Skip to main content
Baş çelişme, Sosyal bilimler, Avrupa yayılmacılığı – Saffet Bilen

Baş çelişme, Sosyal bilimler, Avrupa yayılmacılığı – Saffet Bilen

Toplumsal hiyerarşinin merkez dışında kalan ülkelerinde toplumsal dönüşümün temel itkisi nedir? İç değişim isteğimi, dış müdahale mi?

Yıllar öncesi bir mahalle derneğinde, yaklaşık altı ay süren bir tartışma hatırlıyorum.

Üç grubun temsilcilerinin yürüttüğü, dinleyicilerin giderek azaldığı bir tartışmaydı bu.

Mao’nun Sol yayınlarından çıkan Teori ve Pratik kitabında yer alan baş çelişme ile ilgili bir iki cümlelik bir tanım üzerinden yürüyordu tartışma.

Temsilciler dönüp dolaşıp aynı cümleyi kendi meşreplerince yorumluyor, diğerlerini oportünistlikle suçluyordu.

Genç bir taraftarımız kulağıma fısıldadı.

Konuşan arkadaşın oportünist olduğunu bir kez daha söylememi istedi.

Ben ne yapacaksın deyince, oley diye bağıracağım dedi.

O zaman aydım ben. Ne yapıyoruz biz diyerek.

Tartışmanın kısır bir döngüye dönüştüğünü söyleyerek tartışmanın bitirilmesini talep ettim.

Sonlandı.

Sol camianın iki ünlü yazarı arasındaki yazılar bana bu olayı hatırlattı açıkça.

Ama bu tartışma önemlidir.

Bir diğerini alt etmek amacıyla değil, yolu netleştirmek için yürütülmeli.

Başlangıç olarak şu soruya cevap gereklidir bence.

Toplumsal hiyerarşinin merkez dışında kalan ülkelerinde toplumsal dönüşümün temel itkisi nedir? İç değişim isteğimi, dış müdahale mi?

Bu sorunun cevabını Marks veriyor, verdi yıllar önce Komünist Manifesto’da.

“Durmadan yeni sürüm pazarları edinme gereksinimiyle itilen burjuvazi, yeryüzünün tümünü istila ediyor. Her yere girmesi, her yere yerleşmesi, her yerde ilişkiler kurması gerekiyor.

Dünya pazarını sömürmekle burjuvazi, bütün ülkelerin üretim ve tüketimine kozmopolit bir karakter vermektedir. Sanayiyi ulusal temelinden yoksun bırakması, tutucuların mutsuzluğu olmuştur. Eski ulusal sanayiler yıkıldı ve her gün yıkılıyor. Bunların yerini, kuruluşları bütün uygar uluslar için bir ölüm-kalım sorunu durumuna gelen yeni sanayiler alıyor; bu yeni sanayiler artık, ülke içinde üretilen hammaddeleri değil, en uzak yerlerden getirilen hammaddeleri kullanıyorlar, ve ürünleri de, yalnızca ülke içinde değil, tüm dünyada tüketiliyor. Eskiden ulusal ürünler tarafından karşılanabilen gereksinimler yerine, artık karşılanması uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinimler doğuyor. Eski yöresel ve ulusal yalıtıklık ve kendi kendine yeterlik yerine, her yönde ilişkilerle ulusların birbirine evrensel bağımlılığı görülüyor. Ve maddi üretim için doğru olan, manevi üretim için daha az doğru değildir. Ayrı ayrı ulusların entelektüel eserleri ortak servet haline geliyor. Ulusal tek yönlülük ve dar görüşlülük gün geçtikçe daha da olanaksızlaşıyor, sayısız ulusal ve yöresel edebiyattan bir dünya edebiyatı doğuyor.

