Skip to main content
Bağımsız Denetim Ve İslami Etik İlkeler – Ersen YAVUZ

Bağımsız Denetim Ve İslami Etik İlkeler – Ersen YAVUZ

Faizsiz bankacılık sisteminin yaratıcısı olan Suudi-Körfez ülkelerinin İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Organizasyonunun (AAOIFI)  baskısına Cumhurbaşkanı boyun eğdi. “İslam bize göre değil, biz islama göre hareket edeceğiz”  söyleminin arkasına sığınarak Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) ve  Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarını (UFRS) düzenlemesini gerçekleştirdi.

Resmi Gazete’nin  14. Aralık. 2019 tarihli nüshasında; Kamu Gözetim, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun 12. Aralık. 2019 günlü, “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler için Kurallar” kararı yayımlandı.

Bu kararda, “Etik Kuralların Amaçları” başlığı altında; bu kuralların,   denetçiler için Fıkhi ilke ve kurallar esas alınarak oluşturulan etik bir çerçeve ortaya koyduğu belirtilmekte ve Allah-u Teala’nın emirlerine uyma ve yasaklarından sakınmanın yolu olarak denetçilerin, bu kurallara uyma motivasyonuna sahip olduğu kabul edilir, denilmektedir.

Kararda, “Denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları” da Kur’an’dan ve hadislerden örnekler alınarak ayrıntılarıyla anlatılmakta, etik ilkelerin başlıca dini dayanakları; dürüstlük, insanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi, ihlas, takva,  erdemli olma ve işini mükemmel yapma, Allah-ı Teala korkusuyla davranma ve Allah-ı Teala’ya hesap verilecek olması, başlıkları altında etraflıca irdelenmektedir

Hemen ifade etmek gerekir ki; genelde ticaret, özetle şirketler hukuku alanında dini referanslara dayandırılan bu metni, Anayasamızın laiklik ilkesi ile  bağdaştırabilme imkanı yoktur.

Denetçilerin, denetim görevlerini yaparken bağlı oldukları hukuki ve ahlaki normlar,  uluslararası standartlarla uyumlu bir biçimde, ulusal düzeyde belirlenmiştir.  Bu normların dayanakları kuşkusuz dini değil dünyevidir. Kaldı ki, laik bir ülkede, denetimin etik ilkelerinin dayanağı olarak belirli bir dinin kurallarının referans gösterilmesi, bütün dinlere eşit mesafede olması gereken kamu idaresi için objektif ve tarafsız bir yaklaşım da değildir.

Aslında, dini kurallara atıf yapan böylesi bir hukuki metnin kaleme alınış nedeni bellidir.

Faizsiz bankacılık sisteminin yaratıcısı olan Suudi-Körfez ülkeleri, bu bankalara özel, muhasebe standartlarını da  yürürlüğe koymak için 1991 yılında Bahreyn’de İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Organizasyonunu (AAOIFI)  kurdular. Bu  organizasyonu oluşturanlar, Türkiye gibi bu bankaların faaliyetlerine izin verilen kimi ülkelere AAOIFI  standartlarını kabul etmeleri konusunda baskı yapmaya başladılar. Bugüne kadar, Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) ve  Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarını (UFRS)  kabul eden ülkemizin şimdi ilk kez İslami AAOIFI standartlarını da uygulamak için adım attığı anlaşılıyor. Zaten, kamu sermayeli Ziraat katılım, Vakıf katılım ve Emlak Katılım gibi İslami Finans Kuruluşlarının kurulması, AAOIFI standartlarının resmen kabul edilmesi bağlamında ön açıcı (bilinçli ve giderek zorunlu) bir başlangıç oluşturduğu söylenebilir.

Bu kararın, Cumhuriyet tarihinin, 1928 Anayasa değişikliğinden sonraki dönemi içerisinde dinî referanslı ilk hukuki metin olması ve Sayın Cumhurbaşkanının “İslam bize göre değil, biz islama göre hareket edeceğiz” açıklamasının üzerinden çok kısa bir süre geçmesinin ardından yayınlanmış olması da son derece ilginçtir.

Kararın bir diğer ilginç yönü, metin içerisinde kullanılan terminolojinin de tartışmaya açık olmasıdır. Bir defa, metnin başlığında “ahlak” yerine “etik” ibaresinin kullanılması, düzenlemenin islami kurallar bağlamında yapıldığı düşünüldüğünde yanlış olmuştur. Bilindiği gibi Etik; değerlerini kurallarını ve gelişmişliğini “akıl”dan alır. Ahlak kavramının temellerini ise içerisinde bulunduğu din ve kültür oluşturur. Bir anlamda etik, ahlak kavramının akli temelli modern/seküler versiyonudur da denilebilir. Bu açıdan, metin başlığında “ahlak” kavramı yerine “etik” ibaresinin kullanılması yazıda amaçlanan islami çerçeve bağlamında son derece yanlış olmuştur.  Ayrıca, muhasebe ve denetim hizmetlerinin Farz-ı kifaye olduğu gibi fıkıh açısından kabul edilebilirliği son derece tartışmalı bir ibareye resmi bir metinde yer verilmesi de bu metnin çala kalem yazıya döküldüğü izlenimini vermektedir. Bir defa farz, İslam dininin yapılmasını açık ve kesin emrettiği şeylerdir. Muhasebe ve denetim gibi teknik bir hizmet, farz olarak nitelendirilebilir mi? İslami literatürde ki tartışmalı, farz-ı ayn ve farz-ı kifaye, ayrımları, bu karardaki değerlendirmelerin dayanağı olabilir mi? Olsa olsa “hayırlı iş” ve/veya “sevap” olarak ifade edilebilecek bir faaliyetin farz şeklinde nitelendirilmesi islami terminoloji açısından da yanlış,  abartılı ve hatta gayriciddi bir yaklaşımdır.

Bu gayri ciddiliğinin yanı sıra,  söz konusu karar uygulanabilir de değildir.  Kararda belirtilen etik kurallara uygun davranmayan bir denetçinin bu faaliyetlerinin İslami etik kurallara uygunluğunu denetleyebilecek şer’i bir mahkeme de ülkemizde mevcut değildir.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; gayri ciddi ve uygulanabilirliği olmayan bu hukuki metnin bir bütün olarak anayasamıza ve tek hukuklu sistemimize aykırılığı bir yana,  pratikte çok da bir önemi yoktur. Önemli olan,  laik ve tekçi hukuki yapımızın,  kimi şer’i  hukuki düzenlemelerle yavaş yavaş tahrip edilmeye başlanmasıdır.

Ocak 2019, Ersen YAVUZ