Skip to main content
50. Yılında Kızıldere – Haluk Başçıl

50. Yılında Kızıldere – Haluk Başçıl

Mahir’in oluşturduğu devrimci teorinin tüm kavramları, yaşadığı dönemin (“zaman-mekan”ın) emperyalist sistemini ve ülkemizdeki konumunu gözler önüne sermeye, “en üst siyasi iktidar”ı deşifre ve alaşağı etmeye yönelikti.

1973-74 döneminde fakülteye girdiğimizde, öğrenci gençlik içinde en çok konuşulan konular: 12 Mart faşist darbesi, Mahir ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmeleri, Denizlerin idamı ve devrimci mücadele idi. Onların devrimci mücadelesi yalnız öğrenci gençliği değil geniş toplum kesimlerini sarsmıştı. İdeolojik ve politik hatlarının yanlış olduğunu söyleyenler ve buna itiraz edenler dahil, herkesin Mahirlere ve Denizlere duyduğu saygı ve sevgi büyüktü. Fakülte kantininde devrimciler ve ülkücü faşistler şeklinde iki ayrı grup olarak oturuyor, bir taraftan “Niçin yenildiler”? Doğruları ve yanlışları nelerdi?” sorularına kafa patlatılırken, diğer yandan da fakültelerde ve üniversitelerde başlayan faşist saldırılara karşı kendisini korumaya çalışıyor, ne yapacağını tartışıyordu.

12 Mart sonrasında ortaya çıkan çeşitli devrimci grupların büyük bir çoğunluğu Mahir’in teorisini ve pratiğini eleştiriyordu. Bu yaklaşım öğrenci gençlik içinde yaygındı. Bu gruplar içinde yer alan ve Mahirleri “teorik-pratik” olarak savunan, yenilgiyi örgütsel zayıflıklarına bağlayan “Cepheciler” önce Dev-Genç’i sonra da Devrimci Yol’u oluşturdu.

Mahirlerin katledilmesinin 50. yılındayız. Dünya ve ülkemiz bir başka “zaman-mekan” içinde. Onun zamanında, ne ulus üstü tekeller ortaya çıkmış ne “Küreselleşme”, ne “neoliberal politikalar” vardı. Ne de emperyalizm “zaman-mekan” a uygun bir şekilde merkez ve yeni sömürge ülkelerde kendisini yeniden yapılandırmıştı.

Dev-Genç ve Mahirler

Yetmişli yılların “İkinci” Dev-Genç’i, bir öncekiyle ideolojik bir devamlılık içerse de ondan teorik ve pratik olarak farklıydı. Bu “zaman-mekan” bağlamında doğaldı. Mahirler “milli –toplum- egemenliğini” ele geçiren hegemon “en üst siyasi iktidar” –emperyalist sistem- ile onun işbirlikçisi Demirel Hükümetinin politikaları arasındaki bütünselliğin farkındaydılar. Onların devrimci mücadelesi, “gizli işgal” ile “milli –toplumsal- egemenliği” ele geçiren hegemona, yani emperyalizme, “en üst siyasi iktidar”a ve ülke içindeki işbirlikçilerine yönelikti. Teori ve pratiklerinde anti-emperyalist karakter baskındı. “En üst siyasi iktidar”a karşı, halkın egemenliği -toplumsal egemenliği- savundular. Bunun için mücadele ettiler.

“Zaman-mekan” içinde kendisini yeniden yapılandıran emperyalist sistemin 60’lı yılların dünyada ve ülkemizdeki konumunu, toplum ve devlet yapısı üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmadan, “en üst siyasi iktidar”ına karşı (anti-emperyalist) politikalar yürütemeyeceklerinin farkındaydılar. Mahir’in oluşturduğu devrimci teorinin tüm kavramları, yaşadığı dönemin (“zaman-mekan”ın) emperyalist sistemini ve ülkemizdeki konumunu gözler önüne sermeye, “en üst siyasi iktidar”ı deşifre ve alaşağı etmeye yönelikti. Mesela “yeni sömürgecilik”, “gizli işgal-içsel olgu”, “sömürge tipi faşizm” emperyalist sistemin ekonomik, politik, kültürel alanlarda ve devlet yapısında yarattığı değişimi ifade ediyordu. “Açık-kapalı faşizm” kavramı da  “en üst siyasi iktidar”ın sıkıştığı dönemlerde sorununu aşmada, TSK içerisindeki NATO’cu generaller üzerinden 12 Mart 1971’de (aynı şekilde Mahirlerden sonra yaşadığımız 12 Eylül 1980’de) askeri darbeyle parlamenter sistemi devre dışı bırakması ve zayıflayan egemenliğini yeniden sağlamasına ilişkindi. Kısaca geliştirdiği tüm kavramlar emperyalist sistemin ülkemizi askeri, siyasi ve kültürel olarak ele geçirmesini ve kendi çıkarlarına tabi kılmasını açıklamaya ve kırmaya yönelikti.

