelenin bir parçasıdır ve ondan ayrı ele alınamaz.
Soğuk savaş döneminde Batılı emperyalistler demokrasinin, özgürlüklerin yegâne savunucularının kendileri olduğuna dünyanın önemli bir bölümünü ikna etmeyi başardılar. Günümüzde de demokrasiyi hiç ağızlarından düşürmezler ama özünü, kurallarını ekonomik çıkarlarına, dünyada izledikleri siyasete göre değiştirirler, çarpıtırlar ve sömürülerinin bir aracı haline getirmeye çalışırlar. Egemen güçler ancak emperyalist sömürüden yararlanmayan, ekonomik-demokratik hakları neoliberal uygulamalarla daraltılan metropol ülke halkının ve sömürge – yeni sömürge ülke halklarının direnişlerine ve mücadele gücüne göre demokratik hakların iyileştirilmesine zoraki rıza gösterirler.
Demokrasinin tarih içindeki anlamı
Günümüzde dünyada saf anlamıyla bir demokrasiden söz edemeyiz. Toplumların siyasal örgütlenişlerinin biçimi olarak demokrasi, sonuçta toplumun üretim ilişkileriyle belirlenir. Bu yüzden demokrasinin tarih içindeki gelişimini, ekonomik-toplumsal oluşumlardaki değişimler ve sınıf mücadelelerinin seyriyle anlamlandırmak ve açıklamak gerekir. Tarihi boyunca gördüğümüz gibi sınıflı toplumlarda demokrasi, egemen sınıfların iktidarlarının bir aracı olmuştur. Burjuva toplumlarda demokrasi, burjuva diktatörlüğünün bir biçimidir. Ancak burjuva demokrasisi feodal sistemle karşılaştırıldığında toplumun tarihsel gelişimi açısından ileri bir aşamadır. Burjuvazi bu ilerici konumunu bir yere kadar sürdürür ve demokrasinin kendi siyasal iktidarının bir aracı olması için çalışır. Halk kitlelerinin de baskısıyla anayasa yapılır, parlamento gibi organlar oluşturulur, biçimsel de olsa herkesin oy kullandığı serbest seçimler yapılır. Ancak burjuvazi halkın bu demokratik hak ve kurumlardan yararlanmasını önlemeye çalışmaktan geri durmaz. Siyasal haklar biçimsel olarak açıklanır ama güvencesi sağlanmaz, temsili organlar egemen sınıfın birer aracı durumuna sokulur, çalışan kesimlerin, emekçilerin siyasal etkinliği bürokratik uygulamalarla zayıflatılır, halkın siyasetten uzak tutulması sağlanır.
Kapitalizmin rekabetçi dönemindeki burjuva demokrasisi, sermayenin giderek belirli ellerde birikimiyle (temerküzü) birlikte ilerici karakterini yitirdi. Kapitalizm emperyalizm aşamasına geçince demokrasi bir avuç tekelci sermayedarın egemenliği altında tamamen göstermelik bir duruma sokuldu. Bu dönemde demokrasiden siyasal gericiliğe dönüş başladı. Emperyalist devletlerin sömürgesi, yeni sömürgesi ülkelerde ise siyasal gericiliğin daha katmerlisi uygulanmaya başlandı, bunun adı sömürge tipi faşizmdir. Burjuvazisi çok zayıf olan bu geri kalmış ülkelerin bütün egemen sınıfları emperyalist devletlere teslim oldular ve demokrasiyi hâkimiyetlerinin önündeki bir engel olarak gördüler. Ancak aydınlar ve emekçi kesimler zaman zaman bu faşist baskılara karşı direnerek kısmi demokratik haklar elde edebiliyorlardı. Emperyalizmin sermayesiyle, askeri, siyasal ve kültürel olarak içine sızdığı, devleti kontrol ettiği bu ülkelerde halkın bağımsızlık ve demokrasi mücadeleleri gelişmeye başlayınca çeşitli baskıları, faşist darbeleri ve yasaları uygulamaya sokmaktan geri durmadıklarının sayısız örnekleri yaşandı.
