Skip to main content
Küreselleşme: Türkiye’nin Kimlik ve Kültürel Krizi – Haluk Başçıl

Küreselleşme: Türkiye’nin Kimlik ve Kültürel Krizi – Haluk Başçıl

Dünya yeni bir değişimin eşiğinde. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemiz de,  yaşadığı “üst-alt kimlik çatışmasının” olumlu ve olumsuz yanlarıyla “yeni bir toplumsal ve bireysel kimliğe”, yeni bir toplumsal-siyasal değişime gebe.

I. Şehirli Kimliği ve Kültürü ile Kırsal Kimlik ve Kültür Çatışması

“24 Ocak Kararları” ile Türkiye ekonomisi “bağımlı ithal ikameci büyüme” den “bağımlı ihracata dayalı büyüme” ye dönüştürülüyor, iç pazarı da “çok uluslu küresel pazar” a entegre ediliyordu. Toplumsal yapı da y bu değişimde paralel seyretti. 

Genç Cumhuriyet’in kurduğu “Bağımsız ve Kalkınmacı Ekonomi”, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD emperyalizminin müdahaleleriyle  “bağımlı ithal ikameci-montaj sanayi” ne evrildi. 1950’li yıllardan itibaren artan bu değişim, ile 1950-1980 arasında Dünya Bankası’nın kırsal alana yönelik müdahaleleri, tarımda makineleşme vb. gelişmeler şehirlere göçü arttırdı. Kısal alanda yaşayanların oranı %75’den %56 indi. Şehir nüfusunu da 19 puan arttı. Bu 30 yılda kır-şehir nüfusu oranı önemli ölçüde değişti.

“Bağımlı ithal ikameci” ekonomik yapının “bağımlı ihracatçı” yapıya dönüştürülmesinde de benzer gelişme yaşandı. 1980-2010 arasında, şehirlerde ekonomi canlanırken, tarımda makineleşme, tarımsal desteklerin kaldırılması vb nedenlerle geçim sıkıntısına düşen köylüler topraklarını terk ettiler. Daha iyi bir yaşam, iş ve düzenli gelir için büyük kentlere aktılar. Bu otuz yılda kırsalda yaşayanların oranı%56’dan  %24’e düştü. Şehirlerin nüfusu 27 puan arttı. Göç bir önceki dönemden daha yoğundu. Bu göçü arttıran bir diğer neden de “Milliyetçi Kürt hareketi” nin silahlı eylemlerinin yol açtığı “iç savaş”, siyasi iktidarın, PKK’nın toplumla bağını kırmak amacıyla “Kürt köylerini boşaltma ve sürgün” politikası ve insanların can güvenliği kaygısıyla evini barkını terk ederek kentlere yönelmeleriydi.

Şehirlere göçenlerin en büyük sorunu barınma ve karınlarını doyurmaktı. Bunlar kendilerinden önce şehre gelen akraba ve hemşerilerinin bulundukları varoşlara yerleştiler. “Şehir yoksulları” nı oluşturdular. Biryandan şehirde yaşamanın zorluklarıyla baş etmeye diğer yandan kentlilerin yaşam tarzının, dilinin, alışkanlıklarının, davranış biçimlerinin yol açtığı  “kültürel şokla ve kimlik krizi” ile baş etmek için “kimliklerine ve kültürlerine, yerel ortak bağlarına” sarıldılar:

  • Kendi iç dayanışma ağlarını, “köy dernekleri” ni, “alevi derneklerini”
  • “Kent yoksulu Kürtler” esnek ve dönüşüme açık kültürel etkileşimin önü kapatıldığında bu dönemde, kimliklerinin aşağılanmasına, ötekileştirip düşmanlaştırılmasına karşı durdular. Kendilerine dayatılan “kapsayıcılığı azalmış üst kimlik” karşısında da “katı Kürt kültürü ve kimliğine” savruldular. “Kürt alt kimliğinin politikleşmesi” onları siyasi-toplumsal alana düzen ve biçim verme iddiasındaki ayrılıkçı Kürt siyasetine yöneldiler.
  • “Kent yoksulları” nın bir kısmı da kendilerine el uzatan, yardım eden tarikatlara yöneldiler.

