Skip to main content
Anti-Emperyalist DEV-GENÇ’ten Anti-Faşist DEV-GENÇ’e 2 – Haluk Başçıl

Anti-Emperyalist DEV-GENÇ’ten Anti-Faşist DEV-GENÇ’e 2 – Haluk Başçıl

70’li yılların devrimci gençliği  bir önceki kuşağın devrimci ideallerini paylaşıyordu. En az onlar kadar militan, onlar kadar kararlı ve fedakardı. Büyük bir mücadele yürüttüler. Bu mücadelede katledilen tüm devrimcileri saygı ve sevgi ile anıyorum.

70’li yılların Anti-Faşist DEV-GENÇ’i

Bir önceki devrimci kuşağın başta öğrenci gençlik içinde olmak üzere, toplumda yarattığı etki ve birikim kısa bir duraklamanın ardından yeniden ortaya çıktı. 12 Mart Askeri Cuntası devrimci kuşağın toplum içinde yarattığı saygı ve etkinliği silemedi.  Tam tersine devrimci hareketlerin 71 direnişleri onları toplumda daha popüler hale getirdi.

12 Mart cunta döneminden parlamenter sisteme geçilirken 1973 Ekiminde yapılan seçimlerinden B. Ecevit’in başkanlığındaki CHP birinci parti olarak çıktı ve hükümeti kurdu. Yeniden parlamenter sisteme dönülmesiyle birlikte, önceki kuşağın bıraktığı miras ve prestij, yeniden örgütlenme faaliyetine başlayan tüm sol yapılara büyük kolaylık sağladı. Yine bu dönemde MHP’li Ülkü Ocakları üniversitelerde hakimiyet kurmaya, devrimci öğrencileri sindirmeye, okula sokmamaya yönelik saldırıları da örgütlü bir mücadeleyi zorunlu kılıyordu.

1973’de kurulan İDYÖD, Kasım 1974 yaptığı “NATO’ya Hayır” kampanyası ve Ankara’da ADYÖD yönetiminin düzenlediği üniversitelerde “Kissinger Boykotu” 12 Mart sonrasının ilk antiemperyalist eylemleriydi. Ancak arkası gelmeyecekti…

12 Mart Amerikancı Faşist Cunta’ya karşı direnen ve önderleri katledilen THKP, THKO ve TKP-ML/TİKKO’dan siyasete devam eden kadrolar, bu ortamda yaşadıkları dağınıklıktan da çıkmaya başladılar. Geçmişin devamı iddiasıyla küçük gruplar ve yapılar halinde örgütlendiler. Hem gruplar arasında hem de grup içinde hem de gruplar arasında:

  • 12 Mart dönemindeki silahlı direnişine bakış,
  • Çin-Sovyet kutuplaşması karşısındaki tavır
  • Geçmiş teorik yaklaşımlar ve kavramlar,
  • Kemalizm, Kürt sorunu,
  • Artan faşist saldırılarla mücadele,

konularında yoğun iç tartışmalara girdiler.

Bu tartışma konuları tüm siyasi yapıların birlik ya da ayrışma noktalarını oluşturdu. Ayrışma ve saflaşma dönemi olarak tanımlanan bu süreçte teorik tartışmalar hem kafa karışıklıkları hem de dağınıklığı daha da artıyordu.

Yeni sömürgecilik döneminde ABD liderliğindeki emperyalizm bağımlı, onun ekonomik-askeri-politik ve kültürel hegemonyasına tabi Türkiye’de yaşıyorduk. Ekonomik-askeri ve politik olarak hiçbir etkisi olmayan ‘sosyal emperyalizm’ tartışmaları ve bunun üzerinden yaşanan ayrışmalar: bir önceki kuşağın yürüttüğü antiemperyalist mücadeleden kopuşu ve ülke gerçekliğine yabancılaşmayı da gösteriyordu. Devrimci grupların hem kendi içinde hem de birbiriyle yürüttükleri bu tartışma, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönüktü. Onların gereksinimleriyle ülkenin ve halkın ihtiyaçları giderek farklılaşıyordu.

İstanbul Yüksek Öğrenim ve Kültür Derneğini ve Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneğini diğer illerde kurulan öğrenci dernekleri takip etti. Milliyetçi Cephe Hükümetinin kuruluşunu sağlamak ve gelişen devrimci gençlik hareketlerinin önünü kesmek amacıyla faşist saldırıları başlattılar. 1974 sonu ve 1975 başlarında İstanbul ve Ankara’da üç devrimci öğrenciyi katlederek faşist cinayetlerin önünü açtılar. Üniversitelerin yanı sıra, TÖB-DER üyesi öğretmenler, sol derneklerin üyeleri, sendika üyesi işçiler de faşistlerin saldırılarına uğruyorlardı. 74 yılından 75 sonuna kadar geçen sürede öldürülenlerin sayısı 50’ye ulaştı. Olay yerine gelen polisler saldırganları değil, saldırıya uğrayanları yakalıyordu. Sivil faşistler ve polis iş birliği içinde hareket ediyordu. 1975 yılında faşist saldırı ve terör 6 il ile sınırlı seyrederken, MC iktidarıyla birlikte bu sayı 23 ile çıkıyordu. Saldırılar giderek tüm yurt ölçeğine mahallelere, kasabalara, köylere kadar yayılıyordu.

