Skip to main content
Cennet – Saffet Bilen

Cennet – Saffet Bilen

Başka bir Dünya mümkün hayali düne veya geleceğe değil, Bugüne ait bir olgudur.

I

Cennet nerede?

İnsanların barış ve huzur içinde, dertsiz tasasız yaşama isteklerinin karşılığı olarak oluşan bir kavram cennet.

Egemen düşünce sisteminin ürete geldiği düşünce akımlarına bakacak olursanız gelecekte bir yerlerde. Burası ise bir sınav yeridir. İnsan günahkar ya da kötücül özelliklere sahiptir. Dolayısıyla da acı çekmeli ve mensup olunan akımın meşrebine göre bir takım ritüelleri yerine getirmelidir, ya da örneğin üretici güçlerin gelişmesini, yeterli olgunluğa gelmesini beklemeli ki, bu seçenekte de o zamana kadar acı ve sıkıntı çekmenin baki değişmez özelliktir, sonraki yaşamında rahata ve huzura ulaşabilsin.

Bu anlamı ile günümüz dindar/ tanrı tanımaz akımları arasında cereyan eden tartışmaların bir önemi de yok. İki akımda, insanın günlük yaşamının belirlenmesi, değişmesi anlamında maddi bir değişikliğe tekabül etmez, etmiyorlar. Vaat edilen sadece umuttur, günün birinde söylemi ile. Egemen yine egemendir, yoksul yine yoksul. İki akımda bir devlet örgütlenmesine tekabül eder. Kendilerine göre bir kabul gören, birde dışlanan kesimleri vardır. Bir de gündelik yaşamın sürdürülüş biçim farklılıkları.

Son yılların antropoloji, paleoantrapoloji ve arkeoloji bilimlerinin önümüze yığıp durduğu olgular ise bize, esasen barış ve huzur içinde yaşanan bir insan yaşamının varlığını gösteriyor. Üstelik bu insanlar tamamen ortadan da kalkmamışlar, günümüzde de yaşamlarını sürdürüyorlar, çok az da olsa.

Bu yaşamın temelini oluşturan koşullar, herkese eşit fırsat tanıyan doğal ortamdır. Doğa sürümü olan ürünlere ulaşmada bazen, o da olağanüstü koşullarda sorun çıkartmış, deprem, sel, kuraklık vb. olaylarla karşılaşılan insan toplulukları, mekan değiştirerek yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Huzuru sağlayan ortam, ister tanrısal bir güç, ister doğa deyin insan dışında sağlanmıştır.

Ve burada sen şu kadar alacaksın, sen bu kadar ölçüsü yoktur. Zorunlu çalışma söz konusu değildir. Boş zaman herkese aittir. İsteyen yatar, uyur, isteyen sevdiği işle uğraşır, doğayı gözler örneğin, bir ses çıkartır onu dinler, kimisi ses çıkartarak oynamayı seçer, kimisi bir taşı incelemeyi, kendi bileceği iştir.

Sorun çıkmaz mı? Mutlaka çıkar. Çıkan sorunun asgariye indirilebilmesi için, bugünden bakıldığında bilinçli bir yaşam tarzının tercih edildiği söylenmelidir.

Gruplar çok kalabalık değildir. Sorunlar herkesin katılımı ile çözülür. Anlaşamayan, anlaşmazlık ortak yaşamın devamını engelleyecek bir sorunsa, çekip gider başka bir grup kurar, ya da başka bir gruba katılır. Yiyecek bulma derdi yoktur, bu anlamda gelecek problemi de.

İnsan türleri arasında belirtile gelen ayrımlar hesaba katılmazsa birkaç milyon yıl, üzerinde tartışma olmadan kabul gören türümüz söz konusu olduğunda ise, üç yüz bin yıldan fazla bir zaman diliminde devam etmiş bu yaşam tarzı.

Bu yaşam tarzının en belirgin özelliğinin kendi iradesi dışında gerçekleşmiş bir zemine sahip oluşudur. Bu zeminin oluşumuna, tanrısal bir irade sonucu veya doğanın sunumu, evrimin sonucu demeniz bu gerçeği değiştirmez.

Peki, Sorun nerede ne zaman başlamıştır?

Sorun yaşamın doğanın/tanrının kendiliğinden sürümünün yerini, insana ait bir yaşam örgüsünün alması ile başlamış görünüyor.