ABD emperyalizmin siyasi ve kültürel müdahaleleri, 1923’de başlatılan uluslaşma sürecini kesintiye uğratması, “kapsayıcı üst kimlik-kültür” gelişimini de aksatması, “Küreselleşme” nin yol açtığı ekonomik ve toplumsal altüst oluşla birlikte “ulus üst kimliği” çözülürken, aile, bölgesel coğrafya, din ve mezhep, etnik ve kültürel “alt kimlikler”  de yükseldi. Kimlik ve kültür çatışmasının arttığı bu dönemde “Küreselleşme” tarafların her birisini  “tüketim toplumu ve tüketici birey kimliği ve kültürü” içinde mas ediyordu.

II. Siyasal Yapının ve Kültürün Dönüştürülmesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin dağılan “Osmanlı üst kimliği” yerine koyduğu “Çağdaşlaşmacı kapsayıcı ulus kimliğini”, kapitalizmin kendi iç dinamiğiyle 19. ve 20.yy’da yarattığı ulus devlet ve ulusun bir benzeriydi. Türkiye Cumhuriyeti uluslaşma sürecini tamamlayamadığı için de bağımsız ulus devlet kervanına katılamadı. Küreselleşme yarım kalan ve yolundan saptırılan “Çağdaşlaşmacı ulus kimliğini” çözmeyi, diğer yarı sömürge ülkelerdeki gibi kolaylıkla başaramadı. Küreselleşme işbirlikçisi “12 Eylül Faşist Cuntası” nın iktidarı devrettiği ANAP iktidarı da Cuntacılar gibi “Müslüman alt kimliğini” teşvik etti ve destekledi. Adım adım “çağdaşlaşmacı ulus üst kimliği” yerine “Müslüman alt kimliğini” ikame ediliyordu. ANAP iktidarı döneminde, yeniden siyasi arenaya dönen ve geçmişin devamı olduğunu söyleyen CHP’nin ve merkez sağ AP’nin mirasçısı siyasi partiler, “Küreselleşme” nin ekonomik ve toplumsal yapıyı yeniden yapılandırma faaliyetine karşı koymadılar. Oluşturulmak istenen yapıyı kabul edip Küreselleşme” ye boyun eğdiler.

  1. Küreselleşme ve Siyasi Partiler

“Küreselleşme” siyasi partilere ekonomik, politik, sosyal ve kültürel programlar oluşturmasına izin vermediği gibi onlara “başka bir alternatifin olmadığı” gerekçesiyle tek bir program dayattı. Aynı programı uygulamak durumunda kalan siyasi partiler, arasındaki farklılıklar da ortadan kalktı. Aynılaşan siyasi partiler “Küreselleşme programını” uygulamak için birbiriyle “rekabet” eden birbirinin benzeri politik yapılara dönüştü. Siyasi partiler arasında geçerli olan “Rekabet-kör döğüşü” anlayışı, siyasi partilerin içinde de gelişip büyüdü. Bu da kaçınılmaz olarak siyasi partilerde siyasi ahlak, etik değerler, ahde vefa, birbirine sahip çıkma, saygı ve sevgi, vicdan, sadakat, kararlılık vb tüm kavramları yerle bir etti.

  1. Batılılaşmacı Partilerin Dönüşümü:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi M. Kemal Atatürk, kapitalizmin çözüp dağıttı “Osmanlı üst kimliği”  nin yerine yeni bir “üst kimlik” koyarak “üst ve alt kimlikler” dengesini bir başka düzlemde oluşturdu. Kapitalizmin 19. ve 20.yy uluslaşma temelinde oluşturduğu “ırk-etnik üst kimlikli” devlet ve toplum anlayışından esinlenen “Çağdaşlaşmacı ve kapsayıcı ulus üst kimliği” idi. CHP ve merkez sağ DP ve AP bu “üst kimliği” sahiplenen siyasi partilerdi:

