Skip to main content
Teori ve Pratik ve Sol- Saffet Bilen

Teori ve Pratik ve Sol- Saffet Bilen

Bu ülkeye Emperyalizme karşı mücadeleyi yükselten bir sol, 60’ların solu lazım yeniden.

60 sonrasında eski sömürge, yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerde Avrupa ile yeni bağlantının, yeni sömürgeciliğin de sorgulanmaya başlaması gecikmedi.

Bu çaba Afrika ve Asya’ da ‘azgelişmişlik kuramı’ Latin Amerika’da ise ‘bağımlılık kuramı’ olarak bilinir. Avrupa-merkezci tarih yazımının ilk ciddi eleştirisi de buradan çıkmıştır.

Latin Amerika keşfedildiği günden beri buradaki her şey, önce Avrupa, daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş ve o uzaktaki iktidar merkezlerinde öylece birikmiştir, öylece birikmektedir. Her şey, bütün her şey: toprak ve tüm ürünleri, zengin madenlerle dolu toprak altı, insanlar, insanların üretim ve tüketim güçleri, tüm doğal ve insani kaynaklar. Ülkelerin üretim tarzları ve sınıfsal yapıları, daima ve her seferinde kapitalizmin evrensel çarklarına zincirlenişleri göz önüne alınarak, dışarıdan belirlenmiştir. Daima, ağır basan dış metropolün yararına olmak üzere bir işlev verilmiştir her birine ve art arda gelen bağımlılıklar handiyse sonsuz bir zincir oluşturmuştur. İkiden çok daha fazla halkalı bir zincirdir bu.

Hiç kuşkusuz, Latin Amerika içinde, küçük ülkelerin güçlü komşuları tarafından, her ülkenin kendi sınırları içinde de, yerel el emeği ve üretim kaynaklarının büyük kentler ve limanlar tarafından sömürülmesi, bu zincirin bir parçasıdır.

Avrupa ve onun dışında arasındaki gedik gittikçe biraz daha genişliyor. 1850’lerde yeryüzündeki zengin ülkelerin hayat düzeyi, yoksul ülkelerinkini yüzde elli oranında aşmaktaydı. Gelişim bu eşitsizliği daha da artırdı. Başkan Richard Nixon, Nisan 1969’da O.A.S.( Amerikan Devletleri Örgütü) toplantısında yaptığı konuşmada, ABD’deki kişi başına gelirin 20. yüzyıl sonunda Latin Amerika’nınkinin on beş katına ulaşacağını açıklamıştı. Emperyalist sistemin toplam gücü, bileşenlerinin zorunlu eşitsizliğine dayanmaktadır. Bu eşitsizlik de her geçen gün biraz daha dramatik oranlara ulaşıyor. Gittikçe büyüyen bu aykırılığın dinamiği sonucunda, baskıcı zalim ülkeler mutlak olarak biraz daha, görece olarak ise gittikçe çok daha fazla zenginleşmektedirler. (Galeno)

20 yy ın ikinci yarısı bu eleştirilerin yarattığı rüzgarın etkisinde geçti.

60 sonrası Ülkede de solun yükselişi bu temelde gerçekleşti.

Sömürgecilik, geleneksel toplumun yıkımı sonucu hükmedilen bir toplumda, yalnızca sömürgeciler ile onlara katılan yerli seçkinlerin çıkarına işleyen kapitalist sistemin ithalini gerçekleştirmiştir.

Modern ekonominin büyümesi, aslında “alacaklı ekonominin devamı”ndan ibarettir, ileri ekonominin gelişme kutupları ile onun azgelişmiş ülkelerde sahip bulunduğu “adacıklar” arasında yapısal bir bağ vardır, ticari yapılar dışa dönüktür.

Yerli ve sömürgeci ayrıcalıklı azınlık, nüfus kütlesi üzerinden aldığı ekonomik fazla ile zenginleşmekte ve bunun büyük kısmını ihraç etmektedir.(Lacoste)

‘Azgelişmiş’ ülkelerde mücadeleyi emperyalizm mi/ yerli işbirlikçiler mi ayrımı ile yürütmek baştan başka güçlerin yedeği olmayı kabullenmektir.

Mızrağın ucunun kime vuracağı sorusunun cevabını, bugün birine, yarın koşullar değişti diğerine diyerek değiştiremezsiniz.

Bir bütün olarak görülmelidir bu kesimler.