Üretim aletlerinin hızla gelişmesiyle ve ulaştırma araçlarının her gün daha yüksek bir düzeye ulaşmasıyla, burjuvazi, en barbar kavimleri bile uygarlığın seline katıyor. Ürünlerinin ucuzluğu, bütün Çin setlerini döğüp yıkan ve yabancılara karşı en inatçı bir düşmanlık duyan barbarları boyun eğmeye zorlayan ağır toplardır. Burjuvazi, bütün ulusları, yok olma olasılığıyla karşı karşıya bırakarak, burjuva üretim biçimini kabullenmeye zorluyor; bu uluslar direnseler de onları kendisinin uygarlık dediği şeye ayak uydurmaya, yani burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, burjuvazi, kendisine tıpatıp benzeyen bir dünya kurmaktadır.”

Bir de, Times, 16 Kasım 1858’ de İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratford de Redcliffe’in Alsancak istasyonunun temel atma töreninde yaptığı konuşmaya bakalım:

“Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye’ye girişini kolaylaştıracak faydalı bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Hepinizin bildiği gibi Türkiye’nin yeniden canlandırılmasında Avrupa’nın her zamankinden daha çok çıkarı vardır. Batı uygarlığı Levant kapılarına geldi dayandı. Şimdiye kadar geçmeyi pek başaramadığımız bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda, zor kullanarak, bu kapıları açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce, hatta daha fazlasına sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim. Türkiye’nin damarlarına yeni ve taze kan aşılayacak olan bu demiryolu gibi üretken girişimleri desteklemek, hükümetimizin en başta gelen görevleri arasındadır.”

Dönüşüm, iç dinamiklere dayalı değil, Avrupa müdahalesi ile gündeme geldi.

Bu noktada sorulması gereken soru ise;

Bu dönüşüm kime yarar, yaradı?

Sorusudur.

Olayların nasıl geliştiğine kısaca göz atmak bize cevabı verir.

Amerika hızla sömürgeleştirildi. Meşruiyet sağlayacak teorik açıklamalar da zamanla oluştu.

Avrupa’nın genişlemesinin kavramsal çatısını kurma; neden doğal, cazip ve karlı olduğunu açıklama; ve ele geçirilen ve sömürülen toplumları sınıflandırıp Avrupalılara boyun eğmelerinin ve işgücü, toprak ve ürün sağlamalarının hangi sebepten doğal olduğunu ortaya koyma çabasını gerektiriyordu.

Yeni Dünya’ da sömürgeciliğin temelleri hızla atıldığından Avrupalıların bölge halkları ile ilgili düşünceleri de hızla oluştu. İşin başında, 16. yüzyıldaki ilk büyük ölçekli altın taşımacılığından itibaren, çabaların karşılığı fazlasıyla alınmıştı. Doğru yoldaydılar.

  1. yüzyıl İspanya’sının ana tartışması, Yeni Dünya yaşayanlarının nasıl sınıflandırılacağı üzerineydi.

*İnsanlar mı?

*Hıristiyanlığı kabul edebilirler mi?

*Ederlerse köleleştirilebilir mi, köleleştirmek doğru olur mu?

Başlıca tartışma başlıklarıydı.

İspanyol sömürgelerindeki direnişin üstesinden gelmek zor olmadı. Çiçek mikrobu Beyaz Avrupalılar adına bu işi hızla çözdü. Salgın yerli halkın %80’ini kısa sürede yok etti. Hayatta kalan Amerikalılar sömürgecilik karşısında teslim olmaya mecbur kaldılar.

  1. yüzyılda çalışacak nüfus sorunu Afrikalı köleler devreye sokularak çözüldü. Brezilya ve Antillerdeki köle plantasyonlarında Afrikalı köleler acımasız koşullarda çalıştırıldılar.

Onlarda;

Doğaları gereği Avrupalılardan aşağıydılar,

Cesaretten, özgürlük sevgisinden, akılcılıktan yoksundular.

Bu insanların da gelişebilmeleri Avrupa egemenliğini, dolayısıyla yayılmayı kabul etmelerinden geçiyordu.

