Skip to main content
HANGİ GELENEKTEN HANGİ GELECEĞE – M. Tanju Akad

HANGİ GELENEKTEN HANGİ GELECEĞE – M. Tanju Akad

Gelenek yaratmak keyfe göre yapılacak bir şey değildir. Amacı bugüne hizmet etmektir.

“Gelenek ve Gelecek” aslında çok anlamlı ve biraz da iddialı bir söz. Meşhur şarkıda olduğu gibi “gelecek bizim değil ki görelim.” Sadece bazı fikirlerden ve isteklerden ibaret. Gelenek ise raflar dolusu. Dükkan senin, seç seç al. Ama hangisini alacağız. O kadar çok ki. Tabii, tek birisini seçmenin de anlamı yok, çünkü birçok eğilimin ortak ürünüyüz. Dünyanın bir ucunda çobanlık yapıyor olsak, geleneğimiz belliydi. Atalarımız da çoban olurdu muhtemelen. Seçme şansı da yok, seçme derdi de yok. Toplumda sayısız geleneğin izlerini taşıyoruz. Oğuzlar, ahiler, loncalar, sipahiler, reaya, başıbozuklar, muhacirler, medreseliler, tekkeler, tacirler, asiler, eşkıya, eşraf, ulema, Osmanlı bürokrasisi, hainler/işbirlikçiler, milli mücadeleciler, aklınıza ne gelirse. Bu arada siyasi etnikçilik yapanları saymıyorum. Keza, mezheplerini öne çıkaranlar da malum. Siyasi alanda, Yeni Osmanlılardan İttihatçılara, cemaatlerden İtilafçılara ve bunların devamlarına kadar sayısız gelenek var. Herkesin bileşimi farklıdır. Ben geleneğimde Rumeli fatihlerinin, Osmanlı sivil ve asker bürokrasisinin, İttihatçıların, Kuvayı Milliye’nin, Müdafayı Hukuk’un, Cumhuriyetçilerin ve 60’lar kuşağını yaratan gelişmelerin varlığını hissediyorum. Şuurum onlarla şekillendiği için. Kendi neslimde buna biraz da solculuk bulaşmış olmasında ise gelenek hissedemiyorum çünkü bir zamanlar büyük umutlar bağladığımız bu akım, ne yazık ki bizim geleneğimizde derinleşemeden kendisini tüketti. Yüzeyde kalan kökleri hızla kurudu. Nasıl tükettiğinin tarihi de henüz yazılamaz çünkü bunu kimlerin yönlendirdiği hala tam olarak ortaya çıkmamıştır. Solu eksik olan bir demokrasi, demokrasi değildir, ama kimse de “madem siz solculuğu beceremiyorsunuz, yüzünüze gözünüze bulaştırıyorsunuz, sizin yerinize biz yapalım” demez. Eksik demokrasiyle devam ederler, işlerine de gelir. Halbuki “sol,” insanlığın “geleceğinde” rol sahibi olabilirdi. İleride tekrar olabilir, ama bunun için solun geleneğini didikleyip, parçalayıp, yeniden kurması gerekir. Ama aynı şeyi cumhuriyetçilik ve Türk milliyetçiliği için de söylemeliyiz. Son asırda ulusça kaderimizi bağladığımız akımların kendilerini toparlaması için gerekirse yıkıcı olmak zorundayız. Geçmiş zihinlerimize binlerce irili ufaklı zincir atmıştır. Bu nedenle özgürleşebilmek için önce zihinlerdeki zincirleri kırmalıyız. Sonra, bu özgürlükle ne yapılacağı ayrı konu. Çoğu kişi bu özgürlüğü hiç kullanmaz. Kimi kullanamaz, kimi de kullanmak ihtiyacını hissetmez.
…..
Osmanlıcılığın yıkılmasıyla birlikte Türk milliyetçiliği, kendisi için Oğuzlardan kalan geleneği tekleştirme çabasında yetersiz kaldı. Halbuki Atatürk bunun olanaksızlığını çok iyi bildiği için Etiler ve Sümerlerden başlayan ve çok uzaklardan Osmanlılara kadar uzanan bir sentez düşünmüştü. Tabii, 1920’ler bu sentezin olgunlaşması için uygun bir dönem değildi. Asırlardır birlikte yaşadıklarımız boğazımıza hançer dayamışlar, emperyalistlerle işbirliğini sonuna kadar götürmüşlerdi. Ayrıca 1920-40 arası yıllar bütün dünyada milliyetçiliğin doruğa çıktığı bir dönemdi ve kulaklar Mustafa Kemal’e bile tıkalıydı. Bu nedenle Orta Asya’dan göçümüzü biraz öne çıkarırken, diğer köklerimizi geriye atan bir yaklaşım ister istemez gündeme geldi. Tabii, şunu hatırlatmak gerekir ki, insanlarımız, örneğin bir Roma veya Helen mirasını kabule hala hazır değildir. Halbuki, bizim yarımız kadar bile Roma mirası olmayan İngiltere, bu geçmişini daima önemle vurgular. Sonuçta bunların dilimizde, adetlerimizde ve hatta dini uygulamalarımızda bile büyük yerleri bulunur. Örneğin ölümle ilgili ritüellerin, cenaze namazı hariç hiç birisi İslam’a ait değildir. Yedisi, kırkı, elli ikisi vs. hepsi Anadolu’nun Hıristiyan ve daha eski kültürlerinden gelir. Hatta, haremlik selamlık uygulaması bile eski Yunan hanesinin kopyasıdır. Ama bu mirası reddederken, sayısız başka şeyin yanı sıra, bir zamanlar bu topraklarda yüzlerce tiyatro olduğunu da reddetmiş olduk ve bu sanat ülkemizde hala mücadeleyle ayakta tutulmaya çalışılan bir olaydır.
…..
Sol akımlar da kimi zaman kendisine Anadolu’dan bir miras çıkarmaya çalışmıştır. Bakıldı, Baba İshak, Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa bulundu. Celalileri beğenmediler. Halbuki, bunların hiç birisinden bir miras çıkmazdı. Babailer göçer Türk boylarının toprağa bağlanarak vergi mükellefi yapılma girişimine tepkiydi. Şeyh Bedrettin ise mucize göstermediği için kitlelerin sahip çıkmadığı muhalif bir Osmanlı efendisiydi. Mustafa’yı gelenek yapsan sonuç nafiledir. Gene de bunları bilmek gerekir.
…..