Bu ortamda devrimci üniversite öğrencileri faşist saldırılara karşı örgütlü bir direnişe yöneldiler. Anti-faşist mücadele ekseninde bir araya gelen gençlik, kapatılan öğrenci derneklerinin yerine yenilerini kurdular. Dernek kurma çabaları diğer illere de yayıldı. Diğer illere de yayılan öğrenci dernekleri, 1976’da bir araya gelerek Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu’nu oluşturdular.

1 Kasım 1975’de Devrimci Gençlik dergisi “Emperyalizme Ve Oligarşiye Karşı Devrimci Gençlik” adı altında çıkıyordu. Çıkış amacını yayınladığı bildiride söyle açıklamaktaydı:

Devrimci Gençlik dergisi genel olarak emekçi halkın, özel olarak devrimci gençliğin ekonomik-demokratik mücadelesindeki, emperyalizme ve faşizme karşı savaşındaki birliğini sağlamak ve böyle bir birliğin teorik temellerini oluşturmak için bir adım olacaktır.”

75’de şiddetlenen faşist saldırı şöyle değerlendiriliyordu:

ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki işbirlikçileri kendi çıkarlarını ve egemenliklerini koruyabilmek için Türkiye’yi bir iç savaş sürecine böyle soktular.”[1]

Her geçen yılla beraber  “iç savaş süreci” daha da derinleşiyordu:

  • Doç. Dr. Orhan Yavuz, Savcı Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Prof. Bedri Karafakioğlu, Abdi İpekçi, Adana Emn. Müd. Cevat Yurtakuler, Necdet Bulut, Ümit Yaşardoğanay, Cavit Orhan Tütengil,  Ümit Kaftancıoğlu, Dr. Sevinç Özgüner’in faşist çetelerce katledilmeleri, …
  • OTDÜ, Yükseliş, İstanbul Üniversite öğrencilerine bombalı saldırılar, gecekondu bölgelerinde kahve taramaları, onlarca insanın öldürülmesi, …
  • 1 Mayıs katliamı, Maraş, Çorum, Sivas, Divriği’de alevi-Sünni ayrımcılığı ve Alevilere yönelik saldırılar, katliamlar,
  • CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e Niksar-Tokat’ta, İzmir-Çiğli’de suikast girişimleri, CHP milletvekillerine ve üyelerine yönelik saldırı ve cinayetler, Fatsa nokta operasyonu…

İkinci DEV-GENÇ döneminde yurdun dört bir yanında resmi ve sivil faşist çeteler, iktidarın-bürokrasinin desteği ile üniversite öğrencilerine, işçilere, öğretmenlere, aydınlara, kısacası kendilerinden olmayan herkese karşı savaşı yoğunlaştırarak sürdürüyorlardı. DEV-GENÇ için dönem “doğal olarak” faşizme karşı direnme dönemiydi. Ülkeyi iç savaşa sürükleyecek şekilde faşist saldırıları planlayıp, yoğunlaştıran “ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki işbirlikçileri” ülkeyi iç savaşa sürükleyecek şekilde faşist saldırıları planlayıp, yoğunlaştıran, (aynı zamanda kendilerini gizleyen)  “ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki işbirlikçileri” göz ardı ediliyor, tüm dikkat ve enerji de sivil ve resmi güçler üzerine yoğunlaşıyordu.

Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III broşüründe bir cümle ile değinip geçtiği “Sömürge Tipi Faşizm” kavramı, Emperyalizmin 3. Bunalım Döneminde, ülkemizin tarihi ve ekonomik gelişimine uygun olarak (emperyalizmin ve işbirlikçisi oligarşinin) devlet ve yönetim anlayışı olarak ele alınıyordu. Ayrıca klasik sömürgeler döneminde emperyalizm bu ülkeler için dışsal bir olgu iken yeni sömürgecilik döneminde ise içsel bir olgu haline geldiğini söylüyordu (gizli işgal esprisi). Bu nedenle de bu gizli işgali ve işbirlikçileri açığa çıkarmak temel hedef idi. Bu nedenle de önceki dönemde DEV-GENÇ tüm eylemlerinde emperyalizmi ve emperyalist sömürüyü görünür kılmaya çalışmıştı. Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Gençlik Dergisi önceki dönemde DEV-GENÇ’in antiemperyalist anlayışına dikkat çekiyordu:

