“Osmanlıdan Günümüze Otoriter ve Parlamenter Rejimlerimiz” başlıklı çalışmamı parçalar halinde yayınlayacağım. Giriş yazısını “Egemenlik, Erk ve Rejim” başlığı ile paylaşıyorum. Umarım parçalar halinde yayınlıyor olmam, çalışmanın bütünselliği fazla bozmaz.
Hemen hemen tüm ülkelerde anayasaların şu ya da bu oranda askıya alındığı, yürütmenin egemen kılındığı ve yasama, yargılama erkelerinin de buna tabi kılındığı bir dönemi yaşıyoruz. Liberal demokrasinin anayasal devlet formuyla bağdaşmayan, ancak yeni devlet formunun da şekillenmediği bir geçiş sürecindeyiz.
Bireylerin ve toplumun ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere ulaşmasını sağlayan kamusal kurum ve kuruluşların, Küreselleşme ve Neoliberal Politikalar ile işlevsizleştirilmesi, dağıtılması, tüm ülkelerde demokratik hakların kapsamını daralttı. Anti demokratik eğilimleri güçlendirdi.
Birçok ülkede siyasi figürlerle özleştirilen anti demokratik süreçler ile ulus üstü şirketlerin “Küreselleşme, Neoliberal” politikaları ,ülkelerin yeniden yapılandırması arasındaki bağ yeterince kurulmuyor. Yaşanan hak kayıpları ve kısıtlanan özgürlüklere -demokrasi sorunu- basit bir şekilde siyasi şahsiyetlerin sırtına yükleniyor.
Batı emperyalizminin “Avrasya Balkanları Politikası” ile Horasan bölgesinde girişeceği “Türk Müslüman kıyımı”na katkı veren AKP iktidarı, suçlarına da ortak olmaktadır.
Günümüzde emperyalist-kapitalist sisteme yönelik köklü eleştiri antikapitalist sol-sosyalist kesimlerden ziyade sistemin kendi içinden, bazı bilim adamlarından, aydınlardan ve ekolojik-çevreci kesimlerden geliyor.
Geçmişte gençlik; adalet, özgürlük, barış ve düzen değişikliği için mücadele etmişti.
Günümüzde ise gençlik; işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik vb asli sorunlarının daha da ağırlaşmasına rağmen, önemli ve yaşamsal gördükleri iklim değişikliğine ve çevre tahribatına karşı mücadeleyi öne çıkarıyor.
Dünya yeni bir değişimin eşiğinde. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemiz de, yaşadığı “üst-alt kimlik çatışmasının” olumlu ve olumsuz yanlarıyla “yeni bir toplumsal ve bireysel kimliğe”, yeni bir toplumsal-siyasal değişime gebe.
Ulus ötesi finans tekellerinin kapitalist sistemi yeniden yapılandırma programının gerçek anlamda başlatıcıları “işbirlikçi 12 Eylül faşist darbecileri” oldu. “Ulusal bütünlüğü” yeniden sağlamak adına Osmanlı döneminin Müslüman kimliğini meşrulaştırmaya giriştiler.
Lozan Anlaşması’nın ekonomik hükümlerinden 1929’da kurtulan genç cumhuriyet, İtalya ile yaptığı dış ticarette,1929’da 48.731 milyon $’ açık verirken, bağımsız ekonomik yapılanması sayesinde 1936’da 20.051 milyon, 1937’de 18.685 milyon $ fazlalık verdi.