Devrimci Kurucu İrade: Cumhuriyet Halk Partisi- Haluk Başçıl
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan kurucu Faşist ve Sosyalist iradenin dışında, Osmanlı topraklarında, yarı sömürge bir ülkede farklı bir kurucu irade ortaya çıktı. M. Kemal Atatürk’ün önderliğindeki bu devrimci kurucu irade CHP idi. Sömürge bir ülkede ilk kez ortaya çıkıyordu. Tüm yarı sömürge ve sömürge ülkelerdeki bağımsızlık mücadelesinin ve milli demokratik devrimlerin başlatıcısı ve ilk örneğiydi. M. Kemal önderliğindeki kurtarıcı iradenin, devrimci kurucu iradeye dönüşme hiçte kolay olmadı. Bu dönüşüm son derece zor ve sancılı oldu.
İşgale karşı bir araya gelen ve kurtuluş çaresi arayan, kurtarıcı irade içinde yer alanların bir kısmı, düşman sınır dışı edildikten sonra amaca ulaşıldığını, yani payitahtın (işgalci güçlerin esareti altında olan sultanın) kurtarıldığını düşündü. Zaten bunun için mücadeleye katıldıklarını birçok kez dile getirmişlerdi. Amerikan mandacığını bile saltanat ve hilafeti kurtarmak için savunmuşlardı. Bu yaklaşımın önde gelenlerinden Rauf Beydi. Osmanlı devletinin gerçek kahramanlarından birisiydi. Kurtuluş mücadelesinde ilk başından yer almıştı. Sivas Kongresinde başkan yardımcılığı daha sonra da TBMM’inde başbakanlık yapmıştı. Ankara’da “milletin kendi iradesi” ile yürüttüğü kurtuluş mücadelesinde saltanatın çıkardığı büyük zorluklara M. Kemal ile birlikte karşı durmuştu. Lozan Anlaşması sonrasında, devletin ve toplumun yeniden yapılandırılması sürecinde payitahtın ihanetlerini unutmuş yüzünü tekrar sultana dönmüştü:
“Ben, saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeği ve nimeti ile yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olamam. Padişaha bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir”
Düşüncesini açıkça söylüyor ve feodal Osmanlı düzenini savunuyordu. Kuvvayı Milliyeci BMM’deki ikinci grup olarak adlandırılan kesim de Rauf Bey gibi düşünüyordu. İşgalci ordularla işbirliği içinde Ankara Hükümetini ortadan kaldırmaya girişen, Anadolu’da isyanları örgütleyen, bunlara silah ve para yardımı yapan Saltanat ve Hilafet makamının işlediği tüm suçlar, onlar için artık geride kalmıştı. İngiltere’nin planları doğrultusunda Yunan ordusunun, Sevr anlaşmasını Ankara hükümetine de kabul ettirmek için Ege’den Ankara’ya yürümesine destek veren, halka Yunan ordusunu desteklemeleri için çağrılar yapan Osmanlı rejimine ülkeyi teslim etmeyi düşünüyorlardı. Çürüyüp çöken Osmanlıyı devletini canlandırmayı, saltanat ve hilafete tabiyeti savunuyorlardı. M. Kemal ve arkadaşlarının cumhuriyet, uluslaşma, çağdaşlaşma doğrultusunda devletin ve toplumun yeniden yapılandırılmasına karşı çıkıyorlardı.
23 Temmuz 1923’te Lozan anlaşmasının hemen ertesinde, ülkenin geleceğine ilişkin iki kesim arasında tam anlamıyla bir ayrışma, çatışma ortaya çıktı. Sorunu açık ve net olarak değerlendiren M. Kemal, hızla harekete geçti. Kuvayı Milliye’nin tam bağımsızlık yanlısı cumhuriyetçi çoğunlukla birlikte, devrimci kurucu irade olarak sürece el koydu. . Yeni bir devlet ve toplum oluşumu için 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası’nı kurdu. Partinin programını yazan M. Kemal Atatürk’ün Halk Fırkasına ve programına yönelik eleştirilere karşı cevabı netti:
“İkinci Büyük Millet Meclisi’nin seçimi sırasında yayınladığım bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.
Bu program bugüne değin yaptığımız ve sonuçlandırdığımız bütün sorunları içine alıyordu. Bununla birlikte, programa yazılmamış kimi önemli sorunlar da vardı. Örneğin: Cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması, Dinişleri Bakanlığının kaldırılması, şapka giyilmesi…gibi.
