Skip to main content
Birinci Meşrutiyet ve Monarşik Parlamenter Rejim – Haluk Başçıl

Birinci Meşrutiyet ve Monarşik Parlamenter Rejim – Haluk Başçıl

II. Abdülhamit altından kalkınması zor iç ve dış sorunlarla baş edebilmek ve dağılan imparatorluğu toparlamak amacıyla elinde tuttuğu egemenlik ve yönetim erkini daha da güçlendirmeye yöneldi. Meclisi fes etti ve mutlak monarşiye geçti. Otuz üç yıl süren istibdat rejiminde de sorunlar çözülmedi. Tam tersine daha da arttı.

İlk Osmanlı Parlamentosu ve Seçimler

On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı devletini iç politikada en çok zora sokan sorun Balkanlardaki Hıristiyan Milletlerin ayrılıkçı eylem ve politikaları, ulusal bağımsızlık mücadeleleri oldu. Ayrılıkçı etnik milliyetçilerin diğer etnik gruptan insanları zorla yerinden yurdun etmeye yönelik terör eylemleri, Hıristiyan-Hıristiyan, Hıristiyan-Müslüman çatışmaları nedeniyle Balkanlarda iç savaş yaşanıyordu. İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya, Almanya ve Rusya’nın, Düveli-muazzamın ayrılıkçı milliyetçileri desteklemesi, Osmanlı karşısında onların vasiliğine soyunmaları ile sorun daha da ağırlaşıyordu. Osmanlı devleti ayrılıkçı komitacıların şehirlerde çıkardığı kitlesel isyanları, silahlı çetelerin Müslüman köylerine yaptıkları baskı, katliam ve yağmalama eylemleri, Osmanlı ordusunun ayaklanmaları bastırması, çeteleri ezmesi vb. gelişmelerle Balkanlar patlamaya hazır barut fıçısıydı.

Osmanlı ordusu 1875’te Hersek’te,  1876’de de Bulgaristan ortaya çıkan ayaklanmaları bastırdı. Osmanlıya savaş açan Sırp, Karadağ birliklerini de yendi. Zor duruma düşen ayrılıkçı milliyetçilerin yardımına koşan Düvel-i muazzam Osmanlı devletine savaşı durdurması ve 23 Aralık 1876’da Balkanlar sorununa ilişkin İstanbul’da Uluslararası Konferans” toplanması için ültimatom verdi. “Yabancı güçleri – Düvel-i muazzamı-, Balkanlarda reformlar yapılması maskesi altında devletin iç işlerine müdahaleden alıkoymak” için Padişah da konferansın toplandığı gün Kanuni Esasi (anayasa) ilan etti. Osmanlı heyet başkanı da Düvel-i muazzam elçilerine toplantı esnasında duydukları top seslerinin anayasal rejimi ve parlamenter sistemi duyurduğunu söyleyerek toplantıyı sonlandırıyordu.

İlan edilen 1876 Anayasası’nda padişahın üstün gücünü sınırlayan hiçbir hüküm yoktu. Padişah eskiden olduğu gibi; vergileri belirlemesi, para basılması, yabancı devletlerle anlaşmalar yapılması, harp ve barış ilanı, kara ve deniz kuvvetlerinin kumandası, askeri harekât yapılması, şer’i hükümlerin uygulanması, cezaların hafifletilmesi veya affı, memurlara rütbe ve nişan verilmesi gibi yetkilerini aynen koruyordu. Oluşturulan parlamento da Avrupa’da olduğu gibi, ülke içinde ortaya çıkan karşı güç odağının padişahın mutlak otoritesini sınırlayan bir girişimi değildi. Egemenlik padişahın elindeydi. Padişahın lütfu ile geçilen “Parlamenter rejim” de:  

  • Siyasi partilerin olmadığı bir ortamda 80’i Müslüman 50’i gayri Müslim olmak üzere 130 mebusun illerden “seçilerek” geldiği Meclisi Mebusandan,
  • Başkan ve üyelerini padişahın seçtiği Ayan Meclisinden oluşuyordu.

Açılışta her iki güç odağının: düvel-i muazzam elçilerinin geniş katılımı ve padişah ile yönetici kesimin tam kadro varlığı gölgesi Meclisin üzerindeydi:

  • Padişah parlamentoya getirttiği altın tahtında oturuyordu.
  • Padişahın
    • Sağında sadrazam ve hükümet üyeleri, gayrimüslim milletlerinin ruhani liderleri, Şurâ-yı Devlet ve adliye erkânı,
    • Solunda da şeyhülislâm, kazaskerler, ilmiye ve yüksek mahkemelerin reisleri ve askeri erkân yer alıyordu.
  • Ayan ve Mebusan Meclis üyeleri de bu hiyerarşik düzenlemenin iki yanında yer alıyordu.

Parlamento karşı bir iktidar odağının zoru ile değil, padişahın ve yönetici erkin belirlediği mebuslardan oluştuğundan onlarda kulluk kültürüne ve davranış kalıplarına uygun bir konumda olarak açılış töreninde yer aldılar.

Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan parlamentolardan görev ve yetkileri itibariyle de farklıydı. Bir nevi “danışma meclisi” niteliğindeydi.