Mahirlerin Dev-Genç’i:

  • Kuvâ-yi Milliye’nin açık işgal ile Osmanlı yurdunu ele geçiren emperyalist devletler ile işbirlikçisi Saray takımına karşı yürüttükleri savaşı “zaman-mekan”a uygun olarak kendilerinin devraldığını,
  • Kemal Atatürk’ün Osmanlı’nın “en üst siyasi iktidar”ının iradesi karşına geliştirdiği “Milli İrade”yi ve Millet-toplum- yararına yaptığı devrimleri doğru bulduklarını ve savunduklarını,
  • Halkın iradesini –milli iradeyi- yeniden hakim kılarak Atatürk devrimlerini daha ileriye taşıyacaklarını,
  • Devrimlerin geçmişte olduğu gibi, o gün de “Tam bağımsızlık” ile sağlanabileceğini,

 söylüyordu. M. Kemal Atatürk yaşadığı “zaman-mekan”da devrimciliği “uluslaşma” düşüncesiyle birleştirirken, Mahir’de devrimciliği yaşadığı “zaman-mekan”da sosyalist düşünce ile birleştirdi. Her ikisi de “en üst siyasi iktidar”a karşı “millet-toplum iktidarı”nı savundu. Mahirler kendilerinden önceki kuşağın kırdığı emperyalist sömürü ve bağımlılık zincirinin onuru ve gururuyla,  yeni bir kurtuluş savaşının -tam bağımsızlık mücadelesinin- ateşini yeniden harladılar. “En üst siyasi iktidar”ın hükümetler, polis ve MİT’in, sivil faşistler eliyle kendilerine yönelik saldırıları karşısında hedeflerinden sapmadılar. Anti-emperyalist politika hattını kararlılıkla korudular.

“İkinci” Dev-Genç ve Devrimci Yol

12 Mart sonrasında “en üst siyasi iktidar” yükselen gençlik ve emek mücadelesini MHP ve “Milliyetçi Cephe Hükümetleri” eliyle kırılmaya yöneldi. Sivil faşist yapıların yanı sıra resmi kolluk güçlerinin yürüttüğü saldırılar “Mahirlerin Dev-Gençi”nin maruz kaldıklarından daha ileri boyutta ve daha incelikliydi. “En üst siyasi iktidar”a tabi MHP’li, Ülkü Ocaklı sivil faşist örgütlenmeler ile NATO’nun kont-gerillasının işbirliği hemen hemen her saldırıda görülüyordu. Bunlara karşı yürüttüğümüz mücadelede, bizim kuşağın pratiği ve militanlığı bir öncekinin ötesindeydi. Ancak siyasi muhtevası daha geriydi. Hegemon’un 70’li yıllarda planlayıp yürüttüğü ve“sağ-sol çatışması”, “kardeş kavgası” olarak sunduğu tabloyu kıracak ve kışkırttığı “iç savaşı” deşifre edecek bir beceriyi gösteremedik. Hegemon’a yönelik mücadele ile Hükümet politikalarına karşı mücadele arasındaki farkı açık ve net bir şekilde ortaya koyamadık. “En üst siyasi iktidar”ın egemenliğine karşı devrimci özelliğimiz geride kalırken sol-sosyalist karakterimiz ve faşistlere karşı direnişimiz öne çıktı. Bunun bedeli ağır oldu. 12 Eylül faşist darbesiyle yenilginin ötesinde siyasi ve örgütsel bir iflası yaşadık.

Kendisini perde gerisinde gizleyen “en üst siyasi iktidar”ı n belirlediği zeminde mücadele yürütüldü. MC hükümetlerinin ve MHP-Ülkü Ocaklı faşistlerin, NATO’cu kontrgerilla teşkilatının oluşturduğu politik hat aşılamadı. Dolayısıyla ikinci Dev-Genç’in ve Devrimci Yol’un pratiği ve teorisi özü itibariyle “eşeğin değil, semerinin dövülmesi” ile sınırlı kaldı. Bunun ötesine geçilmedi. Melih Pekdemir’in Devrimci Yol davasında söylediği “Tarih bizi suçlayacaksa  faşizme karşı örgütlendiğimiz için değil örgütlenemediğimiz için suçlayacaktır” cümlesi bunun samimi itirafıydı. Merkez Komitesi de hazırladığı Devrimci Yol savunmasında “en üst siyasi iktidarı” değil yürütme erklerinin –hükümetlerin- politikaları ve hegemonun devlet içindeki gizli odaklarının saldırılarının ötesine geçmedi. Söyledikleri ve ortaya koydukları kendi ürettikleri hakikatti. Her zaman olduğu gibi hakikat; içsel olgu halindeki emperyalizm,  “en üst siyasi iktidar” ve onun egemenliği oluşturulan hakikati yıkıyordu. 

Zaman-Mekan;  coğrafi bir alanı değil, tarihsel zaman diliminde; insanın ve toplumun üzerinde yaşadığı topraklar, eco-sistem, üretim faaliyeti, toplumsal yapı, mülkiyet, kır-şehir bütünselliği, diğer topluluklarla kurduğu ilişkiler, konuşma ve yazı dili, inancı, tarihsel geçmişi, mimarisi, kültürü, örf ve adetleri, devlet yapısı, hegemon- siyasi erk ilişkisi ve bunun elinde tutuğu şiddet dahil hepsine ait düşünce ve pratiklerini kapsar.

                                                                                                                                                            29 Mart 2022, Haluk Başçıl