“Dev-Genç, anti-emperyalist bir doğrultuya sıkı sıkıya sarı­larak ilerledi. Onun anti-emperyalizmi etkili bir şekilde kitlelere benimsetmesi, her fırsattan yararlanarak, kendili­ğinden patlayan gençlik hareketlerine (akademik-demokratik hareketlere) anti-emperyalist bir siyasi öz vermeye çalışması doğruydu ve yapılması gereken şeydi. İşte onun bu muhtevası, yükselmesinin, gelişmesinin sırrıdır.”[2]

Emperyalizme ve işbirlikçisi oligarşiye yöneltilmeyen bir antifaşist mücadelede “sömürge tipi faşizm, gizli-açık faşizm” kavramlarının dile getirilmesinin fazla bir anlamı da yoktu. (Devrimci Yol’un gizli-açık faşizm anlayışı, antifaşist mücadele hattı ve direniş komiteleri ayrı bir yazı konusudur.) Kesintisizlerde dile getirilen kavramlar diğer siyasi yapılarla “rekabette”, onları teorik olarak köşeye sıkıştırmada oldukça yararlı oluyordu. Tabi bir de, M. Çayan’ın teori ve pratiğini kabul eden genç militan kadroların derleyip toparlanmasında. Ancak bunun uzun erimde devrimci mücadeleye gereken düzeyde bir katkı sağlamadığını hep birlikte gördük.

Mehmet Ali Yılmaz anafikirgen.tr’deki“Tarih Unutmaz” (http://www.anafikir.gen.tr/tarih-unutmaz-mehmet-ali-yilmaz/) başlıklı yazısında, “emperyalizmin gelecekle ilgili siyasasını tespit etmekte yeterince başarılı olunamadığını”,  “70’li yılların devrimci hareketlerinin, antiemperyalist mücadele de eksik kaldığını” söylüyor. Dokuz madde halinde sıraladığı eksikliklerin ardından:

“…dört-beş yılda, hızlanmış çok kısa bir tarihi süreçte, sıcak mücadele içinde derlenip toplanarak ülkenin en büyük devrimci hareketi haline gelmiş, …Devrimci Yol çok kısa sürede o kadar önemli mücadele ve sorunlar ile karşı karşıya kaldı” diyor.

Bugünden geçmişe bakıldığında ülkemizin emperyalizme bağımlılığı:

  • 12 Mart sonrasında bir önceki döneme (60 yıllara) göre daha fazlalaştı.
  • 12 Eylül sonrası ise 70’li yıllara göre çok daha çok daha büyük boyutlara ulaştı.

Antiemperyalist mücadelede ise ters bir makas yaşandı, halende yaşanıyor. Günümüzde devrimci hareketlerin, solun, ‘aydınların’ antiemperyalist mücadeleden (ideolojik ve politik olarak) uzaklaşmalarında 70’li yıllardaki antifaşist mücadelede emperyalizm-faşizm ilişkisini doğru bir şekilde yerli yerine oturtulmamasının rolü büyük oldu. Bu durum günümüzde Devrimci Yol geleneğinden gelen kesimlerde  “AKP faşizmi”, “demokrasi ve insan hakları”, “hukuk devleti” gibi konuların ele alınışında da kendisini gösteriyor.

Devrimci hareketlerde esas olan devamlılıktır. Yanan sönen hareketlerde bu özellik yoktur. Kızıldere olayına hareketin devamlılığını sağlamak için ortaya konmuş devrim niteliğinde siyasi bir eylem olduğu konusunda düşünce üretenlerin de olduğu… Nitekim 12 Mart faşizminden sonra “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganıyla binlerce gencin bir araya geldiği ve ikinci DEV-GENÇ döneminin başladığı. Başlangıcı bu prestije ve övgüye dayanan, sonrasında DEVRİMCİ YOL hareketine dönüşen sürecin THKP-C’in devamı mı yoksa yeniden yorumlanması mı olduğu tartışmaları gündeme geldi. Günlük pratiğe teslim olunarak anti-emperyalist mücadele göz ardı edildi, faşizme karşı mücadele (daha çok da sivil faşistlere karşı mücadele) öne çıkarıldı. Bu süreçte Mahir’in tezlerinin bilimsel şekilde yeni koşullara göre yorumlanması yerine üstünün örtülmesi yoluna gidildi.

“Başımız sağ olsun” denilmekle yetinildi.

Bu tükenmişlik dünyanın sonu değil.

Tanımadığımız, bilmediğimiz, hiç görmediğimiz, beklide daha doğmamış birileri çıkacak, devrimin evrensel değerleriyle zamanda ve mekanda meydana gelen ve gelecek olan değişiklikleri inceleyecek, değerlendirecek bunun sonucunda devrimin yol haritasını çıkaracak. Ve onlara DEVRİMCİ denecek.

 

[1] Devrimci Yol Savunma, Simge yayınevi,1989, sf 139

[2]DEV-GENÇ’in mücadelesini doğru kavrayalım, Devrimci Gençlik. Sayı 1,2,3; 20 Kasım, 8 Aralık, 29 Aralık 1975