  • Egemenlik ve erki elinde tutan padişah, yürütmenin başıydı. Hükümet meclise karşı değil padişaha karşı sorumluydu.
  • Sadrazamın –başbakanını-, Şeyhülislamın ve Bakanlar Kurulunun tayini ve azli yetkisi padişaha aitti.
  • Meclisi ve hükümeti fesih etme yetkisi tek başına padişaha aitti.
  • Meclisin kanun çıkarılması ve yıllık bütçenin kanunlaştırılması sürecinin bir parçasıydı:
    • Yeni kanun teklif etme veya eskileri değiştirme hakkı mecliste değil padişahın belirlediği hükümette idi.
    • Kanun teklifi önce Şûrâ-yı Devlet’e görüşülüyor, ardından hükümete/mebuslara gönderiliyordu.
    • Mebusan Meclisinde kabul edilen bir kanun tasarısı, Ayân meclisine geliyor, orada da kabul edildikten sonra padişaha sunuluyor ve onun onayı ile kanunlaşıyordu.
    • Padişahın reddettiği kanun tasarısı aynı yıl içinde tekrar meclis gündemine gelmiyordu.
  • Mebusan Meclisi toplantıları açıktı. Oylamalar, ayağa kalkarak, el kaldırarak ya da oy pusulalarıyla –bazen da gizli oyla- yapılıyordu.
  • Ayan meclisinin toplantıları gizliydi.

Mutlak monarşi içine monte edilen meclis, devlet içinde tek ve en büyük otorite olan padişahın yasama, yürütme ve yargı yetkisi üzerinde hiçbir ağırlığı yoktu. Bu haliyle bile, padişahın “parlamenter rejim”i ancak bir yıl sürdü. Sultan II. Abdülhamit meclisi, “93 Harbi” ni ve ülkede yaşanan olağanüstü durumu gerekçe göstererek 14 Şubat 1878’de kapattı.

II. Abdülhamit “parlamenter rejimi” iki nedenle sonlandırdı:

    • Birincisi, Osmanlı-Rus savaşına ilişkin, mecliste mebusların kendisini hedef alan eleştirileriydi:
      • Savaşın muharebe meydanından değil, saraydan yönetilmesi,
      • Batı’da: Bulgaristan dahil Trakya’nın İstanbul surlarına kadar olan bölgenin, Doğuda da Erzurum dahi bu bölgenin kaybedilmesi,
    • Diğeri: Balkanlardan gelen Sırp, Arnavut, Bulgar-Makedon, Karadağ, Rum, Romen, Utah Hıristiyan Millet mebuslarının ayrılıkçığı destekleyen konuşmaları ve savunuların Balkanlar sorununu daha da arttırmasıydı:
      • Toprak bütünlüğü içinde ortak çözümler aramak yerine ilan edilen anayasaya da aykırı bir şekilde ayrılıkçığı destekleyen konuşmalar,
      • Her bir Hıristiyan milletin İstanbul Patrikhanesinden ayrılarak kendi milli kiliselerini kurmasını, kiliseye bağlı cemaat okullarının açılmasını, ayrılıkçı derneklerin çalışmalarını desteklemeleri,
      • Ayrılıkçı milliyetçilerin iç içe bir arada yaşadıkları topraklarda etnik kimlikçi kiliseler ve okulları arasında yaşanan sorunlarda mebusların etnik kökenine göre birbirini suçluyorlar ve kavgalara varan tartışma yapmaları,
      • Hıristiyan mebusların, Balkanlar sorunun kaşıyıp, kışkırtan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan, İtalya, Almanya elçileri ve devlet adamlarıyla yakın ilişkiye girmeleriydi.

II. Abdülhamit, Avrupa devletlerinin önerdiği ve Hıristiyan milletlerin temsilcilerinin, Patrikhanenin de dile getirdiği “reformların”, anayasal düzen ve parlamenter rejimin Balkanlar sorunun rahatlatacağını düşünüyordu. Ancak gelişmeler düşündüğü gibi olmadı. Meclisteki Hıristiyan milletlerin mebusları Osmanlı kimliği altında bir arada yaşama yerine otonomi-bağımsızlık taleplerine destek vermeleriyle “parlamenter rejimin” Balkan sorununu daha da arttırdığını kanısındaydı.

Mebuslar, II. Abdülhamit’in anayasayı askıya alarak meclisi tatil ettiğini ertesi gün Meclise geldiklerinde öğrendiler. Sessiz bir şekilde, “kulluk kültürüne uygun olarak” boyun eğdiler ve seçildikleri memleketlerine geri döndüler. Zaten meclisi açan da kapayan da efendileri padişahtı.  Ortada garipsenecek bir durum yoktu.

Osmanlı-Rus savaşının da getirdiği ek ekonomik ve toplumsal sorunlarından altından kalkmak için Sultan II. Abdülhamit elinde tuttuğu egemenlik ve yönetim erkini daha da güçlendirmeye yöneldi. Meclisi fes etti ve mutlak monarşiye geçti. Otuz üç yıl süren istibdat rejiminde de sorunlar çözülmedi. Tam tersine daha da arttı. 

Devam edecek: İkinci Meşrutiyet ve Monarşik Parlamenter Rejim

26.11.2021 Haluk Başçıl