Skip to main content
Ekonomik Faaliyetler ve Ticari Aktörler – Ersen YAVUZ

Ekonomik Faaliyetler ve Ticari Aktörler – Ersen YAVUZ

Ticari hayata birlikte ortaklaşarak katılmak isteyenler, bu şirket türlerinden hangisini,  hangi nedenlerden dolayı tercih edeceklerdir. Temel sorun ve soru budur.

Ekonomik faaliyetlerin tarım, sanayi ve hizmetler olmak üzere üç ana sektör içerisinde  gerçekleştiğini hepimiz biliriz.  Bu sektörlerde ücretli-hizmetli olarak başkası adına değil de işveren konumunda kendi adına, bağımsız olarak çalışmak isteyenlerin hukuki pozisyonlarını nasıl oluşturacakları, bir başka deyişle ticari bir aktör olarak pratikte hangi hukuki pozisyonu tercih etmeleri gerektiği hususu bu yazımızın konusudur.

Bu bağlamda ilk olarak üzerinde durulması gereken, ekonomik faaliyete bağımsız bir aktör olarak iştirak edecek kişilerin tacir mi, yoksa esnaf sanatkar olarak mı faaliyete başlayacakları konusudur.

Türk hukukunda tacir ile esnaf ayrımını belirleyen temel ölçüt,  işletmenin muhtemel iş hacmi ile bu işletmede kişinin  bedenen çalışıp çalışmadığı hususudur.

Gerçekten de tacirin, işletmesinde fiilen çalışma zorunluluğu bulunmamasına karşın, esnafın iş yerinde çalışma mecburiyeti vardır. Esnaf, gelir seviyesi ancak geçimini temin edecek kadar düşük olan, kendi işletmesinde bedenen çalışan ticaret ve sanat erbabı olduğu halde Tacir, gelir düzeyi esnaf işletmesi boyutunu aşan kişi olarak tanımlanır. Esnaf-Sanatkarın gelir düzeyinin ne olması  gerektiği hususu vergi  mevzuatına atıfta  bulunularak çözümlenmiş, bu konudaki ölçüt, işletme hesabına göre defter tutma limitlerinin yarısının altında kalan kazanç düzeyi olarak  belirlenmiştir. 

Tacir ve/veya esnaf-sanatkar olarak faaliyette bulunmanın vergisel  mükellefiyetler açısından da  farklılıkları vardır. Tacirler, bilanço esasına göre defter tutmak zorunda oldukları halde esnaf ve sanatkarlar, gelir düzeylerine göre İşletme Hesabı Esası  çerçevesinde deftere tabi tutulabilecekleri  gibi defter tutmadan basit usule tabi olarak da faaliyette bulunabileceklerdir. Hatta kanunda öngörülen sınırların altında gelir elde eden vergiden muaf esnaf ve sanatkarlar kesimi de mevcuttur.

Böyle olunca ticari hayata bireysel olarak, birileriyle ortak olmadan atılmak isteyenlerin, öncelikle tacir mi yoksa esnaf-sanatkar olarak mı faaliyetlerine başlayacaklarına karar vermeleri gerekir.  Kuşkusuz “tacir” modeli, esnaf-sanatkara göre  ticari gelişmeye ve büyümeye çok daha elverişli bir ticari yapıdır. Gelir durumundaki muhtemel gelişmelere göre bu kategorilerden birinden diğerine geçmek de her zaman mümkündür.

Ticari faaliyete daha çok bireysel olarak, herhangi bir kişiyle ortak olmaksızın atılmak isteyenler için öngörülen bu tacir ve esnaf-sanatkar kategorilerinin yanı sıra hukukumuzda, başkalarıyla ortak olarak kurulabilecek ve adına şirket (ortaklık) dediğimiz kurumsal yapılar da mevcuttur. Yeni ticaret kanunumuz, Avrupa Birliği mevzuatına uyum bağlamında tek ortaklı şirketlerin kuruluşuna imkan tanımış olsa da,  esas itibarıyla “şirket” kavramı birden fazla girişimcinin bir araya gelerek kurduğu “ortaklık” lar olarak tanımlanır.

Burada üzerinde durulması gereken konu, hangi şirketlerin hangi tür ticari faaliyet ve/veya ortaklıklar için uygun olduğudur.

Gerçekten de; sermaye şirketi dediğimiz anonim ve limited şirketler ile hisseli komandit şirketler,  ortakların üçüncü kişilere (başta alacaklılar ve devlet olmak üzere) karşı sorumluluğu, koydukları sermaye ile sınırlı olan ortaklıklardır. Şahıs şirketleri dediğimiz kollektif şirketler ise işleyişindeki pratik uygulamalara ve süratli karar alma süreçlerine karşın, ortaklarının üçüncü kişilere karşı olan sorumluluğu, bütün şahsi malları ile (sınırsız) olan ortaklık türüdür. Yine şahıs şirketi olarak nitelendirilen komandit şirketlerin ortaklarının bir kısmının üçüncü kişilere karşı sorumluluğu sınırsız iken (komandite ortaklar) diğer bir kısmının sorumluluğu yalnızca şirkete koydukları sermaye ile sınırlıdır ( komanditer ortaklar).

