Skip to main content
İlerleme, Feodalizm, Kapitalizm, Finans Kapital, Emperyalizm-Saffet Bilen

İlerleme, Feodalizm, Kapitalizm, Finans Kapital, Emperyalizm-Saffet Bilen

Reel sosyalist ülkelerin dağılması, var olanlarında kapitalizmle yaşadıkları ilişkiler, bizi, ortaya çıkan sorunların çözümü için kapitalizmin bütünüyle hesaplaşmak gerektirdiği fikrine götürür.

Seçenek her zaman vardı, ilerlemeciler kendi coğrafyalarında da doğru söylemiyor

Kapitalizmin şafağında 13. ve 14 yy larda Avrupa coğrafyası eşitlikçi köylü isyanları ile sarsılıyordu.

Kapitalizm egemen sınıfların tercihi olarak gündeme geldi.

Köylü ayaklanmalarının yenilgiye uğraması sonucunda tek seçenek olarak kaldı.

Bu anlatıda kritik soru;

İsyanların başarı şansının henüz maddi olarak olgunlaşıp olgunlaşmadığı mıdır?

Bilindik yaklaşım olgunlaşmadı der biliyoruz.

Oysa yeni anlatılar böyle anlatmıyor olayları.

Sözü Raj Patel, Jason W. Moore’un kaleme aldığı Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihine bırakalım.

Feodal Avrupa, Ortaçağ Sıcak Dönemi’nin avantajını, en üst seviyeye ulaştığı ve iklimin daha soğuk ve yağışlı hale geldiği yaklaşık 1250 yılına kadar kullandı. Gıdanın nispeten güvencede olduğu yüzyılların ardından kıtlık geri döndü ve tamamen farklı hava koşullarına alışkın uygarlığa darbe indirdi. Mayıs 1315’te, muhtemelen Yeni Zelanda’daki Kaharoa Dağı’nın püskürmesi sonucunda, Avrupa’nın bir ucundan diğerine şiddetli yağışlar görüldü. Ağustos ayına dek yatışmayan tufan, kısa süreli erken soğuk hava dalgasıyla sona erdi. Önceki yıllarda da hasadın yetersiz olduğu görülmüştü ancak 1315’teki yıkıcı boyuttaydı; ertesi yılınki de öyle oldu. Avrupa’nın nüfusu sonraki birkaç yıl içinde yüzde 20 azaldı. Kıta, tarihçilerin verdiği isimle Büyük Kıtlık’tan 1322’ye dek kurtulamadı.

O sırada farkında olunmasa da 19. yüzyıla dek sürecek Küçük Buzul Çağı’na girilmişti.

Küçük Buzul Çağı, feodalizmin zayıf yönlerini açığa çıkardı. Örneğin gıda düzeni, yalnızca ılıman iklim koşullarında düzgün işliyordu. Bunun sebebi derebeylerinin toprak üzerinde resmi kontrole sahip olduğu, köylülerin de bu toprağı ekip biçtiği özel bir sınıfsal düzenlemeydi. Derebeyleri, getirileri azalma eğiliminde olsa da, gitgide daha fazla artı değer üretebilen kalabalıklaşan bir köylü nüfusunu yönetiyordu. Toprak yüzyıllar boyunca yavaş yavaş verimliliğini kaybetti, kıyıda köşe kalmış tarım alanlarını dahi işleyen köylülerin artan nüfusu bu çöküşü kısmen örttü. İklimin değişmesi, toprağın tükenmesine ve açlığa yol açıp milyonların ölümüne sebep veren bir sınıfsal düzenle birlikte bir yıkım dalgası yarattı.

Nakit para ya da kolayca depolanıp pazara sunulabilen tahıl isteyen derebeyleri topraktan zorla alınan mütevazı artı değeri kararlı biçimde tüketiyor ve tarıma yeniden yatırım yapmak için geride çok az şey bırakıyordu. Derebeylerinin iktidarı ve talepleri olmasa köylüler gıda sorununu muhtemelen çözebilir, tahılın yanında bostan ürünlerinin yetiştirildiği karma tarıma yönelebilirlerdi. İnsan sayısı meselesine gelince, bir kurum olarak ailenin ortaya çıkışı ve nüfus artışı, ebedi bir doğurganlık dürtüsünden ziyade kültür, sınıf ve arazi durumuyla alakalı bir sürü tarihi koşul tarafından şekillendirilmişti. Guy Bois’nın, Norman feodalizmi üzerine yürüttüğü rüştünü ispatlamış çalışmasında kaydettiği üzere, araziyi farklı yöntemlerle işlemeye başlamak ve neyin nasıl yetiştirileceği konusunda köylülere daha fazla özerklik ve yetki vermek, ortaçağ Avrupa’sının üç kat daha fazla insanı beslemesine olanak sağlayabilirdi. Ancak bu dönüşüm asla gerçekleşmedi ve feodal düzenlemeler öldürücü darbe aldığı 1347’deki Kara Veba’ya dek sendelemedi.