a. CHP’nin Dönüşümü: CHP’nin 60’lı yıllarda “ortanın solu” ile “Ne Ezilen Ne Ezen, İnsanca, Hakça Bir Düzen” in önü 70’li yıllarda kesilmiş, rejimin karşı karşıya kaldığı sorunlara da çözüm üretemez hale gelmişti. 12 Eylül Cuntasından “Parlamenter sisteme” geçişle birlikte, CHP’nin mirasçısı olarak kurulan tüm partiler (HP, SODEP, SHP, CHP) “ulus üst kimliği” ne sadık kaldılar. Ancak bir açmazla da karşı karşıya kalmışlardı. Bu kimlikle artık toplumu bir arada tutmakta zorlanılıyordu. 20. yy’ın millici ve toplumcu ideolojileri ve oluşturdukları politik sistem, kültür ve kimlik “Küreselleşme” ile birlikte dağılıyordu. Sistem kendisini yeniden üretemiyordu. CHP 90’lı yıllarda, geçmişten gelen “Çağdaşlaşmacı ulus üst kimliği” sosyal demokrat politik kültür ya da yurttaşlık kültürü” ile birleştirdi. Süreç içinde de “eskiden kurtulma” adımlarını attı. Cumhuriyet devrimlerinin “katı kültürel ve kimlik” anlayışını eleştirdi. Sosyal demokrasinin evrensel değerleri ile örtüşmediğini düşündüğü “eski CHP” nin ilke ve değerlerini terk etti. Geleneksel CHP kültürün homojenliği ve katılığını aşmak adına “esnek ve değişime açık” bir yaklaşımla  “Kürt ve Alevi kimlikleri” ve “Müslüman kimliği” ile arasına koyduğu mesafeyi kaldırdı. Bu yaklaşım “sosyal demokrat politik kimliğe” de, “kapsayıcı ulus üst kimliğine” de aykırı değildi. “Küreselleşme” nin tüm kimlikleri ayrıştıran, sonrada “tüketim toplumu ve tüketici birey kimliği ve kültürüne” entegre eden “çok uluslu küresel pazar” anlayışına da uygundu.

2010 Referandumunun hemen öncesinde CHP Genel Başkanı seçilen K. Kılıçdaroğlu ve ekibi   kucağında bulduğu2010 Referandumuna Hayır” politikası nedeniyle AP Sosyalist Grubunun eleştirisine maruz kaldı. Başkan Yardımcısı Swoboda, K. Kılıçdaroğlu’na “Eğer CHP sosyal demokrat bir parti olmak istiyorsa bu reformları desteklemelidir” diye yol gösterdi. Avrupa Parlamentosuna AKP’nin antidemokratik politikalarını anlatmak için 2013’de Brüksel’e giden K. Kılıçdaroğlu “RT. Erdoğanı eleştirip, Esad ile kıyaslayınca”  Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı bu sözleri ‘kabul edilemez’ buldu. Kılıçdaroğlu’na verdiği randevuyu da iptal etti. Mesaj açıktı: CHP’nin “sosyal demokrat” olması, “Küreselleşme politikalarına” uyum göstermesinden geçiyordu. K. Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP” si, “cumhuriyeti ve değerlerinin savunan seçmenlerine yabancılaşması ve onlardan kopması pahasına,  “iki kimlikli” konumunu terk etti. CHP’ni “Küreselleşmeye uyumlu sosyal demokrat” parti haline getirdi.

b. Merkez Sağın Dönüşümü: Turgut Özal’ın ANAP’ı, merkez sağ ve sol, milliyetçi ve Müslüman politik kültürün temsilci olarak, 12 Eylül Cuntası’dan iktidarı devraldı. ANAP geleneksel merkez sağın “Çağdaşlaşmacı ulus üst kimliği” yerine “Müslüman muhafazakar politik kimliği” koydu. ANAP’a “rekabetçi” bir anlayışla karşı çıkan geleneksel merkez sağ yola DYP ile çıktı. Sermaye ile uzlaşmacı ve içli dışlı karakteri nedeniyle hem DYP ve hem de Turgut Özal sonrası ANAP “Müslüman muhafazakar politik kimliği” aşmaya çalışan bir cesareti sergileyemedi. Önce REFAH-YOL sonra da AKP’nin “Müslüman muhafazakar politik kimliği” içinde eridi.