Emperyalizmin tahakkümü altındaki bizimki gibi ülkelerde demokrasi Batılı ülkelere göre çok daha fazla gericileştirilmiş olarak, sömürge tipi faşizm biçiminde uygulanırken; gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı uzun mücadeleler ile kazandığı ekonomik-demokratik haklarının birçoğunu koruyabildi. Ancak 20’inci yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından da cesaret alan kapitalizmin sözcülerinin “tarihin sonu geldi”, “medeniyetler ittifakı” vb. yaygaraları altında uygulamaya sokulan emperyalist neoliberalizm döneminde ise sermaye daha çok uluslararasılaştı, iyice asalaklaştı ve kâğıttan ibaret doların hâkimiyeti olağanüstü boyutlara ulaştı. Üretimden çok paradan para kazanan soygun ve talan ekonomisi piyasaya hâkim oldu. Yenilik gibi takdim edilen bu gerici gelişmenin sonucu olarak siyasi planda demokrasi tamamen göstermelik, vitrin malzemesi haline sokuldu. Burjuva hukukunu, laikliği, cumhuriyeti, ulus devletleri ve hatta bilimsel akılı itibarsızlaştırmaya ve giderek ortadan kaldırmaya yöneldiler. Uluslararası sermayenin dayattığı bu soygun ve talan ekonomisi, siyaset alanındaki gericileştirme ve ülkeleri dağıtma süreçleri bizimki gibi “İslami” yeni sömürgelere dinci iktidarlarla birlikte ağırlaştırılmış müebbet gibi yapıştırıldı.
Emperyalist neoliberalizme iyi hizmet sunması için iktidara taşınan AKP iktidarı duruma göre Soroscu yetmez ama evetçiler’le, etnikçilerle ve Amerikan dincisi cemaatlerle desteklendi. Zamanla aralarında çıkan iktidar mücadelelerini de atlatan AKP iktidarına ayak bağı olan parlamenter sistemin yerine kurguladıkları tek adam rejimiyle ülke üzerindeki baskı ve sömürülerini daha da arttırdılar. Batının modern tefecilerinin verdiği borçlarla ayakta kalmaya çalışan, uluslararası tekellerin ürettiği malların iç piyasayı işgaline boyun eğen bu gerici rejimin payandalığını ise milliyetçi görünümlü MHP yapmaktadır. MHP, tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi, bu kez de uluslararası finans sermayesinin ve onun desteklediği siyasi organizasyonun hizmetinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Sarı Yelekliler neoliberalizme darbe vuruyor
Neoliberalizm dünyanın herhangi bir ülkesinde darbe yedikçe bizdeki uzantılarının politikaları, soygun sistemleri ve kurguları da darbe yemektedir. Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketi işte bu yüzden AKP iktidarını ve yancılarını rahatsız etmektedir.
Sarı Yelekliler hareketi daha bugünden neoliberalizmin “örnek” başkanlarından Macron’un tavizler vermesini sağlamıştır. Bunun anlamı ezilen halk kesimlerinin emperyalist neoliberalizmin burçlarında gedikler açmaya başlamasıdır. Artık 30 yıldır dünyayı pervasızca soyan uluslararası sermayenin ayakları, haklarını gasp ettiği işçilerin, köylülerin, işsizlerin vb. karşısında titremeye başlamıştır. Ne Amerika’daki anti-küreselleşmeci hareketler ne de Gezi bu kadar sonuç alıcı olabildi. İlk kez neoliberalizmin halk kitlelerinden çaldığı ekonomik ve sosyal hakların geri alınması, iğdiş edilen demokratik hakların önünün açılması yönünde gelişmelere neden olan bir hareketle karşı karşıyayız. Hareketin bileşimi ne olursa olsun yaratacağı sonuç Fransa ve dünya için umut veren gelişmelere neden olacaktır.
Sarı Yelekliler hareketine sonuçta şu kesim hakim olursa şöyle olur, bu kesim hakim olursa böyle olur türünden yorumlar pratiğin belirleyiciliğini açıklayamayan kitabi laflardır ve bu tür değerlendirmelerle tarihsel gelişmeler okunamamaktır. Bu hareket sonuçta bir Fransız Devrimi, Paris Komünü ya da 1968 Hareketi değildir ama bütün bu devrimci atılımlarla kazanılan hakların içlerini boşaltan neoliberalizme darbeler vuran bir hareket olması bakımından önemlidir. Tarih, çok sancılı bir biçimde seyredecek de olsa, ezilen sınıfların sosyo-ekonomik ve siyasi alanlarda kaybettiklerini yeniden kazanmaya başlayacakları bir sürece doğru yol almaya başlandığını Fransa’daki bu hareket göstermektedir.
