1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, 12 Eylül darbesini ABD Başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber verdi. ABD Büyükelçisi Spain de Washington’a “endişe edilecek bir durum yok mesajını” geçiyordu.
Devrimci Yol hareketinin liderlik anlayışı, 12 Eylül öncesi olduğu kadar 12 Eylül Askeri Darbesi, mahkeme ve cezaevi süreci de dahil olmak üzere devrimci hareket ve ülkemiz için ağır sonuçlara yol açtı. Toplumda ve devrimci cenahta oluşturduğu derin güvensizlik ve yıkım, aradan kırk yıl geçmesine rağmen giderilebilmiş değil.
Tarihsel bir dönemin de “zaman-mekan”nında Ermeniler ve Türkler karşı geldi ve getirildi. Büyük güçlerin konjonktürel hedeflerinden menfaat elde edecekleri düşüncesiyle birbirlerinin kanını akıttılar, karşılıklı katliamlar yaptılar.
Weltpolitikte Kafkaslar –Bakü ve Batum petrol bölgesi-, Orta Asya, Mezopotamya ve Suriye güzergâhındaki Doğu Anadolu önemli bir yere sahipti. “Armanische Hochland – Dağlık Ermeni Arazisi-” dedikleri bu bölge, Doğu Anadolu stratejik birkonumdaydı.
Cihan harbinde, Osmanlı topraklarındaki Çanakkale, Irak, Hicaz-Yemen, Sina-Filistin ve Kafkas cephelerindeki savaş planları Alman Genelkurmayınca yapıldı. Almanya, Büyükelçisi Wangenheim’in “Hem Türk ordusunu hem de donanmayı kontrol ediyoruz” gerçekliğinin ötesinde iç güvenlik de dahil Osmanlı siyasetine el koymuştu.
Ermeniler ve Türkler geçmişte ve bugün, “Zaman-mekan” içinde yaşananları bilmeden ve anlamadan kendileri için iyi, güzel ve doğru bir gelecek tahayyülü de yapamıyorlar.
Mahir’in oluşturduğu devrimci teorinin tüm kavramları, yaşadığı dönemin (“zaman-mekan”ın) emperyalist sistemini ve ülkemizdeki konumunu gözler önüne sermeye, “en üst siyasi iktidar”ı deşifre ve alaşağı etmeye yönelikti.
Osmanlı kimliği altında etnik-dini toplulukları, bir arada tutan, birlikte yaşama hizmet eden Hıristiyan milletler örgütlenmesi, kapitalizm ile birlikte etnik-dini kimlikler temelindeki ayrılıkçı yapıya dönüştüler. Adeta “devlet içinde devlet” -paralel bir devlet yapısı- konumlarıyla Ermeni ve Rumları Patrikhaneleri ayrılıkçılığın, “bağımsız devlet” oluşturmanın en büyük savunucu haline geldiler.
“Zaman-mekan”ın yarattığı sorunları yine “zaman-mekan” bağlamında çözme yollarını bulamayan İttihatçılar, siyasi erke tek başına hakim olmalarına rağmen, köklü iç ve dış sorunlarla baş edemediler.
Bu topraklara yabancı ve köksüz tüm liberal partiler, anti-liberal feodal elitlerle işbirliği yaptılar. Seçim çalışmalarında da onların hegemonyasındaki cahil, geleneklerine ve dinine bağlı kesime “zamana-mekana” uygun dini yalanlar ve demagojilerle ürettiler.
İttihat Terakki Cemiyeti’nin oluşturduğu anayasal düzen ve parlamenter rejimin sağladığı hürriyetler ortamında “İttihâd-ı Anâsır” değil, tersine ayrılıkçı etnik milliyetçilik gelişecekti.
Meşrutiyet sonrasında yapılan ilk genel seçimler, liberal Ahrar Fırkası ve onun şemsiyesi altında toplanan Saltanat ve Hilafet yanlıları ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında geçti. Meclis-i Mebusan’a 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 5 Yahudi, 8 Slav, 9 Ermeni mebus girdi.