c. Milli Görüşün Dönüşümü: Necmettin Erbakan’ın “Milli Görüş” hareketi, “Müslüman üst kimlikli” sanayileşmiş Türkiye’nin liderliğinde tüm Müslüman ülkeleri bir araya getirmeyi hedefleyen bir politik kimlikti. Bu kimliği Müslüman bir kavramla değil de “Milli” kavramıyla tanımlaması “Küreselleşme” nin “Müslüman” kimlik anlayışına aykırıydı. Milli Görüşçüler “Küreselleşme” nin özelleştirme politikasına ve Müslüman ülkelerin iç pazarını küresel pazara entegre etmesine karşıydılar. Batı Hıristiyan dünyasının “çok uluslu tekelleri” nin Müslüman dünyası üzerinde hakimiyet kurmasını kabul etmiyorlardı. “Hıristiyan Batı’nın küreselleşme” ve  “Yeni Dünya Düzeninin BOP” politikasının mağduru Müslüman ülkelerin yanında yer alıyorlardı. Milli görüş REFAH-YOL olarak iktidara geldiğinde izlediği dış politika ile ABD’nin,  “Müslüman üst kimlik” dayatması ile de içeride TSK ve Bürokrasinin tepkileriyle karşılaştı. Bu iki kesim Refah-Yol hükümetini birlikte alaşağı ettiler. Sonrasında da RT Erdoğan liderliğinde “Milli Görüş” içindeki “Küreselleşme” yanlılarına kurdukları AKP ile Milli Görüş Hareketini “Küreselleşme” ye uyumlu hale getirdiler. 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP, 19 yıllık iktidarında:

    • Ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısının “Küreselleşme” nin hedeflerine uygun dönüştürülmesi,
    • Ortadoğu’da “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulmasını ve “Büyük İsrail” in önünün açılmasının sağlanmasında,

üzerine düşeni “hakkıyla” yerine getirdi.

d. Türkçü MHP’nin Dönüşümü: Alpaslan Türkeş’in liderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisi, “Türk, Türklük ve Türk ulus kimliği” ile “Müslüman kimliği” ni birleştiren “Türk İslam Sentezci- anti-Komünizm politik kimliğe”   Ayrıca SSCB’nin “esiri” Türki Cumhuriyetleri “komünizmin esaretinden kurtarılmasını ve pan-Türkizm (Turan) birliğiyle “Türk kimliğini” tüm bölgede egemen kılmayı istiyordu.

Küreselleşmenin çökerttiği SSCB, Türki cumhuriyetlerin bağımsız devletlere dönüştükleri, eski ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’in “Adriyatikten Çin’e Türk Dünyası” dediği bir döneme girildi. Merkez sağın Lideri S. Demirel’in “21.asır Türk asrı olacak” dediği 90’lı yıllarda, “Turancı MHP, Türk, Türklük ve Türk ulus kimliği” ve “Turan idealini” terk etti. Yüzünü Orta Asya’dan Orta Doğu’ya döndü. “Türk kimliğinden Müslüman kimliğine” yöneldi. “Milliyetçi Türkiye” politik kimliğinden sıyrıldı.  “Milliyetçi Türkiye”  sloganı yerini “Tekbir-Allahu Ekber” , “Ya Allah! Bismillah! Allahu ekber” sloganlarına bıraktı. Yükselen “Kürt alt kimliğine” yönelik saldırgan bir tutuma girmedi. “Müslüman kimliğine” de destek verdi. MHP yönetimi “Küreselleşme” ideolojisine uygun olarak “gömlek değiştirdi”. AKP ‘in iktidara gelmesine ve “Küreselleşme” programını hayata geçirmesine sürekli katkı verdi.   