İnsanlar iki gelişmenin rol oynamış olabileceği nedenden dolayı, o zamana kadar sürdüre geldikleri yaşamı terk etmeye başladılar.

Bunlardan biri, değişimin başladığı dönemde özellikle dönenceler arasında bol ürün anlamına gelen iklimsel değişiklikler.

Mevsimin belli ve az bir döneminde, ama yoğun çaba sonucu, küçük bir arazi parçasından elde edilen ürünle yaşamın sürdürülmeye başlanması ve bu tarzın kalıcılaşması, tüm yaşamı değiştiren değişiklere de kapıyı aralıyor.

Bu değişikliklerin başında yerleşik yaşama geçiş gelir. Küçük arazi parçası üzerinden karın doyurma, o toprak parçasına bağlanmak demektir. Aynı zamanda düzenli emek harcanması gereklidir. Otların temizlenmesi, çapa yapılması vb. Bu da zorunluluğun bir şekilde ortaya çıkması anlamına gelir.

Yeni bir sorunla karşı karşıya gelir, yerleşikliği seçen avcı- toplayıcı topluluk. Yerleşiklik zaten, o zamana dek yaşamı devam ettirme eylemi olan avcılığında, toplayıcılığında geçmişe göre sınırlandırılması demektir. Bu sınırlılığın etkisi ile de yaşam giderek, küçük arazi parçasına bağımlı hale gelir.

Tam bu nokta da bu emeği kim harcayacak sorusu da bütün yakıcılığı ile gündeme gelir. Toplumun önderliğini yapanlar bu soruyu, kendilerini azade edecek şekilde cevaplarlar bu soruyu. Ve itiraz edeni de enterne edecek şekilde bir örgütlülük ortaya çıkar.

Bundan sonrasını ise iyi kötü biliyoruz.

Anlata geldiğim gelişmelerden sonra, baştaki soruya dönersek;

Cennet, topluma önderlik eden bir avuç seçkin, egemen için arada kesintiye uğrasa da, yıkımlar nedeniyle, yeryüzünde devam etmektedir.

Geçimi devam ettirebilmek için zorunlu çalışmanın prangasına hapsolmuş geniş çoğunluk içinse geçmişte bir yerlerde kalmıştır.

Günün yapılması gereken işi, cennetin tüm insanlar için yeniden var olmasını sağlamaktır.

Bunun içinde bu işi geleceğe öteleyen bütün akımlarla bağın koparılması zorunludur.

 

II

Uygar dönem iyi ve güzel bir yaşamı geleceğe erteler.

Ütopyalar hep gelecek tasviridir.

Avcı toplayıcılar da ise bu güne dairdir bu eylemlilik.

İyi yaşam, uyumlu bir dünyayı tasvir eden kavramları üretenler onlardır.

Uygar dönem çocuklarının kafasında yoktur bu mefhum.

Yaşamın bütünlüğünü, yaşam ağlarını, yaşam kurma sürecini vurgulayan avcı- toplayıcı halkların kavramları:

-Sumak kawsay: Kichwa dili Ekvator-bolluk bereket içinde yaşamak anlamında.

Kawsak Sacha: Kichwa dili Ekvator- yaşayan orman anlamında. Ekvador Amazonlarında Sarayuku’da yaşayan Kichwa halkının dünya görüşüdür ve insanların sadece bir parçasını oluşturduğu yağmur ormanlarını hem fiziksel hem ruhani canlı varlıkların bilinçli bir topluluğu olarak görür

-Sentipensar: Kolombiya- Yüreğimizle eyleriz ama aynı zamanda aklımızı kullanırız ve bu ikisini böyle birleştirdiğimizde sentipensante oluruz, anlamında. Birlikte çalışmaları için düşünce ve duyguyu bir araya koyma sürecidir. Hem derin düşünce hem de duygusal etkiden gelen, gerçekliği algılamanın ve yorumlamanın iki yolunun, tek bir bilgi ve eylem hareketi içinde kaynaşmasıdır. Terim, balıkçı San Benito Abad’ın (Sucre) Kolombiyalı sosyolog Orlando Fals Borda’ya yaptığı açıklamadaki sözcüklerden doğmuştur: “Yüreğimizle eyleriz ama aynı zamanda aklımızı kullanırız ve bu ikisini böyle birleştirdiğimizde sentipensante oluruz.”

