Skip to main content
ŞİMDİ GELECEK ZAMANI – Hakkı Zabcı

ŞİMDİ GELECEK ZAMANI – Hakkı Zabcı

Belediyelerde saydamlığı sağlayacak olan, o kent halkının örgütlü gücüdür. Halk özne, saydam belediyecilik nesnedir. Halkın belediyeyi saydamlaştırması bir kazanım olarak gelişir, gözlemciliği, araştırma ve incelemeyi, bilgi toplamayı ve en önemlisi yapısal denetimi içerir. … Yönetime katılma eylemi de, aynı saydamlıkta olduğu gibi, halkın kendi özgücü ile sağladığı bir demokratik kazanım hareketidir. Katılım; sözde, kararda ve yetkide kendisine verilenin değil, devrimci bir sürecin etkin ve yaygın işletilmesiyle bizzat kendisinin aldığı hakların bir yansıması olarak kendisini gösterir. 

31 Mart 2019 Yerel Yönetim Seçimlerinin Ardından

ŞİMDİ GELECEK ZAMANI

31 Aralık 2019 yerel yönetim seçimleri geride kaldı. Seçim, toplumun tüm katmanları ile uzlaşma, ötekileştirmenin her türlüsüne karşı durma ve toplumsal barış çağrısı ile şekillenmiş “Millet İttifakı”nın uyguladığı stratejinin başarısı ile sonuçlandı.

İktidarın seçim politikasının içeriği irdelendiğinde, Millet İttifakı’nın seçim başarısı, devlete karşı kazanılmış bir zafer olarak algılandı. Seçimde galip gelen muhalefet, devlet ile sorunlu olmasına rağmen, onunla uzlaşma iradesini en üst perdeden beyan etti.

Ancak, başarının sınırı hep mekân birliği üzerine kuruldu; yaşam birliğinden hiç söz edilmedi. Bu mesele ayrı bir yazı konusu olduğu için burada üzerinde durmayacağız.

Yaşı geçkin sade bir yurttaş, TV muhabirinin uzattığı mikrofona Bu seçimi ne o ne de bu kazandı. Bu seçimi Mustafa Kemal kazandı dedi.

Bu okkalı sözden seçimin aynı zamanda cumhuriyetin bir kazanımı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Uzlaşma kültürü ile cumhuriyetin kazanımları sentezinin ne derece mümkün olabileceği gibi bir soru takılıyor akıllara. Bu soru, beraberinde aşağıdaki soruları da getiriyor:

  1. Kent insanı belediye yönetimine en etkin ve yaygın biçimde katılabilecek mi? Kararlara katılıp hesap sorabilecek mi?
  2. Belediye başkanları, vesayeti altında oldukları cumhurbaşkanlığına karşı meşru direnme haklarını kullanabilecekler mi? İstediklerini alabilecekler mi?
  3. Belediye başkanları yaşamsal konularda alternatif demokratik yaşam biçimlerinin oluşturulmasında etkin olabilecekler mi? Başka bir ifade ile kentte yaşayanların kendi iradeleri ile kendi demokratik toplumsal projelerini kurmalarına (oluşturmalarına) yardımcı olabilecekler mi? Yani katılma iradesi yerine kurma iradesini halka tanıyabilecekler mi?
  4. AKP’den devralınan belediyelerde başkanlar geçmiş dönemin arızalarını gidermek için olası çatışmalara girme kararlılığını gösterebilecekler mi?

Millet İttifakı’nın seçilen belediye başkanları bu sorulara yanıt verebiliyorlarsa yolları açık olsun, desteğimiz onlarla birlikte.

Tabii bir takım endişeler taşımıyor değiliz. Neden mi? Buna benzer bir yerel yönetim seçimi 26 Mart 1989’da yaşandı. Nasıl ki 2019 seçimi, muhalefet için bir nevi Cumhurbaşkanına karşı bir referandum niteliğindeyse, 1989 seçimi de dönemin başbakanı ve ANAP Genel Başkanı Turgut Özal’a karşı erken genel seçim isteğiyle hedefe kilitlenmişti. Hedef iktidar değişimiydi.