Sarı Yeleklilerin taleplerinin birçoğu bizim ülkemizin işçileri, işsizleri, üreticileri, emeklileri, köylüleri, küçük esnafı vb. için daha fazla geçerlidir. Bizim içinde yaşadığımız sorunlar onlarınkinden çok daha ağırdır.(*)
Ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların bizde çok daha ağır biçimlerde seyrettiğini bilen işbirlikçi siyaset madrabazları, son günlerde, sağa sola satır sallamaya başladılar bile. Savurdukları tehditler ne ülkemizdeki ekonomik krizi yok edebilmekte ne de dünyanın yeni bir ilerici döneme doğru yol almasına engel olabilmektedir. Paris sokaklarının tarihinden tanıdığı toplumsal mücadeleyi -geçici duraklamalar, inişler çıkışlar olsa da- hiçbir gericilik durduramayacaktır ve bu gelişmenin eninde sonunda Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmazdır. Neoliberalizmin ve ekonomik krizin büyük darbeler indirdiği ülkemizde ortaya çıkacak kitle hareketleri emperyalizmi ve hâkim sınıflar ittifakını derinden sarsacaktır.
Sonuçta ezilen halklar dünyası mutlaka kazanacak ve insanlık yeniden toplumsal mücadeleler yolunda ilerlemeye başlayacaktır.
(*)Emperyalist neoliberalizm, halk kitlelerini siyasi, felsefi görüşlerine göre sömürmez, sağcı-solcu, dinci-dinsiz vb. ayrımı yapmaz bütün işçileri, işsizleri, üreticileri, esnafları, çiftçileri vb. sömürür ve onların haklarını, hukuklarını gasp eder. Sarı Yeleklilerin hareketi bu bakımdan önemlidir ve neoliberalizme darbeler indirmektedir. Ve bu hareket daha bu günden dünyanın birçok ülkesinde karşılık görmeye başladı bile.
Sarı Yeleklilerin temel taleplerini okuyunca göreceksiniz ki bu harekete yapılan göçmen karşıtlığı gibi ithamlar haksızdır ve hareketi küçük düşürmeye yöneliktir. Onlar somut sorunlarından hareketle taleplerini dile getirmektedirler.
Sarı Yeleklilerin Talepleri:
Cumhuriyet devrimlerinin kararlı savunucusu, CHP kadın kollarının önde gelen ismi Nezihe Altıok’u Kasım ayında sonsuzluğu uğurladık.
Çankaya ilçe örgütünde yapılan törende, yeğeni Hakkı Zabcı CHP’nin Nezihe teyzesini kısa ve öz bir şekilde anlattı.
“Nezihe Altıok’un dostları, Merhaba…
Nezihe Altıok benim ablam. Ablam beni çok severdi. Ben de ablamı çok severdim. Ama, bu sevgiyi doğuran kan bağı değildi. Bu sevgiyi doğuran, devrimci iradenin belirlediği toplumsal mücadelenin, toplumsal kavganın cereyan ettiği yerde yan yana, omuz omuza durmanın verdiği coşkuydu, heyecandı.
Biz sosyalizmi devrimle harmanlarken, ablam aydınlanma düşüncesini devrimle harmanlıyordu. Ortaya sosyalizm ile aydınlanmacılığın kardeşliği çıkıyordu demokrasinin devrimle kesiştiği noktada… O, bu kardeşliğin temsilcisiydi.
Bundandır ki, ablam her 6 Mayısta Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in yanındadır Karşıyaka Mezarlığı’nda. Karşıyaka Mezarlığı 30 Martta da onun durak yeridir Mahir’in başucunda. O, her 10 Kasımda Anıtkabirde Mustafa Kemal’in yanındadır, her Cumhuriyet Bayramı’nda olduğu gibi…
Ablam 12 Mart ve 12 Eylül faşizmini bizlerle birlikte yaşadı. Yargılandığımız davalarda, mahkeme salonlarında dönüp arkamıza baktığımızda dinleyici bölümünde onu ve beraberinde getirdiği kadın arkadaşlarını görürdük.
Onun bize bıraktığı miras bizim geleceğimizdir.
Bundandır ki Nezihe Altıok ölümsüzdür.”
Hakkı Zabcı, 16 Kasım 2018
Türkiye içindeki emperyalist yapılanma F. Gülen hareketinin çok daha ötesindedir. T. Erdoğan gibi ‘tek adam rejimin’de, Erdoğan istese bile FETO temizliğinde gidebileceği yer sınırlıdır. O sınıra gelindiğinde temizlik tavsar. Bugün yaşanan da budur.