Bu sorunları programa alarak, önceden, bilgisiz ve gericilerin bütün ulusu yanıltmaya fırsat bulmalarını uygun görmedim.
Yayınladığım programı bir siyasi parti için yetersiz ve kısa bulanlar oldu. ‘Halk Partisinin programı yoktur’ dediler. Gerçekte ilkeler adı ile anılan programımız, …temel ilkeleri kapsıyordu ve uygulanabilir nitelikteydi. Biz de uygulanamayacak düşünceleri kuramsal bir takım ayrıntıları yaldızlayarak bir kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık.”[1]
Kemal Atatürk’ün CHP’sinin kuruluşuna, ilkelerine ve programına yönelik bu sözleri onun devrimci yöntemini de gösteriyordu. Çağdaşlaşma doğrultusunda Cumhuriyet, uluslaşma temelinde devletin ve toplumun yeniden yapılandırılmasına karşı çıkan, Kuvayı Milliye içindeki saltanat ve hilafete tabi meşrutiyet rejimini savunan Batıcı, “eski yol arkadaşları” ve muhafazakar kesimlerle yaşanacakları gerçekçi bir şekilde ön gördüğünü de ortaya koyuyordu.
Kurucu iradenin devrimci kanadı Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı muhafazakar ve gerici kanat da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında bir araya geldiler.
Terakkiperverciler, devrimci kurucu iradeyi:
- Tarihsel geçmişe ve gelenek aykırı bir şekilde saltanat ve hilafet rejimi yerine cumhuriyetin getirmekle, farklı devlet yapılanmasına gitmekle,
- Toplumsal yaşamı yeniden yapılandırmak istemekle, çağdaşlaşma yönünde Osmanlı toplum yapısını tasfiyeye yönelmekle,
eleştiriyor ve tavır alıyorlardı. Karşı tavrını da “cumhuriyeti sahiplenme, inançlılara ve geleneklere sahip çıkma” adına yapıyor ve atılan adımların özüne değil de, yapılış biçimine, tarzına karşı çıktıklarını söylüyorlardı. Tıpkı günümüzde bir kısım sol ve muhafazakarların, liberallerin bugün yaptıkları gibi.
M.Kemal karşı cepheyi,
“Cumhuriyet sözcüğünü bile söylemekten çekinenlerin, cumhuriyeti doğduğu gün boğmak isteyenlerin” “…, ‘Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır’ sözlerini ilke edinip bayrak gibi kullanan” kişilerin, “…biz halifeliği yeniden isteriz Biz yeni masallar istemeyiz. Bize mecelle yeter Medreseler, tekkeler, bilgisiz softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız, bizimle birlikte olunuz’[2]
diyenlerin birlikteliği olarak tanımlıyordu.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası lideri Kazım Karabekir, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan komutanlardan birisiydi. Doğu Cephesi’nde gösterdiği başarılardan dolayı da Kırmızı-Yeşil şeritli İstiklâl Madalyası almış bir diğer kahramandı. O da, farklı nedenle de olsa Rauf Bey gibi yolunu ayırıyordu. K.azım Karabekir yıllar sonra, Anadolu’ya geçen M. Kemal’e niçin destek verdiğini söyle açıklıyordu:
“… Benim gayem milletin kurtulması fikrinin muvaffak olmasından ibaretti. Bu kanaatle Mustafa Kemal’i tutuyordum. …. Fakat büyük zafere ulaşmamıza kadar dümenin benim elimde olacağını, geminin başı batıda ise kıçının da şarkta olduğunu, geminin başını çevirenin kıçı olduğunu… düşündüm…”
Söylediği gibi, yabancı işgalciler kovulmuş, “millet kurtulmuş”tu. Artık ülkenin geleceğinde “M. Kemal’i tutması” gerekmiyordu. “Dümeni elinde” tutmak istiyordu. Kazım Karabekir, Rauf bey ve feodal düzenden çıkarı olan muhafazakar Osmanlıcılar, dinciler birlik oluşturmuşlardı.
Ortaya çıkan her iki cephenin yapmak istedikleri birbirinden çok farklıydı. Bir yanda devrimci kurucu iradenin savunduğu çağdaşlaşma yolunda cumhuriyet ve uluslaşmadan yana olanlar, diğer yanda Osmanlı kimliğini savunan muhafazakar ve antidevrimciler vardı. Lozan anlaşmasının hemen sonrasında ortaya çıkan siyasi tablo buydu.