Turgut Özal, Türkiye’de neo-liberalizmin ilk harcını atan kişiydi. Başbakan Müsteşarıyken 24 Ocak 1980 tarihli kararlarının yazımı işinin başındaydı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin bünyesinde bu faaliyetini sürdürdü. İktidara geldiğinde de neo-liberalizmin kök salmasında Dünya Bankası ve IMF’in denetiminde yoğun bir çabaya girişti. Özelleştirmeler birbiri ardına geldi; sendikalar başta olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin etkisizleştirilmesi için baskı politikaları devreye sokuldu. İşten atılmalar tehlikeli boyutlara ulaştı. Yoksulluk had safhaya ulaşırken orta sınıfın da erimekte olduğu gözlendi. Her şey emperyalist sömürünün alt yapısını neo-liberal çerçevede yeniden örgütlemekten ibaretti. Baskı, zulüm ve yoksulluk o denli yükseldi ki Turgut Özal’ın otoritesi sarsılmaya başladı. İşte böyle bir ortamda 26 Mart 1989 yerel seçimlerine gidildi. Seçime gidildiğinde İSTANBUL, ANKARA ve İZMİR Anavatan Partisi’nin elindeydi. Ama, bu kadar uygun ortamda, o dönemde SHP, sayıları 7 olan büyük şehrin hiç birine sahip değilken 6’sını birden aldı. Bedrettin Dalan’dan alınamaz dedikleri İstanbul da SHP’ye geçti. Seçim sonucu ANAP için hezimet, SHP içinse büyük bir zafer oldu; 280 olan belediye sayısını 652’ye çıkardı. SHP’nin seçim sloganı birlikte yönetelim olarak belirlenmişti. Ama gelin görün ki,  bu doğrultuda yaptıkları tam anlamıyla trajikomik bir girişim oldu. İstanbul’da belediye otobüslerinin şeridi nasıl olsun; Ankara’da da kaldırım taşları hangi renkte olsun soruları kent yerleşkesinde olanlara soruldu. Bu davranış halkta çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

SHP’ye altın tepsiyle sunulan belediyelerde dişe dokunur bir şey yaratılamadı. 5 sene sonra, 1994 yerel seçimleri SHP için kelimenin tam anlamıyla bir hezimet oldu. Sahip olduğu 652 belediye 436’ya düştüğü gibi Ankara, İstanbul, İzmir de elinden uçtu gitti. İstanbul’da belediye başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatında yükselme süreci bu şekilde başlamış oldu.

İşte bütün bunlardan dolayı 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sonuçlarına ihtiyatla yaklaşıyoruz. Endişemiz bu yüzden. Biz seçimden önce de söyledik, “bizi seçimden ziyade gelecek ilgilendiriyor. Seçimi yücelterek geleceği feda edemeyiz”. Bu saatten sonra şimdi gelecek zamanı!..

Şimdi size 1989 Yerel Seçimleri sonrasında 1990 yılı Temmuz ayında Demokrat Muhalefet Dergisinde yazdığım Kurşuna Dizilen Kavramlar SAYDAM VE KATILIMCI BELEDİYECİLİK” yazısını sunuyorum. Biraz dikkatlice okursanız 30 sene önceki sorunlarla bugünküler arasındaki benzerlikler, eminim, düşündürtecek

Kurşuna Dizilen Kavramlar: SAYDAM VE KATILIMCI BELEDİYECİLİK

Elinizin altındaki sözlüğü karıştırırsanız, yabancı dilde “notion” eski dilde “mefhum” olan “kavram” sözcüğünün karşısında “bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı” tanımını bulursunuz. Ortaçağlı Petrus Abaelardus “tümeller”in birer düşünce varlığı niteliğinde, usun ürettiği “kavramlar” olduğunu ileri sürüyor, gerçekliklerinin olamayacağını vurguluyordu. Yeni Çağlı Immanuel kant’a göre tümeller bütün insan öğelerinde bulunuyor, sağladıkları bilgi kesin ve zorunlu oluyordu…

