Skip to main content
Kimlik Politikaları ve Kendini Bir Topluma Ait Hissetme, Devlet Örgütlenmesi- Saffet Bilen

Kimlik Politikaları ve Kendini Bir Topluma Ait Hissetme, Devlet Örgütlenmesi- Saffet Bilen

Her devlet örgütlenmesinin kendine dair bir yaşam örgüsü vardır. Kurduğu sistemin içine dahil olanları ve dışladıkları net çizgilerle belirgindir. Bu tarihte de, modern zamanlarda da değişmeyen bir kuraldır.

Çok uluslu ve oldukça uzun yaşayan bir imparatorluğun mirasına sahip bir toprağın çocuklarıyız.

Osmanlı teb’anın güvenliğini ve refahını gözeten bir yönetim anlayışına sahipti.

Her devlet yapılanması gibi, onunda içerdiği ve dışladığı kesimler var idi.

Bu içerme ve dışlama dinamiğine yön veren ana ilke, devletin kendi varlığını oturttuğu ekonomik temele uygunluk idi. Osmanlı, tarıma ve yavaş yavaş gelişen bir sanayiye dayalı bir ekonomik örgütlenmeye sahipti. Bu yerleşik bir yaşamı zorunlu kılan bir durumdu. Tüm imparatorluk tarihi boyunca, göçer ve hayvancılıkla uğraşan unsurlar iç sorun çıkaran ana kesimler oldu. İmparatorluk onları yerleşmeye zorladı, onlar direndiler. Bu kesimler çoğunlukla geleneksel yaşam biçimlerini değiştirme yanlısı olmayan Türkmenlerden oluşuyordu. İmparatorluğun yönetici kesimi ile etnik bir farklılık yoktu, bu kesimler arasında. Dinsel inanç anlamında giderek bir farklılaşma belirginleşti.

Bu farklılaşma da etken olan beylikten bir devlet örgütlenmesine doğru gidişin değişen ihtiyaçlarıdır. Ama ana İslami yorum olan Tasavvuf anlayışının tüm imparatorluk yaşamı boyunca değişmediğini de eklemek gerekir.

Merkezileşme eğiliminin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, yerleşikliği, düzenli asker ve vergi toplamayı zorlamış. Göçer kesimlerin heteredoks İslam yorumlarının yerini, giderek yerleşikliğe vurgu yapan yorumlar almıştır.

Bu değişimde üç ana dönemden söz edilebilir.

Birinci dönem Şeyh Bedrettin ayaklanması ve Şeyhin yargılanıp idam edilmesi ile son bulan dönemdir. Yargılamayı yapan heyette bulunanlar Mevlevi tarikatına mensup din adamlarıdır.

İkinci dönem Safevi devletinin kuruluşu ve ardından yaşananlardır.

Üçüncü dönemse, 17 yy kadızadeliler hareketi ile başlayan dönemdir. Bu dönem henüz bitmiş bir dönem de değildir bana göre. Karşılaşılan sorunların Kuran’ın emirlerinden ayrılınması kaynaklı olduğunu söyleyen bir akımdır.

Bu son dönem akımının Osmanlı devletinin, benim teb’am şunlardan oluşur planının içinde olmadığı da söylenmelidir.

Dini inanç farklılıklarını çok önemsememişlerdir Osmanlılar.

Bunda, Osmanlı imparatorluğunun ‘hem elit, hem de elit olmayan düzeyde topluma sürekli olarak her türlü etnik ve dini kökenden insanların gelmelerine izin veren sınır boyu şartlarında kurulmuş’(C. Kafadar) olmasının önemi büyüktür. ‘Mühtediler nispi olarak kolayca İç Asya göçerlerinin soyunda gelenlerden oluşan Türk-Müslüman toplumuna dahil’ olabilmişlerdir.

Bu durum 17 yy a kadar etkin bir şekilde devam eder.

Mühtedilik olmazsa olmaz bir şart da değildir.

Bu tepkilerdeki ana tetikleyici devletin çıkarlarıdır, anlayışlarıdır. Kendi çizdiği çerçeveye olur veren ve sorun çıkartmayacağından emin olunanlar kabul görmüş, şüphe duyulanlar reddedilmiştir. Temel kaygı devletin al-i çıkarları olmuştur.

16 yy ele aldığımız konu itibarı ile hem olumlu hem de olumsuz örneklerle doludur. Osmanlıların yabancıları kimliklerini ve inançlarını değiştirmeyi istemeden teb’a statüsü verdiği birçok örnek vardır. İspanyol Yahudilerinin, Marronaların kabulü ilk akla gelenler. Ama Türkmenler üzerine müthiş bir baskı ve zorbalıkla gidilmiştir. Yine 1717-18’ de Avrupa’da dini baskılardan muzdarip Huguenotların sığınma istekleri geri çevrilmiştir.

Osmanlı eliti ise hiçbir zaman kapalı bir kast olmamıştır. Kuruluş yıllarında kurulan devşirme sistemi ülkede yaşayan tüm toplulukların zeki çocuklarının eğitilip yüksek görevlere getirildiği bir sistem olarak işlemiştir.

Sığınmacılar ise hiçbir dönem eksik olmadı Osmanlıda.

Örneklersek kısaca;

Erken dönem bir örnek; Timur’un önünden kaçan Celayirli Ahmed ve Karakoyunlu Kara Yusuf’un (1402) Osmanlı’ya sığınması, Timur’un bu kişileri Yıldırım Bayezid’den istemesi ve bu kişilerin geri verilmemesidir.