– Kametsa Asaike : Ashaninka halkı Peru Amazonları- burada hep birlikte iyi yaşamak anlamında. Terim, kabaca “burada hep birlikte iyi yaşamak” olarak çevrilebilir. Kaynağı Peru Amazonlarındaki Ashaninka halkı olan bir yerli refah felsefesinden türemiştir. İki önemli yönü vurgular: İlki, tek bir bireyin refahının ancak ve ancak kolektifin refahıyla mümkün olabileceğidir. Kolektif insanlardan, insan olmayan varlıklardan ve bir bütün olarak gezegenden oluşur. İkincisi, refahın, kolektiftekilerin hepsinin uğruna çalıştığı istemli uygulamalardan kaynaklandığı ve bu uygulamaları beslediğidir.

-Ubuntu :Güney Afrika yerli kavramı- ben biz olduğumuzda varım, anlamında. Bir Güney Afrika kavramıdır ve “insan olmanın” hem bir olma durumu hem bir oluş durumunu kapsadığını söyler. Bu, yaşamın ilişkisel yönlerinin elzem olduğunu vurgular. İnsan atomistik bir birey değildir, pek çok kolektifin ve onların karşılıklı ilişkilerinin parçasıdır ve bunlar insan olmayan varlıkları da kapsar. Ubuntu, Sahra’nın güneyinde kullanılan birden çok kavramdan türemiş ve onlarla ilişkilidir. Bu kavramlar; Zulu, Xhosa, Ndebele dillerindeki Umuntungumuntungabanye Bantu (“ben varım çünkü biz varız”), Soho-Tswana dillerindeki Botho ve diğerleridir.

-Kyosei :Japonca- ortak yaşam, simbiyoz ve birlikte yaşamak, anlamında. İnsanlar (cinsiyetler, çeşitli kültürler ve benzerleri) arasındaki ilişkilere ve insanlarla doğanın geri kalanı arasındaki ilişkilere atıfta bulunur. Asıl önemlisi, Kyosei, homojenleştirmeyi amaçlamaz, kültürlerin, ekolojilerin, var olma ve bilme yollarının çeşitliliğine ve farklılığına saygı duyarak adaleti ve sürdürülebilirliği vurgular.

-Hurai : Çin tuvaları- bütün iyi şeyler, anlamında. Çin’deki Tuva etnik topluluğunun kozmolojisinin bir parçasıdır. Kabaca “bütün iyi şeyler” olarak çevrilir; iyi yaşamı, sağlığı, sürdürülebilirliği, sevgiyi, saygıyı ve kutsallığı içine alır. Doğayı ve tanrıları insanların önüne koyarak onlar mutlu olduklarında insanların da mutlu olacaklarını vurgular ve bu yüzden eylemlerimizin herkesin refahını korumaya yönelik olması gerektiğini belirtir. Hurai’nin, Tuva halkının kültürel diriliş hareketinde önemli bir konuma sahip olduğu düşünülmektedir.

-Swaraj : Kadim Hint kavramı- bireysel ve kolektif egemenlik anlamında. Bu kadim Hint kavramı, Mahatma Gandhi tarafından yeniden canlandırılmış ve ona ün kazandırılmıştır. Yaklaşık anlamı “özyönetimdir”. Swaraj, bireysel ve kolektif egemenliği kapsar ve temelini herkese yönelik ruhani ve ahlaki sorumluluk oluşturur. Diğer bir ifadeyle, birey, kolektiflerin içinde yerleşiktir ve özgürce hareket ederken diğer insanların da özgürce hareket etme yetilerini baltalayamaz. Radikal ve batının liberal biçimlerinden tamamen farklı olan doğrudan demokrasi swaraj’ın bir parçasıdır. Yakın zamanda, bu sorumluluğun doğanın tamamına doğru genişlemesini vurgulamak için eko-swaraj ve prakritik (doğal) swaraj kavramları kullanılmaya başlamıştır.

-Minobimaatisiiwin: Anishinaabe ve Cree yerlileri Kuzey Amerika- Sadece insanlara değil, tüm hayvanlara, bitkilere, kayalara, sulara, ruhlara, göksel varlıklara, atalara ve gelecek nesillere saygı ve karşılılığa dayanan bir bütünsellik anlamında. Kökü, Kuzey Amerika’daki Anishinaabe ve Cree yerlilerinin dünya görüşlerinde olan, iyi bir yaşam sürmeyi veya tam bir refah halinde olma halini ifade eden bir terimdir. Sadece insanlara değil, tüm hayvanlara, bitkilere, kayalara, sulara, ruhlara, göksel varlıklara, atalara ve gelecek nesillere saygı ve karşılılığa dayanan bir bütünselliği vurgular. Birinin sağlıklı olabilmesi için herkesin sağlıklı olması gerekir ve bu yüzden karşılıklı saygı ve bakım elzemdir. Yakın zamanlarda minobimaatisiiwin, yerli tedavi sistemlerinin yeniden canlanmasının önemli bir parçası oldu.

