Skip to main content
Türkiye Ekonomisi ve Dış Borç Bataklığı – Haluk Başçıl

Türkiye Ekonomisi ve Dış Borç Bataklığı – Haluk Başçıl

Tarihimiz bize yaşadığımız sorunların nedenlerini ve çıkış yollarını gösteren deneyimlerle dolu. Başarısızlıklarımız ve başarılarımız ne eskilerde kaldı, ne unutuldu ne de kayboldu. İnsanlarımızın hafızasında varlığını sürdürüyor. Toplumun, kendinden önceki kuşakların yaktığı ateşin külünü üfleyecek bir nefese, koru yeniden harlayacak bir soluğa ihtiyacı var.

Çeşitli kesimler (finans kurumları, siyasi partiler, ekonomistler, zenginler ve yoksullar)  ülkemizin içine bulunduğu durumu farklı farklı tarif ediliyorlar. Hepsinin ortak noktası: “ekonominin kötüye gittiği”

  • Farklılıkları ise “ekonomiyi düzeltmek” için de:
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan “acı reçete”,
  • Muhalefet partilerin liderleri “sermayeye güven veren hukuki düzenlemeler”, “yeniden parlamenter sistem”
  • Dış finans kurumları kesimleri:
    • “Merkez bankalarının krize hazırlıksız yakalanan şirketlere, KOBİ’lere destek sağlamasını”,
    • “İşletmelerin borçlarının yeniden yapılandırılmasını”,
    • “Dar kapsamlı canlandırma politikaları yanı sıra çalışmaların uluslararası koordinasyon sağlanmasını”,
    • “Uluslararası finansman destekleri sağlanmasını”,
    • “Krizden en çok etkilenen hane halkına ve zarara uğrayan esnafa kısmı yardımların yapılmasını”  öneriyorlar.

Aksoy Holding’in patronu, TUSİAD’cı Erdal Aksoy, Ekonomist dergisinde,

“77 yaşında olduğunu ve hiç böyle bir kriz görmediğini anlatıyor. Dünyanın yeni bir istikamete doğru ilerlediğini ifade eden Aksoy, bu zorlu süreçten çıkış yolunun yeni gidişatı iyi okumaktan geçtiğini” söylüyor.

CHP genel Başkanı “CHP Ekonomi Masası’nın takdiminde ekonomik kriz yerine “ekonomik buhran” demeyi tercih ediyor. Dörtlü bir strateji öneriyor:

  • “Hukukun üstünlüğü”,
  • “Üreten Türkiye”,
  • “Güçlü sosyal devlet”
  • “Sürdürülebilirlik”

Ortaya konan yukarıdaki yaklaşımlar nedenlere değil sonuçlarla uğraşmaya dönük. Neden sonuç ilişkisi içinde, toplumumuzun %99’unu oluşturan insanlarımızın giderek yoksullaşmasının (işsizlik, yetersiz ücret, hayat pahalılığı, banka borçları, gelecek kaygısı… vb) nedenlerini, karamsarlık ve umutsuzluk yaratmadan, sade bir üslupla dile getirmek gerekiyor. Bu görev ülkesine ve toplumuna yabancılaşmış politikacılara ve ekonomistlere ya da işbirlikçi sanayici-sermayeye vb. bırakılamaz. Gerçekler o kadar açık ki, görüleni dillendirmek için “uzman bir ekonomist” aramaya gerek yok. En basitinden TUİK rakamlarının grafiğe dönüştürülmesi bile tek başına yeterli:

Türkiye ekonomisi, ikinci dünya savaşı sonrasında sürekli dış ticaret açığı verecek şekilde yapılandırıldı. Cumhuriyet hükümetleri 1950’den sonra dış ticaret açığını kapatmak için yabancı finans kurumlarından, emperyal devletlerden sürekli borç aldılar. Borçların bir kısmı ödenirken bir kısmı da yeni borçlarla kapatıldı. Ne yaparsak yapalım dış borcumuz sürekli arttı. Ters giden bir şey olduğu açık…