Köylüleri ve kentleri beslemek için yeterli gıdayı üreten yapılar, değişen iklim koşullarıyla baş edemeyerek nüfusun giderek büyüyen bir tabakasını yetersiz beslenmeye mahkum etti. İngiliz mezarlıklarından çıkarılan 11. yüzyıla ait cesetler, insanların 13. yüzyıldakilerden daha sağlıklı olduğunu göstermiştir.

Ortaçağ Sıcak Dönemi sonunda yaşanan gıda kıtlığı, Avrupalıları hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirdi ve Kara Veba bu zayıflığı kıyamete çevirdi. Avrupa nüfusunun üçte biri ila yarısını yok ederken ortaçağa özgü bir küreselleşme fırsatından yararlandı.

Kentleşme ve ticarileşme neredeyse her yerde daha fazla insanı kentlere taşırken, daha fazla kenti de ticaret ağlarına kazandırıyordu.

Kara Veba Ekim 1347 itibarıyla Sicilya’ya ve bundan yalnızca üç ay sonra Cenova’ya, yani Avrupa’ya ulaştığında feodalizm çözüldü.

Bu çözülme büyük krizlerin nasıl ortaya çıktığına, iklim ve nüfus gibi dinamiklerin iktidar ve ekonomiyle nasıl karmakarışık hale geldiğine dair bize önemli şeyler söyleyebilir. Feodalizm tarıma dayalı birçok uygarlık gibi agroekolojik ilişkilerini de tüketme eğilimindeydi. Feodal yönetim altındaki sınıfsal düzenlemelere bağlı olarak nüfus arttıkça daha fazla insan toprakta çalışmaya başladı, avcılığın ve zararlı otların azaltılmasıyla ürünlerin daha itinalı bir şekilde yetiştirilmesi sonucu çiftçilik daha emek yoğun hale geldi. İnsanları tarlalarda çalıştırmak feodalizmin sınıfsal yapısına uygun değildi, yalnızca çöküşüne neden oldu. Feodalizm İngiltere’de 1270’ten itibaren çökme belirtileri gösterdi. Büyük Kıtlık’tan yarım yüzyıl önce, köylülerin halihazırda fazlasıyla mütevazı olan beslenme düzenleri belirgin biçimde kötüleşti. Tahılın verimi düştü ve köylülerin beslenme düzeninin dayanak noktası olan tahıl tüketimi kişi başına yüzde 14 azaldı.

Feodalizm yalnızca yiyecek üretmek için değil, azametli iktidarının etkisini artırmak için de çoğalan nüfusa bağımlıydı. Aristokrasi pazarlıktaki yerini korumak için köylü nüfusunun görece fazla olmasını istiyordu: Toprak için rekabet eden çok sayıda köylü, köylüler için rekabet eden çok sayıda derebeyinden daha iyiydi. Ancak Kara Veba’nın atağa geçmesiyle ticaret ve kambiyo ağları hastalığı yaymakla kalmayıp kitlesel ayaklanmanın da taşıyıcıları haline geldi.

Neredeyse bir gece içinde, köylü ayaklanmaları yerel yönetimleri ilgilendiren olaylar olmaktan çıkıp feodal düzen için büyük ölçekli tehditlere dönüştü. 1347’den sonra bu başkaldırılar eşzamanlı gerçekleşti; bunlar dönemsel bir krize, doğada, üretimde ve feodalizmin iktidar mantığında meydana gelen kökten çöküşe sistem genelinde verilen tepkilerdi.