Esasen, tüm devletler kendilerine efsanelerle karışmış birer gelenek yaratırlar. Bunların tek görevi, bu devletleri daha meşru kılmaktır. Bunu ideolojiler, inançlar ve bazen siyasetler de yapar. Geçmiş, bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulanır. Bugünü yaratan kurgulanmış geçmiş değil, gerçek olandır, o da sisler arasından kendini bir saklar, bir gösterir. İşte size bir çetin mesele. Kurgulanmış olan geçmiş bakışlarını olanla karşılaştırıp, bu bilinmezliklerden kendinize bir gelenek yaratın. İsterseniz de 68 kuşağının şehitlerinden yaratın ama onlar daha çok dönem efsanesi olarak hatırlanıyor, bu nedenle doğru yere bağlanmaları iyi olur, yani bağımsızlık mücadelesine. Ama onları da abuk sabuk şeylere bağlayanlar o kadar çok ki, hatıralarını kirletmekten başka bir şey yapmıyorlar.
…..
Türkiye’nin iki temel geleneği vardır. Birisi ihanet/işbirlikçilik, diğeri de bağımsızlık ve şeref geleneğidir. Geri kalan hepsi bunların türevleridir. Yarına yol gösteren tek şey İstiklal mücadelelerimizdir. Bunun dışında her neyi öne çıkarmaya çalışırsanız, üç adım gitmeden tıkanır. Bazen üç adımdan sonra tıkanır, ama illa tıkanır.