e. Kürt Partisinin Çıkışı: 90’lı yıllarda “ulus devletin küçültülmesi ve egemenliğinin sınırlandırılması, üst kimliğin de” zayıflaması ile birlikte “Kürt kimliği ve kültürü” büyük atılım yaptı. Dışarı esen “Küreselleşme” rüzgârı ve Irak’ta ortaya çıkan “Özerk Kürt Bölgesi”, içeride de PKK’nın silahlı eylemleri, Kürtlerde “Kürt milliyetçi politik kimliğini” geliştirdi. Yükselen “Kürt alt kimliği” önüne konan setleri aştı. Bunun da ilerisine geçerek tüm bölgedeki Kürtleri kapsayan “Pan-Kürdist üst kimlik” inşasına yöneldi.  Bu gelişim“Kürt kimliği ve kültürü” etrafında bir araya gelen Kürt toplumunda kırılmaya yol açtı. 1950 sonrasında ortaya çıkan göç dalgasıyla büyük şehirlere yerleşen, “Batı yakasına” uyum sağlamış yerleşik “Kürt alt kimlikçi” Kürtleri endişelendirdi. Yugoslavya’da yaşanan iç savaş ve etnik arındırmanın yıllarca bir arada, iç içe yaşayan insanları nasıl birbirine kırdırdığını, evinden, işinden gücünden ettiğini görmüşlerdi. “Pan-Kürdist üst kimlik” politikasının yol açacağı tehlikeyi anında hissettiler. Bundan uzak durdular.  1980 sonrasının “iç savaş” ortamında yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakılan“Kürt alt kimlikçileri” ise, yaşadıkları acıların ve hissettikleri düşmanlık duygularının altında “Pan-Kürdist üst kimlik” politikasına destek verdiler. Bu süreç HDP içinde “Türkiyelileşme” ile “ayrılıkçılık” olarak iki ayrı çizgi biçiminde kendisini gösterdi.

“Pan-Kürdist üst kimlikçiler” “Büyük Kürdistan” ı kendi başlarına kuramayacaklarını biliyordu. Amaçlarına ulaşmak için de “Yeni Dünya Düzeni” adına emperyalizmin Ortadoğu’daki vahşet ve katliamlarının yanında durdular. Bu süreç “Pan-Kürdist üst kimliğe” destek veren Kürtlerde yeni bir kırılmaya yol açtı:

  • Dışarıda: Suriye’de “emperyalizmin paralı askeri” konumuna kadar savrulmaları,
  • İçeride: Irak ve Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de “özerk Kürt Bölgesi için başlattıkları “2015 hendek çatışmaları”,

bu politikanın sonunu getirdi. “Kürt kimlikçi politikleşmenin” partisi HDP bunun sonuçları altında kaldı.

2. “Küreselleşme” ve Toplumsal Muhalefet

 “Müslüman alt kimliği” nin yükselmesi ve 2002 de iktidarı ele geçirmesi, “cumhuriyetçi ve Laik politik kimlikçiler” üzerinde uyarıcı etki yaptı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sembolik değer taşıyan Cumhurbaşkanlığının da “Müslüman kimliğe bürüneceği” kaygısı ve korkusuyla, 2007’de milyonlarca insan sokaklara çıktı. “Cumhuriyet Mitingleri” AKP’nin karşı karşıya kaldığı ilk kitlesel tepkiydi. Bu yıl aynı zamanda “Küreselleşme”nin de krize girdiği yıldı. Ortaya çıkan güçlü toplumsal tepki, “Küreselleşmeci Müslüman ve Kürt alt kimlikçileri” yan yana getirdi. Buna “Küreselleşme” yanlısı sol politik kimlikçiler” de katıldı.

Türkiye’nin aydınlanmacı, ilerici, laik toplumsal kesimleri “Cumhuriyet Mitingleri” zeminde ayrıştı:

  • Ülkemizde tarihsel olarak “laik, aydınlanmacı, laik cumhuriyetçi politik kimlik” içinde yer alan “aydınlar” ve “sol toplumcu kimlikçiler” saf değiştirdiler. Mitinler sürecinde ve sonrasında, “cumhuriyetçi ve Laik politik kimlikli” milyonlarca insanı, “resmi baskıcı üst kimliğin” yürütücüleri ile özdeş, “alt kimlikleri ezen üst kimlikçiler” olmak suçladılar. “Laikçi teyzeler” diye aşağıladılar. Bu bir kopuştu.
  • Kendilerini “Cumhuriyetin ve değerlerinin, M. Kemal Atatürk’ün savunucusu” olarak gören CHP seçmenleri, partileri CHP’nin açık desteğini alamamanın ve  “Sol’un- aydınların” da suçlayıcı eleştirileri karşısında hayal kırıklığı yaşadılar. Yaşananlar, ülkemizin “aydınlanmacı, ilerici, laik, sol toplumsal dinamiği” ile CHP ve “Sol” arasında süreç içinde giderek artan ve pekişen bir yabancılaşmanın başlangıcıydı.