Kara Veba, halihazırda kırılma noktasına gelinceye kadar gerilmiş düzen üzerinde dayanılmaz bir basınç oluşturdu. Vebanın ardından Avrupa -Baltık’lardan İber Yarımadası’na, Londra’dan Floransa’ya amansız bir sınıf savaşı alanına döndü. Vergi indirimi ve geleneksel hakların yeniden yapılandırılması için köylülerden gelen talepler feodalizmin egemenlerinin kabul edemeyeceği isteklerdi. Her ne kadar Avrupa’nın hükümdarlıkları, bankaları ve aristokrasileri bu tür taleplere tahammül edemese de bütün çabalarına rağmen statu quo ante’yi [önceki durumu] yeniden tesis edemediler.

 

             II

Avrupa’da Köylü ayaklanmaları başarıya ulaşamadı. Ama feodalizmi de dağıttı.

Bu bozuk düzenden kapitalizm ortaya çıktı. Yeni egemenlik biçimi ve sürdürebilirlik yöntemi; İber aristokrasisi tarafından -özellikle Portekiz ve Kastilya’da- tesadüfen bulundu.

Bu krallıklar yüzlerce yıldır yarımadayı Müslümanlardan geri alma amacıyla varlıklarını devam ettirdiler. Endülüs o dönem en zengin devletlerden biriydi. Bu askeri harcamalar İtalyan sermayesinden alınan borçla sağlandı.

Savaş yoluyla fetih, fetihten sonraki yağmaya dayalı refah vaadi ve İtalyan sermayesine bağımlılık egemenliği sağlayan zemini yaratan etkenlerdi. Savaş borçlarının çaresi daha fazla savaşmaktı; ödülü de yeni, geniş sınırlarda elde edilen sömürge gelirleriydi.

Fetihler nedeniyle savaş borcunun refah vaadiyle bir araya gelmesi Atlantik’teki -Kanarya Adaları ve Madeira’daki- ilk akınları teşvik etti.

Modern dünyanın ilk işaret fişeklerinden biri, gıda üretimi ve dağıtımı için yeni bir düzenin şekillendiği 1460’lı yıllarda küçük bir Kuzey Afrika adasında yakıldı. Portekizli denizciler Kazablanka’nın 400 milden 644 kilometre daha az batısında yer alan ve “ağaçlık ada” anlamına gelen Ilha da Madeira adını verdikleri adayı ilk kez 1419’da fark etmişlerdi. Venedikli gezgin ve köle tüccarı Alvise da Ca’da Mosto (Cadamosto) 1455’te, “Zeminde tümüyle büyük ağaçlarla örtülü olmayan tek adımlık bir yer bile yoktu,” diye aktarmıştı. 1530’lara gelindiğindeyse adada herhangi bir ağaç parçası bulmak hiç de kolay değildi. Madeira’da ağaçların tıraşlama yöntemiyle kesilmesinin ardından iki safha yaşandı. İlk evrede ağaçların, gemi yapımı ve inşaat işleri için kereste olarak kullanılmasıyla kazanç sağlanırken 1430’lardan itibaren de çıplak kalan orman Portekiz’e gönderilen buğdayın üretim alanına dönüştü. İkinci evredeyse, odunun şeker üretim sürecinde yakıt olarak kullanılmasıyla ormansızlaştırma daha çarpıcı bir biçimde yürütüldü.

Şekeri İber Yarımadası’na 14. yüzyılda Aragon Kralı II. Jaime (1267-1327) şeker üretim sanatında uzman Müslüman bir köleyle birlikte getirmişti. 1420’ye gelindiğinde artık ticari amaçla yetiştiriliyor ve Ravensburger Handelsgesellschaft gibi Alman bankaları şekere yatırım yapıyordu. Şekerkamışı, Valencia yakınlarında kiralanan arazilerde köleler ve özgür işçilerden oluşan bir grup tarafından ekilip biçiliyordu. Yine de hata az bulunuyordu ve hazır bir pazarı vardı. 1460’lı ve 70’li yıllarda Madeira’daki çiftçiler buğday yetiştirmeye son verip yalnızca şekerkamışı yetiştirmeye başladı.

Çok daha fazla şeker!

Yeni slogan buydu.

Şekerin sınırları ilk zamanlar Atlantik’teki diğer adalara, çok geçmeden de geniş çapta Yeni Dünya’ya kadar hızla genişledi. Günümüzün palmiye ve soyaya dayanan monokültür tarımı böyle doğdu ve ormanları temizledi, toprakları tüketti ve haşerelerin son sürat artmasını teşvik etti.