Kavram sözcüğüne, bir de etimolojik açıdan baktığınızda, bu sözcüğün “kavramak” fiilinden türediğini görürsünüz. Arapça “şümul ve tazammun”un bir nevi Türkçeleştirilmişi. Bir “ÖZNE”nin (subject) bir “NESNE” (object) karşısındaki düşünsel davranış biçimi “KAVRAM” olarak ortaya çıkıyor. Bu haliyle kavram, bir olgunun anlatımı, ancak birebir “anlam”ı değil.

Bir nesne karşısındaki iki ya da daha çok öznenin “öz”de, “içerik”te ve “biçim”de o nesneyi farklı kavramaları KAVRAM KARGAŞASI denen sonucu doğuruyor. Söz gelimi “organik ilişki kavramı olur olmaz yerde kullanılır. Oysa organik ilişki kavramı sadece üretim süreci içinde, birlikte üretimin bir varlık nedeni olarak ortaya çıkar. Üretim dışı ilişkilerde başat ilişki “inorganik ilişki biçimidir.

Çarpıcı ve klasik örnek olarak demokrasi kavramının, konunun irdelenmesi anlamında, daha geçerli bir fenomen oluşturduğu görülür. Cumhurbaşkanından ana muhalefet partisi liderine, işvereninden işçisine, esnafından köylüsüne özü, içeriği ve biçimi birbirine benzemez değişik demokrasi algılamaları ve tanımları birbirinin peşi sıra dizilir. Birinin dediği diğerinin dediğini tutmaz. Bu kargaşa içinde, kimin eli kimin cebinde belli olmadan, kaygan bir zeminde atı alan Üsküdar’ı geçer. Nedense atı alan hep bu kargaşayı yaratanlar olur.

Ancak, yaşamın karmaşık yapısı içinde kimin isteklerinin gerçekleştiği, kimlerinkinin gerçekleşmediği ve mevcut koşullar içinde gerçekleşemeyeceği “ayan beyan” görülür. Haklı isteklerini elde etmek için mevcut koşulları değiştirme kavgasına devrimci bir biçimde girenlerin izlediği kitlesel mücadele sürecinin belirlediği “Demokrasi Kavramı” eylemlilik anlamında “vermek” yerine “almak” fiili üzerine motive edildiğinden “bünyesinde” kargaşayı önleyen bir öz taşır.

Kavram Kargaşasının Getirdikleri

Kavram kargaşası beraberinde yalan ve demagojiyi getirir. Hünerli kişiler yutturmaca ve kandırmacaların çok ince tekniklerini ustalıkla yaşama geçirirler. Bazen geniş yığınlar için yaşamsal önemi olan kavramların, kimi zaman içi boşaltılarak, kimi zaman da sulandırılarak işe yaramaz hale getirildikleri görülür. Böylelikle bir yandan kitlesel hareketsizlik (atalet momenti) ya da karşı hareketlilik, bir yandan da gelecekte o kavramların içerdiği düzenlemelere ve bu düzenlemelere ilişkin program düzeyindeki düşüncelere ilgisizlik ve güvensizlik duyulması gerçekleştirilmiş olur.  Kavram kargaşası egemen güçlerin, halk yığınlarına ya da toplumsal muhalefete karşı uyguladığı bir sosyo-psişik savaş taktiğidir.