-Mitakuye Oyasin: Lakota halkı Kuzey Amerika- hepimiz birbirimize bağlıyız, hepimiz akrabayız anlamında. Kuzey Amerika’daki Lakota halkının birbirine bağlılığı anlatan dünya görüşünü yansıtan bu kavramın, “hepimiz birbirimize bağlıyız”, “hepimiz akrabayız” gibi çevirileri vardır. Bütün yaşam formlarıyla; insanlarla, hayvanlarla, nehirler ve denizlerle hatta dağlar, vadiler ve taşlarla birlik ve uyum içinde olmayı ifade eder. Yaşam çemberinde ortak bir akrabalık bağını paylaşan her bir yaşam formunun bu kocaman aile içerisinde kendine özgü bir yeri, görevi ve sorumluluğu olduğunu hatırlatır.

-Taoizm: Tayvan sahillerine yakın Pongso no Tao adasında yaşayan Tao yerli halkının dünya görüşüdür. İnsan faaliyetlerinin döngüleri ve doğal mevsimlerin, okyanusun, tüm deniz ve kara yaşamının döngüleri arasındaki açıklanamayacak kadar yakın bağ üstüne kurulmuştur. Dayanağı dil, kültür ve biyolojik çeşitlilik üçlemesi olan bir varlıkbilimi kapsar. İnsan faaliyetlerinin, güneş ve ay döngülerini ve balıklarla diğer deniz canlılarının mevsimselliklerini birleştiren karmaşık ve özgün bir takvim tarafından yönlendirildiğini söyler.

*Bilgiler, https://sosyalekonomi.org/yerli-halklarin-dunya-gorusleri/ makalesinden

Günümüz modern dillerinde, örneğin İngilizcede yaşam kurma sürecini anlatan bir sözcük yok.

Modern Türkçede de yok.

Yokluğun sebebi nedir?

III

Modern dillerde kurucu yaşam ağlarına dair bir sözcüğün olmamasının nedeni, toplumsal gelişmeyi dikey bir süreç olarak tanımlayan, gelişmeleri bir kurtarıcıya bağlayan modern ilerlemeci bakıştır. Buna da insan çoğunluğunu inandırmasıdır.

Teoriye göre; Gelecek, yaşamın merkezinde bulunan insanın doğaya karşı mücadelesi ile kurulabilir. Dolayısıyla bilinemez. Tanrının veya evrimin seçtiği ‘kahraman’ tür İnsan önüne çıkacak engelleri ortadan kaldırarak kuracaktır geleceği. Doğa dost değil düşmandır. Tek başınadır ve hangi engellerin çıkacağı da bilinemez. Barış toplumu ya da cennet, ne kadar süreceği belli olmayan bir zaman dilimi sonrasında, ileridedir.

Muhalif kesimin düşünsel önderi Marx’ ta bu düşüncededir. Kurulacak toplumun detayları belli değildir. Pratik belirleyecektir. Batı Avrupa’nın özgün gelişimi içinde ortaya çıkan proletarya kendisiyle birlikte tüm insanlığı da kurtaracaktır. Bireyin yerini sınıf almıştır.

Başka bir Dünya mümkün hayali düne veya geleceğe değil, Bugüne ait bir olgudur.

Bunun açık kanıtı yukarıda bazı örnekleri verilen yerli halkların görüşleridir. Uygar dönem çocukları olan bizlerin öncelikle esasen egemenlerin sultasında cehennem hayatı yaşadığımızı kabul etmekten geçer. Kafalarımıza doldurulan ilerlemeci hurafelerden kurtulmak ve sık sık görmezden gelinen yerli halkların seslerine kulak vermemiz gerekli. Bunu, onların sürdürülebilir, kapsayıcı, başkalarına saygılı felsefelerini takip ederek yapabiliriz.

Başka bir Dünya Mümkün!

Hemen şimdi!

                                                                                                                                                  6 Nisan 2024, Saffet Bilen