Mahir böyle olduğunu yazdı bunun. Deniz’den, Sinan’dan yazılı bir eser kalmadı. Ama uygulanan politik tarzın benzerliği onlarında bunun bilincinde olduğunu gösterir.

12 Mart ardından bu hareketlerin doğrudan temsilcilerinin bu politik duruşu terk etmeleri 12 Eylül’e pusulasız gidişin ana nedenidir.

70’li yıllarda başlayan Neo liberal saldırı bu fikri hedef aldı.

1492’den günümüze kadar Avrupa-dışından Avrupa’ya, taşınan servetin, Avrupa’nın seçkin sınıflarının toplum içindeki konumlarını korumaları ve ilerletmeleri için hayati önemi haiz bir kaynak olmuştur.

Rahatlıkla öne sürülebilecek sonuçlarsa şöyle sıralanabilir;

Avrupalı seçkin, sömürgeciliğe bağımlıydı.

Avrupalı seçkin, Avrupa’daki düşüncelerin ve özel olarak Avrupa biliminin evriminde muazzam etkiye sahipti.

Avrupalı seçkin, sömürge faaliyetlerini mantıklı göstermeye, haklı çıkarmaya ve en önemlisi ona yardımcı olmaya uygun bir inanç sistemi, bir düşünceler bütünü ortaya atmak ve geliştirmekle kalıcı, toplumsal bir çıkarı elinde tutuyordu.

Bu faaliyet gelişip değiştikçe yayılmacılığa zemin hazırlayan düşünceler bütünü de değişmektedir. (J.M. Blaut)

Bu faaliyet çok geniş bir çerçevede yürür. Muhalefeti de işlevsiz kılacak bir yönü her zaman vardır.

Ülkede nasıl gerçekleşti bu eylem;

Ülke solu içinde; 72-73 dönemi hapishanelerde başlayan ‘marksizm okuma süreçleri’ ile başladı solun emperyalist müdahaleye karşı konumlanışı. 60’larda zirveye çıkan mücadele rüzgarının üzerine yorgan örttü bu çaba. Bugünden bakınca görünüyor. Okunan kitaplar kapitalizme, emperyalizme karşı mücadele yerine artık reel durumu idare etmeye yarayan kitaplardı. 1850’lerin devrimci Marks’ı ölmeden önce barışçı geçişi savunan bir düşünüre dönüşmüştü.

Yine 1917 yılının devrimci Lenin’i 1921 yılında büyük bir ülkenin reel politik bir liderine dönüşmüştü. Okunan kitapların çoğu Marks, Engels, Lenin ve Stalin’e aitti. Yayınlanan, önerilen kitaplarda bunlardı.

Oysa devrimci rüzgarı yaratan akım Afrika ve Asya’ da ‘azgelişmişlik kuramı’ Latin Arnerika’da ise ‘bağımlılık kuramı’ takipçileri idi. Okunması gerekenler bu kuramcılar olmalıydı.

Tartışma bu teorik temeli geliştirme değil, teorik temeli yok sayma doğrultusunda yürütüldü.

Teorik temelle doğrudan bir bağlantısı olmayan, tamamen Latin Amerika gerillacılığının ülkeye yansıtılması kaynaklı uğranılan yenilgi üzerinden yürüdü. 60’ın teorik birikimi de giderek hasır altı edildi. Hemen aynı zamanda ne dediği hiç hatırlanmayan ama solu bölen sosyal emperyalizm tartışması, dikkatlerin emperyalizme karşı mücadeleden sosyalizme çevrilmesine yol açtı. 

Bu yönde tartışma 78’lerde daha kapsamlı yeniden gündeme geldi.
78-79 da başlayan ‘sosyalizmin sorunları’ tartışması solun kafasını kapitalizme karşı mücadele perspektifinden kopuşunu hızlandıran bir işlev gördü. Ciddiye alınacak kayda değer bir üründe çıkmadı bu süreçten.

Sorun esasen sosyalizm de değil, Kapitalizmdeydi. Dünyadaki sorunları yaratan Emperyalizmdi.

Emperyalizmi hedef almadan sol, sol olmaktan çıkardı.

Öyle de oldu.

Asıl olan ülkeye oldu.

Geldik bugüne.

Bu ülkeye Emperyalizme karşı mücadeleyi yükselten bir sol, 60’ların solu lazım yeniden.