Ticari hayata birlikte ortaklaşarak katılmak isteyenler, bu şirket türlerinden hangisini,  hangi nedenlerden dolayı tercih edeceklerdir. Temel sorun ve soru budur.

Uygulamada, sermaye şirketi kurmak isteyenler genelde 5 bin TL gibi küçük bir sermaye ile işe başlamayı yeterli görürlerse limited şirket, 50 bin TL ve yukarısındaki bir miktarı sermaye olarak koymak isterlerse anonim şirket türünü tercih etmektedirler.

Daha açık söyleyişle uygulamada limited şirketler, küçük anonim şirketler olarak kabul edilip ona göre tercih edilmektedir. Bu konuda vergi ve sosyal sigorta ile ilgili kanunların her iki şirket türü için öngördüğü sorumluluklar da ( özellikle vergisel sorumluluklar) şirket kuruluş tercihlerinde göz önünde bulundurulmaktadır. Nitekim, son dönemde devletin vergi alacakları yönünden limited şirketlerin ortaklarına, şirketi temsil yetkisine sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın getirilen müşterek sorumluluk, kuruluşta limited şirketlerin tercih edilmemesine neden olmaya başlamıştır ( Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu. E.2013/1,K.2018/1 sayılı ve 11.12.2018 tarihli karar. Resmi Gazete: 20.6.2019/30807).

Kuşkusuz yasalarımız bu iki şirket türünü sermaye miktarlarına göre tercih edilmesi gereken birer yapı olarak öngörmemiştir. Uygulamada yaygın olan ve limited şirketlerin,  küçük anonim şirketler oldukları şeklindeki yaklaşım son derece yanlıştır. Kanun koyucu, anonim şirketleri, ortakların koydukları sermaye miktarını esas alan ve şirket sermayesinde ağırlığı olanın, şirket yönetiminde de ağırlığının olacağı bir yapı olarak organize ederken, limited şirketler için çok daha farklı bir yapı öngörmüştür. Nitekim limited şirketler, koyabilecekleri sermaye sınırlı ama iş tecrübesi ve bilgi birikimi daha fazla olan,  proje ve misyon sahibi birileriyle, şirkete yüksek sermaye koyabilecek sermayedarları aynı çatı altında denge içerisinde tutabilecek bir yapı olarak düşünülmüştür.  Bu modelde, sermayesi olanla projesi olan aynı yapı içerisinde biri-birlerinden bağımsız olarak hareket edemeyecek, birisi diğeri üzerinde tahakküm kuramayacaktır.  Kimi yasal çoğunluklar, düşük sermaye koyan ortakların da yönetimde söz ve karar sahibi olabilecekleri şekilde düzenlenmiştir. Son zamanlarda bazı tekil ve özel sorunların çözümü amacıyla ve son derece yanlış bir yaklaşımla, limited şirketleri anonim şirketlere yaklaştıracak şekilde, sermaye çoğunluğuna öncelik ve ağırlık veren kimi hukuki düzenlemeler yapılmış olsa da sistem, yürürlükte olan pek çok toplantı ve karar çoğunluğu hükmüyle, yukarıda özetlediğimiz ana mantığını bugün de muhafaza etmektedir.

Şahıs şirketlerinden olan Kollektif şirketler ise daha çok biri birlerini yakından tanıyan, biri birlerine güvenen kişilerden ve genelde aile fertlerinden (örneğin: baba ve evlatları) oluşan ortaklıklar şeklindedir. Bu ortaklıklarda kararlar herhangi bir şekli prosedüre gerek görülmeksizin süratle alınabilmekte ancak şirket ortakları, başta vergi ve sigorta prim yükümlülüğü olmak üzere üçüncü kişilere karşı, yalnızca şirketin mal varlığı ile değil, kendi şahsi mal varlıklarıyla sınırsız olarak sorumlu bulunmaktadırlar.

Komandit şirketler ise üçüncü kişilere karşı sorumluluğu şirkete koydukları sermaye ile sınırlı olan ortaklarla,  sorumluluğu tüm mal varlıkları ile sınırsız olan ortakların birlikte oluşturdukları şirket yapılarıdır. Şirket faaliyetlerinde ve yönetimde sorumluluk  almak istemeyen ortaklarla, bu konuda lider fonksiyonu görecek sınırsız sorumluluk üstlenen ortakları bir araya getiren bir şirket türüdür. Bir başka anlatımla, ortakların bir kısmını,  sermaye şirketinin ortaklara tanıdığı sınırlı sorumluluk avantajından yararlandıran ama sınırsız sorumlu kimi ortaklarıyla piyasadaki üçüncü kişilere güven telkin eden şahıs şirketleridir.

Hisseli komandit şirketler için ise kısaca, “sermayesi paylara (hisselere)  bölünmüş, toplantı ve karar çoğunlukları anonim şirket hükümlerine atıfla aynı sermaye şirketlerinde olduğu gibi kurallara bağlanmış olan komandit şirketlerdir” denilebilir. Bu tür şirketlerin kuruluşuna uygulamada pek rastlanmamaktadır.