Skip to main content
Cumhuriyetimizde MİTLER ve GERÇEKLER – Mehmet Tanju AKAD

Cumhuriyetimizde MİTLER ve GERÇEKLER – Mehmet Tanju AKAD

Her toplum bazı mitlerle birlikte yaşar. Bunların bazıları yarım yamalak tarihi olaylardan türetilmiş olup, gerçeklikle ilgisi nesiller içerisinde kaybolup gitmiştir. Bazıları ise daha yakın zamanlarda üretilmiştir. Bunların da gerçekliğe daha yakın olduğu ileri sürülemez. İşin aslı, durum bunun tam tersidir, çünkü mitler çoğu zaman, toplumların var olan gerçeklikle başa çıkamadıkları veya bununla yaşayamayacakları için uydurulmuştur. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar Alman işgaline karşı direniş mitini uydurdular. Evet, gerçekten Fransa’da işgale karşı direnen yurtsever unsurlar vardı ama faşizm ve işbirlikçilik daha yaygındı. Direniş daha çok Almanların yenileceğinin iyice belli olduğu 1943’te, yani işgalin dördüncü yılına girildiğinde başlamıştı. Daha sonra da yılar boyunca işgalden sonra 55.000 işbirlikçinin idam edildiği bilgisine inandık. Ama yeni bilgiler bu rakamın da aşırı abartılı olduğunu ortaya koydu. Fransızlar bu mitlere kendilerini de inandırarak teslimiyetin utancını azaltmaya çalışmıştı.

Her ülkenin mitleri vardır. Bunların bir kısmı da kuruluş efsaneleridir. Örneğin Osman Bey’in büyük bir imparatorluk kuracağının rüyasını görmesi veya Türklerin sallarla Çanakkale Boğazı’nı aşıp Rumeli’nin fethine girişmeleri gibi. İlkokulda iken, ay ışığında sırıklarla idare edilen salların üzerindeki gazileri gösteren bir poster okulun duvarında asılı dururdu. Tabii, buna ancak hayatında sala binmemiş ve deniz görmemiş saftirikler inanabilirdi, ama o zaman sorguladığımızı hatırlamıyorum. Öyle bir sal daha ilk saniyede kontrolden çıkar ve savaşçılar Ege’de kaybolurdu. Atalarımız ilk yıllarda ya küçük tekneleriyle, ya da Cenevizlilere avuç dolusu para ödeyerek karşıya geçerdi. Laf Çanakkale’den açılmışken Fransızlar da, krallarının Truvalı Aenas’ın soyundan geldiğini ileri sürerdi.

Sadece kuruluşta değil, daha sonraları statükonun devamından yana olanların da, tıpkı değişimden yana olanlar gibi, isteklerini haklı gösterecek ve meşrulaştıracak mitleri olur. Mitler siyaset yapanlara haklılık ve meşruiyet kazandırmaya yöneliktir. Ne var ki bu mitlerin hepsi gerçeği çarpıtır ve sonuçta ülkenin bütünü için zararlı olur. Kafaları bulandırır ve tek yanlı bir yönde bakmaya iter. Her zaman bu mitleri teşhir etmek ve geçmişe gömmekle yükümlüyüz. Ne var ki, insanları ve toplumları inandıkları mitlerden uzaklaştırmak zordur, çünkü bunlara inanmak onlar için sosyal işlevi olan bir ihtiyaçtır. Bu genel girişten sonra, gelelim günümüzün mitlerine.

Türkiye’de Cumhuriyet rejimine karşı olanların yarattığı ve kullandığı mitler, diğerleri gibi yalan veya en azından aşırı abartılıdır. Bunların bazıları: Cumhuriyet’in Sünnilere baskı yaptığı, Cumhuriyet’in Alevilere baskı yaptığı, Yavuz Sultan Selim’in katliamcı olduğu, zaten Osmanlıların da Türk olmadıkları gibi şeylerdir. Sanki dünyada Türk yoktu da biz geçen hafta cinin şişesinden çıktık. Osmanlıların azınlıklara zulüm yaptığı, Cumhuriyet’in Rumelililerin işi olduğunu, Anadoluluların dışlandığını söyleyenler de vardır. Daha neler. Bunlar insanları muhalif yapmak veya belli kamplara çekmek için kullanılır. Cumhuriyet döneminde etnik unsurlara baskı yaptığı da abartılır ama bu konuda maalesef, 6-7 Eylül veya Edirne olayları gibi kötü örnekler yaşanmıştır. Söz konusu işlerin asla en ufak bir mazereti olmaz ve ebediyen kınayacağız ama, bunlar dünyada yapılanlarla karşılaştırıldığında devede kulak bile değildir. Ama düşmana malzeme gerekir. Ya da, sanki Yavuz Sultan Selim’in işi yoktu da “varayım gideyim, şu Alevileri bir keseyim” demiş. Bunlar İran ile savaş çerçevesinde Erdebil’de yetiştirilip, Anadolu’yu karıştırmak için gönderilen kızıl börklü dervişlerin imhası olayıdır ki, muhtemelen onlara destek olanlar arasından da telef olan bir miktar çıkmıştır. Hangi devletin hükümdarı savaş sırasında, düşmana yakın topraklarında isyan ister. Yavuz, bunu ileri sürenler gibi,  aklını peynir ekmekle mi yemiş?