Genişleyen Pazar ve daha fazla kar dürtüsü üretimin hızlanmasını getirdi. Hızlanmak için üretim yeniden yapılandırılmalı, çalışma faaliyeti farklı çalışanların farklı işler yaptığı daha küçük gruplar halinde düzenlenmeliydi. Şekerkamışı kesmekten bitap düştükten sonra geceyi de rafine işlemi için ayakta geçiren işçilerin çalışmasından iyi sonuç almak açıkçası mümkün değildi. Yeni yönetim ve teknolojiler, şeker üretiminde şili değirmenlerinden (büyük havaneli ve dibekli makineler) ve küçük işletmelerden, çift merdaneli değirmenlere ve kölelere dayanan Sao Tome’deki büyük ölçekli üretime geçilmesini sağladı. Adam Smith’in, iğne imalatının başından sonuna tanık olduğu işbölümü karşısında hayrete düşmesinden yüzyıllar önce insanlar, bitkiler ve sermaye arasındaki ilişki modern üretim fikrine şekerkamışı tarlalarında biçim vermişti.

Plantasyon ilk fabrikaydı. Bu fabrika, şeker plantasyonunun yeni sınırlara yayıldığı her seferde, Sao Tome’den sonra Brezilya ve Karayipler’de olduğu gibi, yeni makinelerin yanı sıra plantasyon ve şeker değirmeninin yeniden kombinasyonlarıyla tekrar şekillendirildi. Bu hikayedeki tek eksik, işi yapacak insanlardı. Madeira’da bu işi yapacak olanlar Kanarya Adaları’ndaki yerli halklar, Kuzey Afrikalı köleler ve bazı durumlarda da Avrupa anakarasından gelen ücretli ırgatlardı.

Şekerkamışının ekilme, sulanma, hasat ve kristalize şekere dönüştürülme süreçlerini, Flaman ve İtalyan sermayedarlar tarafından finanse edilen Portekizli ustalar yönetiyordu.

Üretim 16. yüzyılın ilk on yılında doruk noktasına ulaştı ve 1530’larda büyük ocakların alevleri cılızlaşıp söndü, ağaçlarla örtülü ada çıplak bırakılmıştı.

Avrupalı zenginler şeker tüketirken şeker de adayı tüketti. Sonra da Dünyayı.

Kapitalizmin yaşamı böyle başladı.

 

              III

Kapitalizm finans kapitalin egemenliğidir

19 yy son çeyreğinde Liberal yayılmacı propagandif söylemin yaldızları dökülmeye başladı. Sömürge Hindistan’da yaşanan büyük kıtlık ve serbest piyasacı işleyiş milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. İnsan sorunlarını biz çözeriz söylemi boşa çıktı. Artık Kapitalizme ilerici payesi biçmek mümkün değildi.

Kıta Avrupa’sında yeni rakipler ortaya çıktı. Fransa ve Almanya hızla sanayileşti. Fransa İngiltere’nin liderliğindeki Liberal cepheye katıldı. Kuzey Afrika’da bazı bölgeler onlarca sömürgeleştirildi. Almanya ise kendi yolunda yürüme isteğindeydi.

Avrupa’da farklı değerlendirmeler ortaya çıktı. Emperyalizmden söz edilmeye başlandı. Gerici dendi bu eğilime.

Muhalif kesimde bu değerlendirme Marksistlerin en güçlü örgütü Alman Sosyal Demokratları başta tüm örgütlerin kendi burjuvalarının ardına dizilmeleri sonucu gündeme geldi. Marksizmin muhalif bir akım olarak devamı bu gelişmeye itiraz edenler arasından çıktı.

Reel sosyalist ülkelerin dağılması, var olanlarında kapitalizmle yaşadıkları ilişkiler, bizi, ortaya çıkan sorunların çözümü için kapitalizmin bütünüyle hesaplaşmak gerektirdiği fikrine götürür doğrudan bence.

Günümüzde Muhalif olarak devam edebilmenin yolu; Lenin’in çok okunan kitabında ifadesini bulan ‘Emperyalizm Finans Kapitalin egemenliğidir’ yargısını ‘Kapitalizm Finans Kapitalin egemenliğidir’ şeklinde ifade etmekten geçiyor.

 

             IV

Feodalizmin dağılması ardından, 15 yy da İber aristokrasisi, Savaş yoluyla fetih, fetihten sonraki yağmaya dayalı refah vaadi ve İtalyan sermayesine dayalı yeni yaşam örgüsüne dayalı adına Kapitalizm dediğimiz  bir yol tutturdu.