19 yy başlarına kadar Latin Amerika dışındaki bölgelerde, Kuzey Amerika, Afrika ve Asya’da sahil bölgeleriyle sınırlı kaldı sömürge alanları. Kuzey Amerika’da Kızılderili direnişi, Afrika da özellikle kuzey bölgelerinde Osmanlı varlığı, Hindistan’da Babürlüler ve Çin Avrupa yayılmasına set oldular. Hepsi gelişmiş toplumlardı. Devlet gelenekleri binli yıllara dayanıyordu. Buralarda çiçek mikrobu da işe yaramıyordu. Yaratıcılık, akılcılık ve cesaret anlamında kendilerinden ileriydiler. Bir tek eksiklik vardı, dinleri. Bunlar Şark despotluklarıydılar. Değersizleştirme ve dışlama üzerine kurulu sömürgecilik meşruiyet zemini bu ülkelere göre yeniden tanımlanmalıydı.

Durum Hindistan’ın sömürgeleşmesi ile hızla değişmeye başladı.

Her bölgede farklı bir rota tutturuldu. Osmanlı’da ana yöntem ulusçuluk oldu. İmparatorluk parçalandı, Balkanlarda kendilerine direnemeyecek küçük devletler ortaya çıktı. Ortadoğu ve kuzey Afrika işgal edildi. Çin’de afyon ticareti ile toplumu felç etme yöntemi kullanıldı. Afrika’da açık işgale uğradı.

Biyolojik ve toplumsal yapılar basitten karmaşığa, geriden ileriye ilerleyerek gelişiyordu. İlerlemeci bakış kültürel farklılıkları anlamlandırmanın ve diğer kültürleri değersizleştirmenin aracı oldu.

Avrupa toplumsal gelişmenin zirvesi idi. Tüm Dünya gelişmek istiyorlarsa onları takip etmeliydi. Bu arada, bir önceki dönemin tüm değersizleştirme argümanları dinsel içerikten arındırılarak yeniden ortaya atıldılar.

Sömürgecilik sürecinde Avrupalı olmayanlar hakkında söz edilen bilgiler ciddi çarpıtmalara sahipler. Bu bilgiler üzerine bina edilen kuramlar sistematik olarak çarpıktır. Çarpıtma 19. yüzyılda Avrupalı olmayanlara ilişkin antropolojik, coğrafi, tarihsel, ekonomik ve siyasi kuramların çoğunluğunda var. Sosyal bilimler Avrupa yayılmasının emrindedir açıkçası. Her yeni olgu Avrupa’nın yükselişine uygun hale getirilmiştir.

Bilgi sömürgeciliğin işine yarayacak yeni kuramlara yönlendirildi. Politikaları belirleyenler, politikaların belirlenmesine etkin olarak katılan ya da benzer doğrultuda düşünen entelektüeller bilimsel ve hukuki kuramlar oluşturdular. Örneğin; İngiltere’de sözü geçen tarihçilerin, toplum kuramcılarının, hatta romancı ve şairlerin neredeyse tümü Doğu Hindistan Kumpanyası, Sömürge Bürosu’nun yanı sıra özel ve kamuya ait imparatorluk kurumları ile doğrudan bağlantılıydılar. Thomas Robert Malthus, John Stuart Mill, Thomas Babington Macaulay, William M. Thackeray, Rudyard Kipling aralarından bazıları.

Konuyu dağıtmadan Darwin’in ortaya attığı evrim teorisinde ilerlemeci bir bakış olmadığını belirtelim. Bu akımın en tanınmış ismi Herbert Spencer’dır. 20 yy da bayrağı ondan Gordon Childe devraldı. Ünlü Kapitalizme muhalif tüm isimler bu fikri şemsiyenin altındaydılar. Marks, Engels dahil. Proletarya’ya dayalı toplumsal dönüşüm fikriydi, onları bu bakışa iten. Ülkemiz açısından önemi olan isimse Gordon Childe’dir. Taraftarı ve okuru boldur bu yazarın.

Avrupa’nın kendi dışındaki dünyaya müdahalesi ve amacı çok açık. Bir tek dürtü var yağma. Direnişi kırabilmek içinse her yol mubah.

Bu durumda sorulması gereken soru da açıkça beliriyor.

Hala önümüze Sosyal Bilimlerin sıraladığı argümanlarla düşünmeye devam etmeli miyiz?

 

                                                                                                                                                         1 Kasım 2022, Saffet Bilen