Başka bir örnek; . Macar Kralı Tökeli Imre’nin Avusturya’ya karşı yaptığı Macar bağımsızlık mücadelesini kaybetmesi üzerine eşiyle birlikte Osmanlı Devletine sığınıp altı yılını burada geçirmesidir. Tökeli 1705’te İzmit’te ölmüş, naaşı 1906 yılında kendi ülkesine nakledilmiştir.

İsveç Kralı Demirbaş Şarl başka bir örnektir.

Bunun yanı sıra ‘bazen kazanç için, bazen de sığınma için, Avrupa’dan daimi, ama az sayıda gelen insanlar da vardı. Bunlardan bazıları Osmanlı dünyası üzerinde uzun süren etkiler bırakmış, bazıları da yüksek zümre yönetici eliti arasında kendine yer bulmayı başarabilmişti.’

İslam dünyasındaki Arap alfabesini kullanan ilk matbaayı açan, Macaristan’daki Uniteryan mezhebine bağlı olduğu için baskıdan kaçan, bizim İbrahim Müteferrika olarak tanıdığımız kişi bunlardan biridir.

Macar bağımsızlık mücadelesinin önderi Lajos Kossuth başka bir örnektir. İki yıl Kütahya’da ikamet eden Kossuth, kaldığı süre içinde Türkçe gramer hazırlamıştır.

Kossuth’la beraber Osmanlıya sığınanlar arasında Polonyalılar da vardır. Bunların önderleri arasında Müslüman olanlar da vardır. Bem, Murat Paşa; Kmety, İsmail Paşa; Stein, Ferhat Paşa ismini alır. Murat Paşa’ya 7500 kuruş diğerlerine 5000 kuruş maaş bağlanır.

Tanzimata kadar ki dönemin belirgin özelliği, gayri Müslimlerin Müslüman olup etnikler üstü elite karışmalarıdır. Rum Mehmed Paşa, Rüstem Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kuyucu Murat Paşa, Pargalı İbrahim Paşa hemen akla gelenler.

Tazminat sonrası ise gayri Müslimler ihtida etmeden hükümette görev alabiliyorlardı.

Aslında bu değişiklik bile, bugünden bakınca, gösteriyor ki; Osmanlı üst kimliği 19 yy da yok olmaya başlamıştı. Bu olgu devletin de yok olmaya doğru gittiğinin göstergesi olarak tespit edilmeli.

Devlet katında, elitler arasındaki kimlik ve devlete bağlılık ilişkisinin öyküsü böyle.

Halk, sıradan insanlar açıdansa;

‘Öyle görünmektedir ki zaman içersinde sadece ihtidalar değil, aynı zamanda etnik gruplarla beraber yaşama ve onlarla iş yapma arzusu da gerilemiştir. Örneğin, Avrupalı gözlemcilerin on dokuzuncu yüzyılda anlattıkları etnik iş bölümü, on altı ve on yedinci yüzyıl belgelerindeki anlatılan etnik- guruplar üstü loncalar dünyasından daha katı görünmekteydi.’

‘Elitin açıklığı ne kadar olursa olsun, imparatorluğun dini- etnik cemaatleri arasındaki sınırların on yedinci yüzyıldan sonra görece kalınlaşmış olduğu kesindir…

On dokuzuncu yüzyılda, devletin en önemli dahili sorunu özerlik ve ayrılık isteyen milliyetçi hareketlerin ortaya çıkmasıydı. İlk olarak Yunanlılar milli devlete sahip oldu (1828) ve onları çeşitli Balkan milliyetleri takip etti.

Din milli kimliğin oluşturulmasında, dolayısı ile de imparatorluğa bağlılıkta önemli rol oynadı. Nitekim Müslüman Arnavutlar yirminci yüzyıla kadar milliyetçi harekete katılmadılar; dahası Jön Türk hak etini kurucusu bir Arnavut idi.

Çoğunluğu Müslüman olan Araplar arasında milliyetçilik Balkanlardaki Hristiyanlardan sonra yaygınlaştı. Ancak Osmanlı teb’asının kendi devletinden soğuduğunu abartmamak önemlidir. Yunan bağımsız devleti, söz gelimi en azından bazılarının kendi tercihleri ile olduğu, Osmanlı kalmış milyonlarca Yunanlıyı kapsamamıştır.’ (C. Kafadar)

Anlata geldiklerimden çıkacak sonuçlar ise şöyle sıralanabilir;

  1. Her devlet örgütlenmesinin kendine dair bir yaşam örgüsü vardır. Kurduğu sistemin içine dahil olanları ve dışladıkları net çizgilerle belirgindir. Bu tarihte de, modern zamanlarda da değişmeyen bir kuraldır.
  2. Sistemin içine dahil olanların muhalif hale düşmeleri, beklentilerin karşılanamaz hale gelişi ile alakalıdır. Kazançlarını kaybetme korkusu muhalifliği tetikler.
  3. Sistemin dışladıkları potansiyel dış tehditlerin unsurları olarak değerlendirilir.
  4. Son dönem ülke de muhalif unsurlar arasında yaygın olan kimlik politikaları ülkede hiçbir şey yapamamanın politikalarıdır.
  5. İçinde yaşamaya başladığımız kaos ortamının çözümü kutuplaştırıcı ve olanakları dağıtıcı politikalarla mümkün olamaz.
  6. Çözüm, nasıl bir yaşam istiyoruz sorusuna cevap veren, tüm toplumsal kesimleri kucaklayan bir hattın ortaya konuşu ile mümkün olabilir.

                                                                                                                                            3 Nisan 2023, Saffet Bilen