Bu yol İber’in ardından Maderia’da ilk uygulamalarını ortaya çıkardı.

15 yüzyıl Cenova bankacılığı, Madeira ekolojisi ve günümüzün gezegen krizi arasındaki ilişki doğrudan bağlantılıdır. Maderia da önce ormanlar kesildi, koyun yetiştirildi bir dönem. Buğday ekildi sonradan. Sonunda şeker üretimi başladı. . İnsanlar şekerin tadını sever. Şekerse suya ihtiyaç duyar. Madeira’da sulama sistemi kurmak için bazı işler yapmak, bu işleri yapmak içinse maddi kaynak gerekmiştir.

Köleleri satın almak, başka bir yere nakletmek ya da ihtiyaçlarını sağlamak ucuz değildir ve suyun şekerkamışını beslemesi, kamışın hasat edilmesi, işlenip şekere dönüştürülerek Avrupa anakarasında satılması ve ardından Asya’dan baharat satın alan gümüşle takas edilmesi için mevsimin tamamlanması gerekir. Bütün bunların yanında bir de krediler, borçlar ve paranın emtiaya akışı söz konusudur; bu işlerin merkezi de İtalyan şehir devleti Cenova’dır.

Kölelik değilse de modern kölelik Madeira’da başladı. Modern ayrımı, kölelerin toplu tarımsal üretimde işe koşulmak üzere yerleştirilmelerinde ve toplumun mitsel alanının dışında bırakılmalarında yatıyor. Köleler daima toplumsal düzenin en altında yer almalarına karşın Madeira’daki ani yükseliş ve düşüşü izleyen yüzyıllarda bu düzenin dışına atılıp vatandaşlığa dair her şeyden yoksun bırakıldılar.

Yerli ve Afrikalı köleler için modernlik gerçekten ölüm anlamına geldiği gibi, ayrıca “toplumsal ölüm” de demekti. Kölelere Toplum’dan ziyade Doğa’nın bir parçası gibi muamele etmek yatırımcılar adına başarılı bir hamleydi.

Paranın yalnızca insanlara değil, gezegendeki yaşamın büyük kısmına hükmeder hale gelmesinin hikayesi, burada başladı, Yeni dünyanın zengin gümüş ve altın madenlerinin yağmalanması ile devam etti. Avrupa imparatorluklarının, fatihlerinin ve bankalarının kötücül birliği Yeni Dünya’nın tabiatını metalara ve sermayeye dönüştürdü.

16 yüzyılda Avrupalı sömürgeciler, gümüşün hakimiyetini dünya çapında genişletebileceklerini keşfettiler. Neredeyse bedavaya gelen Yeni Dünya gümüşü o günkü Çin liderliğinde yürüyen Dünya ekonomisinde Avrupalıların söz sahibi olmasını sağladı. Müteakip bağlantılar sayesinde kapitalistler bir sonuca ulaştılar: Birkaç kez kesintiye uğramakla birlikte bugüne dek gelen, kapitalizmin ekolojisindeki sınırları kolaylaştıran, koruyan ve genişleten bir ucuz para sistemi kuruldu.

Ucuz para sistemi her şeyin ötesinde düşük faiz anlamına gelir. Günümüzün hızlı tüketim mallarını taşıyan konteynır gemilerinde ve yüksek işlem hacmine sahip borsa senetlerinde bile kapitalizmin can damarı kredidir. Kapitalist hızlı büyümenin gerekli koşulları ucuz emek, gıda, enerji ve hammaddeler olduğunda bunların hepsini mümkün kılan ucuz kredidir. Tarihsel olarak, ucuz parayla yeni sınırlar yararlı bir döngüye girmiştir. Üretimin ve maden çıkarmanın geliştiği bölgelerde kar etme fırsatları azaldığında, kapitalistler karlarını para ticaretine yatırırlar. Bu, dünya kapitalizmindeki her büyük canlanmadan sonra -Hollandalılar için 17. yüzyıl, İngilizler için 19. yüzyıl ortalarında ve savaş sonrası Amerika’nın altın çağında- akademisyenlerin finansallaşma diye adlandırdıkları sürecin yaşanmasının sebebidir. Bu dönemlerde kapitalistler daha eski ve daha az karlı endüstriyel ve ticari uğraşlardan finansal hareketlere yönelirler. İdaresi zor çalışanlar istihdam etmek, pahalıya mal olan fabrikalar kurmak, hammaddeler satın almak ve bir şey yapmak yerine, artan sayıda kapitalist daha basit ve (geçici olarak) daha cazip bir şeye yönelirler: ödünç para vermek ve gelecek üzerine spekülatif bahisler ortaya koymak. Bu anlamda finansallaşma, aslında belirsiz bir gelecekteki daha karlı endüstriyel ‘devrim’ üzerine bir kumardır. Şu an böyle bir çağda yaşıyoruz ve tarih bu çağın olası akıbetine dair güven vermiyor: Bu gibi sermaye birikimi döngüleri genellikle savaşla ve yeni finansal güçlerin doğuşuyla son bulur.