Bu süreç Osmanlı devletinin ilk kez 1854 yılında Kırım savaşı için İngiltere’den aldığı borç ile başladı. Daha 30 yıl geçmeden borçlarını ödeyemez duruma geldiği. Emperyal devletler 1881’de Duyunu Umumiye üzerinden kendileri doğrudan tahsil etmeye giriştiler. Borç batağında onurunu yitiren ve emperyal kapitalist devletlerin at oynattığı Osmanlı topraklarında, saltanat devletinin borca dayalı yaşamı yaklaşık 100 yıl sürdü. 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti ülkenin bu ıstırabına son verdi.  

Genç Cumhuriyet Osmanlı’nın durumuna düşmeyecek bir yön çizdi, kendine. Osmanlı’nın düştüğü borç batağının bilincinde olarak, ülkeyi ve devleti yeniden yapılandırdı. Yakıp yıkılan ülkemizde maddi imkânsızlıklara, yetişmiş insan gücü eksikliğine, içine düştüğü fakru zarurete rağmen, borç tuzağından uzak durdu. İngiltere, Fransa ve ABD’nin “kısmi ekonomik ambargo”suna rağmen, borca dayanmayan bağımsız bir ekonomik yapı oluşturdu. 1929’da başlayan kapitalizmin büyük buhran döneminde, o zorlu zaman diliminde (1929-1947 arasında) sanayileşme-kalkınma çabalarını ısrarla sürdürdü. Bu dönemde dış ticaret açığından kurtulduğu için borçlanma durumunda kalmadı. Dış ticarette elde ettiği fazlalık sayesinde elde edilen birikimin, zenginliğinin ülke içinde kalmasını sağladı. Kısaca, Cumhuriyet’in kuruluşundan altı yıl gibi kısa bir zaman diliminde Osmanlı’dan devir aldığı dış ticarette açık verme – borçlanma zincirini kırdı. Emperyalist sömürüye son vererek devleti-toplumu yoksunluktan ve yoksulluktan kurtardı.

İkinci Dünya savaşı sonrası, Cumhuriyetin kuruluşundan 18 yıl sonra, İnönü iktidarında ülkemiz Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden dış ticaret açığı bataklığına girdi. Giriş o giriş… Günümüze kadar tam 73 yıldır dış ticaret açığı-dış borç batağında debeleniyor duruyoruz. Bu dönemde dışa bağımlı ekonomimiz:

  • İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD egemenliği altında oluşturulan Bağımlı montaj sanayi dönemini
  • 24 Ocak kararlarıyla birlikte oluşturulan Bağımlı, Dışa Açık ya da İhracata Yönelik Sanayileşme dönemini, yaşadı.

Her iki dönemde de döviz cinsinden dış ticaret açığını kapatmak ve dövize bağlı ekonomiyi işletmek için iktidarlar borç ödeme ve yeni borçlar bulma çabasında oldular. Bu iki modelinde fıtratında borçlanmak vardı.

Bu ikinci dönemde tefeci mali oligarşi ve işbirlikçileri, biriken borçların tahsili adı altında, AKP iktidarı aracılığıyla Cumhuriyetin kamu kurum ve kuruluşlarını (özelleştirme adı altında) ucuza kapattılar. Bu yağma yetmedi. Yer altı ve yer üstü zenginliklerinin peşkeş çekilmesinden, taşeron çalışma ile yaratılan ucuz emek sömürüsünden elde edilenler dahi borçlarla da kapanmadı. Aksine borçlar daha da arttı. Cumhuriyet tarihinin en büyük dış ve iç borçlanması ortaya çıktı. Türkiye cumhuriyetinin:

  • 440,9 MİLYAR $ dış, 2 TRİLYON TL İç borcunun,
  • 33 milyon 643 insanımızın 837 MİLYAR TL’ye ulaşan banka borçlarının,

nedeni bu yeni ekonomik sömürü sistemiydi. Milyonlarca insanımızı aç ve sefil duruma düşüren, çaresizlik içinde kıvrandıran, AKP iktidarının “sadakasına” muhtaç bırakan, saprofit-çürükçül yaşam kültürünü yaratan bu sistemdi.  