“Küreselleşme” 2007-2008’de içine düştüğü kriz nedeniyle hızını kaybetti. Küreselleşmenin hem içerden hem de dışarıdan sorgulanmasını başlattı. Dünyanın dört bir köşesinde “Küreselleşme” ye karşı protestolar giderek yayıldı. “Küreselleşme” nin durağanlaştığı ve inişe doğru geçtiği bu dönemde: “Küreselleşmeci Müslüman, Kürt alt kimlikçi ve Küreselleşme yanlısı sol politik kimlikçiler cephesi’’  kendilerine karşı olan tüm kesimlere “fikri” AKP iktidarı da “hukuki- fiziki şiddet” uyguladı. AKP iktidarı “Küreselleşmeci cephenin” desteği ve TV kanalları, basın ve her türlü iletim araçlarının çığlıkları altında,  açtığı düzmece davalarla üniversitelerde, TSK’da “cadı avına”  girişti. “Laik, aydınlanmacı, cumhuriyetçi politik kimlikçiler” den yana olan  “Cumhuriyet Gazetesi” ni, “Cumhuriyet Halk Partisi” ni istedikleri yönde dönüştürdüler. “Laik, aydınlanmacı, cumhuriyetçi politik kimlikçiler” partisiz ve gazetesiz bırakıldı.

Cumhuriyet rejiminin, değerleri ile hesaplaşmaya giriştiler. Rejimin ve değerlerinin yaratıcısı M. Kemal Atatürk’ü aşağıladılar. Anayasanın, cumhuriyet kurumlarının, TBMM’in altını oydular. Bu fütursuzluk lidersiz ve örgütsüz cumhuriyetçileri mücadelelerinden vazgeçirmedi. Tam tersine, sağ seçmenler içindeki cumhuriyetçilerin de tepkisini çekti ve onları da harekete geçirdi. Bu kesim 2013 “Gezi Parkı Eylemleri” nde ve 2015 referandumunda yan yana oldular. Cumhuriyeti ve değerlerini birlikte savunmaya başladılar. Ortaya çıkan sağ cumhuriyetçi kitlenin kontrol altında tutulması ve sol cumhuriyetçilerin etkisinden kurtarılması için Yeni Parti kuruldu.  2017’de Kurulan Yeni Parti’ye en büyük desteği CHP yönetimi verdi. “Cumhuriyetçi ve Atatürkçü kimlik” üstlenen İyi Parti yanına aldığı merkez sağ politikacıları ile “cumhuriyetçi politik kimliğin” bir diğer partisi olarak meydanlarda boy gösterdi. CHP ve İyi parti yönetimlerinin ilan ettikleri “Millet İttifakı”,   kendilerini sağda, solda ya da tarafsız olarak gören “cumhuriyeti ve değerlerinin savunan milyonlarca insanın” hayatın doğallığında oluşturdukları birlikteliği ellerinden çalma girişimiydi. Ama dert değildi. Biliyorlardı ki, “Sel gider kum kalırdı”.

Her şeye rağmen, hayat kendi gerçekliğinde yoluna devam ediyor. “Küreselleşme” 2007-2008 krizinin etkilerini üzerinden atamadan, 2019’a kriz derinleşme belirtileri vermeye başladı. Küreselleşme her yandan “alarm” veriyordu. Covid-19 Pandemisi, “Küreselleşme” yi bu süreçte yakaladı. Tüm zaaflarını ve açmazları gözler önüne serdi. Çok uluslu tekeller ve onların sözcüleri, “Küreselleşme” nin, “Felaket Kapitalizminin” içine düştüğü açmazı itiraf ediyorlar. Ne yapacaklarını  bilmediklerini de söylüyorlar. “Küreselleşme” nin sonuna gelindiği bilgi sahibi tüm kesimlerce kabul ediliyor.

Yaklaşık 40 yıl süren “Küreselleşme” den nasıl çıkılacağı tartışmaları giderek yaygınlaşıyor. Dünya yeni bir değişimin eşiğinde. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yaşadığımız “üst-alt kimlik çatışması” olumlu ve olumsuz yanlarıyla “yeni bir toplumsal ve bireysel kimliğe” ve yeni bir toplumsal-siyasal değişime gebe.