Tarihsel sürecin ortaya çıkardığı bu siyasi tablo, tarihin değişik dönemlerinde, birçok coğrafyada yaşananların yeni bir tezahürüydü. Büyük ve köklü değişim döneminde, “bir dönem birlikte olanların” tarihi kırılma noktasında kaçınılmaz bir şekilde karşı karşıya gelişleriydi. Bir dönem aynı safta mücadele edenler arasında ortaya çıkan ayrılık özünde, tarihi karar aşamasında daha ileriye atılmak ya da geldiği yerde durmak arasındaki bir tercihe dayanıyordu. Daha da ileriye doğru fırlayanlar, bağımsız- devrimci kurucu iradeyi oluşturanlar, “küçük bir grubun” var olan düzene meydan okuyanlarıydı. Olduğu noktadan daha ileriye gitmeyi düşünmeyenler, “çoğunluğu oluşturanlar” da kendilerini toplumun “çoğunluğu” yerine koyan ve onun sözcüsü gibi davrananlardı.
Bu karşı karşıya geliş daha önce birçok coğrafyada yaşandığı gibi, bizde de yaşandı. Oralarda olduğu gibi bizde de“demokratik” usullerle aşılmadı. Cumhuriyetin ilanına ilişkin TBMM’inde yaşananlar bu gerçekliğin bir örneğiydi:
M.K. Atatürk, “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız meselesi değildir. Mesela zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanuna ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada bulunanlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi taktirde, yine gerçek usulüne uygun olarak ifade olunacaktır. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.”
Cumhuriyetin ilanından sonra da atılan her çağdaşlaşma adımında bu karşı karşıya geliş farklı düzeyde, farklı biçimlerde ve farklı söylemlerle de olsa hep yaşandı. Yakın tarihte, ikinci dünya savaşı sonrasında, yarı sömürge ve sömürge ülkelerde bağımsızlık mücadelesi veren, milli demokratik devrimlerini yapan (Çin, Küba, Vietnam, Afrika ülkeleri dahil) tüm kurucu iradeler, tıpkı ülkemizde olduğu gibi devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya “otoriter” bir tarzda yeniden düzenlediler. Dolayısıyla tarihte dünyanın dört bir yanında Devrimci kurucu irade ne eski rejimi yıkarken ne de yeni rejimi kurarken (devleti, toplumu yeniden yapılandırırken) devrimci kökten değişimleri “halka sorarak”, “onun oyuna” başvurarak yapmadı. Bu tarihsel gerçeklikler göz ardı edilerek, parlamenter oyuna dönüştürülen “demokrasi” anlayışıyla, devrimci değişimlerin “halka rağmen gerçekleştirildiği” sonucuna varılamaz.
Günümüzde de “soldan ve sağdan” bazı kesimler, tarihte yaşanan olağan dışı dönemleri görmezden geliyorlar. Onu sıradanlaştırıyorlar. Olağan üstü döneme karakteristikliğini veren ne koşulları, ne de onun yaratıcı yöntemini ve araçlarını anlıyorlar. Kendi özlemlerini, gerçeklerden kopuk hayallerini tarihi gerçeklerin yerine koyarak “fikir” üretiyorlar. Böylelikle de cahilliklerinden çok muhafazakarlıklarını, antidevrimci karakterlerini ortaya koyuyorlar.
Mayıs 2020, Haluk Başçıl
[1] Nutuk, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Cilt II, Halk Partisini kurma girişimi, sf 957
[2] Age, sf 1184
Kategoriler
Son Makaleler
-
YIKIM ve KIRIMDAN NASIL ÇIKILACAK?
-
Teknohibrit Harbi Bertaraf İçin Çözüm Yolu- Orhan Karakuş
-
Kültürel Devrim Halkasının Felsefi Dili Deruni Türkçe’nin Sentetik Gücü – Orhan Karakuş
-
Bağımsızlık – Saffet Bilen
-
Bilgeler Meclisi ve Ulu Hakanlık Divanı (BİMUHAD) – Orhan Karakuş
-
Ya Cehennem Ya da Sulh ve Huzur 2 – Orhan Karakuş
-
Ucu Yanık Mektup Değerlendirmesi -Fahrettin Önder
-
Osmanlı’nın Yarı-sömürgeleşmesi, Günümüz ve Çözüm- Saffet Bilen
-
ARAFTAYIZ…1 – Orhan Karakuş
-
2024 Yerel Seçimlerinin İrdelenmesi… – Orhan Karakuş