Dünyanın ekonomik pastasının büyümesi durduğunda iki hareket finansallaşmayı kapitalizm için cazip, hatta faydalı kılar. Biri, başlıca güçlerin savaşa girme ya da en azından savaş açma kapasitelerini artırma eğilimidir. 1970’lerdeki ekonomik durgunluğun ardından ABD’nin barış zamanında tarihteki en büyük askeri yığınağı yapmaya girişmesi bunun bir örneğidir. Modern devletler savaşlarını nadiren kendileri finanse eder. Tıpkı diğerleri gibi borç almak zorundadırlar. Finansallaşmayı canlandıran diğer şey, sistemin kalbindeki sermayenin sınırlara doğru akmaya başlamasıdır. Örneğin, 19. yüzyılın sonlarında İngiliz sermayesinden devasa meblağlar borç para şeklinde Londra’nın dışına, dünyanın geri kalanına akar; bu sermaye akışı özellikle demiryolu inşaatları için kullanılır ki bu da sonraki yüzyılda gıda ve hammadde fiyatlarının sıra dışı bir biçimde ucuzlamasının temel nedenidir.

Ticareti kolaylaştırmak için itimat edilebilecek, o sırada egemen blokun ihtiyaçlarını yerine getirmek üzere kontrol edilebilen güvenli bir değişim değeridir ucuz para. Ucuzluğunun iki boyutu vardır. Bunlardan biri, temel metaların (gümüş, altın, petrol) temellükünü ve faiz oranlarını -paranın değerini- düşük tutmak için düzenlemesidir. Diğeriyse, yalnızca devletlerin (kentler, uluslar ve en sonunda imparatorluklar) sağlayabildiği geniş nakit ekonomisi üzerindeki kontroldür. Fernand Braudel’in söylediği gibi, finans-kapital “ancak devletle özdeş hale geldiğinde, devlet olduğunda zafer kazanır” (Goldman Sachs Beyaz Saray’a bir şube gibi muamele ettiğinde yapılmış, günümüzle özel alakası bulunan bir açıklama).

Para, kapitalizmin işlemesine vesile olan araçtır, kontrol edebilenler için bir iktidar kaynağıdır. Bu yalnızca insanların ve zenginliğin kontrolü anlamına gelmez. Ayrıca böyle bir kontrolün doğayla nasıl iç içe geçtiği üzerinde de durulur. ABD dolarıyla Suudi Arabistan’ın variller dolusu petrolü arasındaki veya daha erken bir dönemde Hollanda taleriyle Yeni Dünya gümüş külçeleri arasındaki sıkı bağlantıyı düşünün. Eğer modernlik bir iktidar ekolojisiyse para ekosistemi birleştirir ve o ekosistem parayı şekillendirir. Para, sermayeye dönüşmek için kültüre ve güce bağlıdır. İşçiyle kapitalisti, zengin ve yoksul bölgeleri, günümüz kelimeleriyle söylersek Küresel Kuzey’le Küresel Güney’i ayırır ve birleştirir. Ulus devletleri ve imparatorlukları destekler, kontrol altında tutar ve onlara bağlıdır. Tarihe bu şekilde bakmak, modern dünyayı bir devletler yığını gibi görmekten uzaklaşıp onu sermaye, iktidar ve doğadan ibaret bir sistem olarak görmeye yaklaşır. Ve bu süreçleri on yıllar boyunca değil yüzyıllar boyunca dikkate almaya bizi mecbur bırakır.

                                                                                                                                                                10 Nisan 2023 Saffet Bilen