Bu borç batağı sadece ekonomik alanda değil iç ve dış siyaset, ülke güvenliği, bilimsel, kültürel alanlarda da ülkemizin elini kolunu bağladı. Finans oligarşisi geçmişte olduğu gibi günümüzde de “Bugün para alan, yarın emir de alır” özdeyişine uygun olarak, kendi jeopolitik çıkarlarını AKP iktidarına dikte etti. İnsanlarımızın gözleri önünde ülkemizi (AKP iktidarını) aşağılayan emirler verdi. Mali oligarşinin egemenliğindeki ABD ve AB Türkiye’ye; Irak, Suriye, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ermenistan-Azerbaycan gibi konularda kendi çıkarlarını dayatıyor. Bu konularla jeopolitik kazanımlar elde etmeden “Tek adam rejimine, R.T. Erdoğan”a borcu çevirecek, ekonomiyi rahatlatacak kolaylıklar sağlamıyor.  R.T. Erdoğan’a sunmadığı kolaylığı, kazanım elde etmeden, yerine gelebilecek bir başka iktidara da sunmayacağı açık.

Sonuç

Uluslar arası mali oligarşinin borca dayalı soygun düzeni, ülke içindeki bir avuç işbirlikçinin zenginliklerine zenginlik kattı. Soyulan ülkemiz ve insanlarımız yoksullaştı. Ekim 2020’ye gelindiğinde 322 bin 225 arsız zenginin bankalardaki paraları 82 milyonun parasını geçti. Bugün ülkemizde  toplumun %1’ni oluşturan işbirlikçi soyguncuların ellerine geçirdikleri varlıklar, toplumun %99’nun varlığına eşit. Bu gerçeklik toplumsal çatışmanın kimler arasında yaşandığının bir gösteriyor. Şimdi bu çatışmanın yeni bir evresine giriyoruz. Toplum içinde kimlik temelindeki ayrışma dinamiklerinin gerilediği, soyulup, yoksullaştırılan kitlelerin, mağdurların ise bir araya gelme eğilimlerinin yükseldiği bu süreç, güçlü dinamikleri de bağrında büyütüyor.

Toplum içinde faklı kimlikleri bir ayrışma dinamiğine dönüştürerek, bir biriyle çatıştırarak yürütülen soygun ve talan dönemi kapanıyor.  Önümüzdeki dönem,  mağdurların birlikteliği temelinde yükselen bir başka dünya arayışı yönünde ilerliyor. Yoksulluk ve yoksunluk farklı kimlikleri, mağdurlar topluluğu olarak bir araya geliyor.

Tarihimiz bize yaşadığımız sorunların nedenleri ve çıkış yollarını gösteren deneyimlerle dolu. Başarısızlıklarımız ve başarılarımız ne eskilerde kaldı, ne unutuldu ne de kayboldu. Hala toplumun hafızasında varlığını sürdürüyor. Toplumun, kendinden önceki kuşakların yaktığı ateşin külünü üfleyecek bir nefese, koru yeniden harlayacak bir soluğa ihtiyacı var.

Bütün temel sorun ülkemize ve toplumumuza beklenen soluğu oluşturmak. Bunun için umutsuzluğa kapılmadan yakınmak yerine geleceğimizi kurmak, bağımsız onurlu bir ülkeyi tekrar yaratmak için çalışacağız. Daha çok çalışacağız ve bir kurtuluş fikri etrafında örgütleneceğiz.

Aralık 20202, Haluk Başçıl