Bunların yanı sıra bazı direniş kahramanları yaratılmaya çalışılır. Geçmiş efsaneler canlandırılır. Baba İshak ve Şeyh Bedrettin ile Deniz Gezmiş arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılır. Bunun karşısında, bazı olaylar da gizlenir, nitelikleri örtülür. Ortada, tam olarak bilinmeyen, değerlendirilmemiş sayısız olay vardır. Tam olarak bilinmedikleri için de her tarafa çekiştirilip durulur. Mesela Yunanlılarla işbirliği yaptığı için idam edilmiş bir din adamı bu yönü gizlenerek kahraman yapılır. Ya da asi bir aşiret reisinin İngiliz işbirlikçisi olduğuna kimse değinmez. Ya da hiçbir lafında en ufak bir anlam olmayan bir meczup, saçma sapan bir risale yazıp tarikat reisi olarak saygı görür ve onun adını kullanan bir cemaat ülkede darbeye kalkışacak kadar güçlenir. Ayrıca birçok kişi darbelerdeki yabancı parmağını görmezden gelir. Bu mitler kullanılmasa, ordu generallerinin yarısı hain mi olurdu? Ya da soruyu şöyle sormalı: Generallerin yarısının meczupların peşine düşecek kadar aptal, ajan olacak kadar hain olmalarını nasıl açıklamalı? Ve ordu üst kademesinin en az beş nesli, hangi mitlerin esiri olarak gaflet, delalet ve hıyanet içine düştü?

Keza, bir yandan ite kaka kahramanlar yaratılmaya çalışılırken, diğer yandan da bazı gerçek kahramanlar, örneğin Kurtuluş Savaşımızın liderleri hakkında iftira atılır. Din istismarcıları bunu çok yapar. Solcular D. Gezmiş ve M. Çayan’dan mit yaratmaya çalışır. Hatta, İ. Kaypakkaya’dan da mit çıkaranlar oldu. Bunların yaptıkları işlere nasıl girdikleri, nasıl sürüklendikleri, hatalarının ülkemizde nelere mal olduğunu, solu nasıl mahvettiğini kimse incelemez. Varsa yoksa kahramanlık, yiğitlik. Bunları daha önce de yazdık, yiğitlik dışında hiçbir savunma gelmedi. Gelemezdi de ondan. Yiğitliği teslim et ama tarihteki yerine de oturt, ama tık yok. Bülent Ecevit de, elhak namuslu, ilkeli ve Cumhuriyet’e bağlı bir kişiydi, ülkeye bazı hizmetleri de oldu. Ama “Karaoğlan” miti tutmadı, çünkü o zamana kadar hayalci kişiliği anlaşılmış, becerikli politikacı kumaşına sahip olmadığı görülmüştü. Tabii, Süleyman Demirel’in “Çoban Sülü” imajı da 1960’ların sonunda ağızlardan düşmezdi. Erbakan için dahi profesör dediler, hatta-sanki-neredeyse 100 yıllık dizel motoru o icat etmişti ama dehasına dair somut bir kanıt gösterilemedi. Türkeş için de “Başbuğ” miti yaratıldı ama kimler tarafından yönetildiği, Almanya’da niçin çuvallar dolusu parası olduğunu gündeme getirmediler. Ailesi bu parayı ülkeye taşırken birbirine düştü, sırlar ve paralar ortalığa saçıldı. İşte sana Başbuğ. Ekonominin “e”sinden bile anladığı çok şüpheli olan Çiller’i de lanse ederken az şişirmemişlerdi ama neyse ki çabuk gözden düştü. Ya Özal’a suikast konusu bir mit yaratma çabası mıydı, yoksa başka bir şey miydi? Mitlerle örülmüş bir tarihten herkes kendine göre sonuç çıkarır.

Ülke insanlarımızın çok azı mitlerle gerçekleri ayırt edebilecek, hatta bunları sorgulayabilecek niteliktedir. Ama bu, çoğu ülke için öyledir. Adolf Hitler gibi bir onbaşıyı başkomutan yapan Almanya için ne demeli. Bugün akıllı geçiniyorlar, utanmadan bir de dünyaya akıl veriyorlar. İnsanların mitlerin peşine takılması, işlerin düzelmemesinin nedenlerinden birisidir. Zaten politika yapmaya kalkan herkes ya mit yaratma, ya da eski mitleri kullanma peşine düşüyor. Sonra “biz niye adam olmuyoruz” diye sızlanma. Kendi kafanıza bakın. Bu ve diğer mitleri hiç düşündünüz mü? Kendi mitleriniz nelerdir. Bunları ne kadar sorguladınız. Sonra çıkın, istediğiniz kadar konuşun. 

Mehmet Tanju AKAD, Haziran 2019