Bu taktiğin uygulanmasında, yalan ve demagojinin yanı sıra toplumsal muhalefeti ve özellikle muhalefet öncülerini içi boşaltılmış ilerici kavramlarla markaja almak ve sol vitrincilik ile bu eyleme süreklilik kazandırmak gibi yöntemler, içinde bulunduğumuz yüksek iletişim ve teknoloji çağına uygun olarak geliştirilir. Vitrini taklit “mücevherat” ile süslenmiş içi boş kuyumcu dükkanı albenisi ile ışıl ışıl göz kamaştırır… Dükkana girip de içinin boş olduğu fark edilinceye kadar iş işten geçmiş olur. Yara alan kavramların bir daha kullanılmaları da alabildiğine zorlaşır.

Saydam Belediyecilik Dedikleri

Saydamlık, “şeffaflık”la eş anlamlı bir sözcük. Saydamlık ya da şeffaflık, bir “şey”in arkasındaki “şey”lerin görünmesine, algılanmasına ve kavranmasına engel olabilecek her türlü engelin ortadan kaldırıldığı, görülebilir, algılanabilir ve kavranabilir bir düzlemin ifadesi olarak tanımlanabilir. “Kapalı kapılar arkasında” neler olduğunu hem görmek hem de neler olduğunu bütün ayrıntıları ile “BİLMEK” eyleminin izdüşümü, saydamlığın başka bir kavranış biçimi olarak da kabul edilebilir.

Kağnı merteği gibi sürünen kent yoksulu, bir an olsun “gailesinden” başını kaldırıp, üç bulutlu gözlüğünü takıp belediyesine bir bakıverse, acaba…

  • Belediye hizmetlerinin bölge ve semtlere göre dağılımını ve farklılıklarını,
  • Belediye personelinden fiilen çalışanları ve aldıkları maaşlarını,
  • Çalışmadıkları halde, bir emek harcamadan, aybaşından aybaşına belediyeden ücret alanları,
  • Belediyeye bağlı şirketlerden astronomik ücret ödenen “beyin takımı(!)”nı,
  • İş için başvuranları, başvuranlardan işe alınanları,
  • Belediyenin iş yaptığı özel kuruluşları ve bu kuruluşların başında ya da perde arkasında bulunanları,
  • İhaleye çıkartılan belediye işlerinin kimlere ve nasıl ihale edildiğini,
  • Belediyeye ait büfe ve benzeri işyerlerini işletenleri ve işletme haklarını alış yollarını,
  • Belediyede personel alımı ve iş alanındaki ekonomik trafikte parti kontenjanlarını… görebilecek, algılayabilecek, kavrayabilecek miydi?

Şayet görebilseydi, gördükleri ne belediye meclis albümünde, ne Belediye Programı’nda, ne uygulama planında, ne de faaliyet raporunda olacaktı. Gördüklerini ve öğrendiklerini belediyenin gösterilerinde de, toplantılarında da bulamayacaktı…

Kim Neye Katılıyor?

Çok önceleri buradan Fransa’ya giden “master” ya da “doktora” öğrencilerine fazla zorluk çıkarılmaz “bon pour l’Orient” yani “Doğu için İyidir” denir ve diplomaları ellerine verilerek ülkelerine gönderilirlerdi.

Bu laubali, çifte standartlı tavır, onur kırıcı bir davranış biçimi olarak kimi duyarlı “yaşını almış” öğrenciyi üzerdi. Türkiye’de buna benzer tavırlarla her gün sıkça karşılaşmak olası.

İstanbul Belediyesi geçen yıl başında, Spor ve Sergi Sarayı’nda halk için eğlence düzenliyor; yoksul İstanbullu hangarı dolduruyor, şişirme eğlenceyi şişirme mekânda tamamlıyor, yılbaşının buruk sevincini yüreğine gömüyor ve körüklü otobüsüyle evinin yolunu tutuyordu. Aynı belediyenin şehir tiyatrolarında, oyun galalarının birinde, hangarın yılbaşı zadelerinden biri “hasbel kader” bulunuyor, lüks giyimli seçkin bay ve bayanların içinde ter döküyor; salonda kendi benzerlerinden kimseyi göremiyordu. Tiyatroya gitmesi gerekenle yılbaşının hangarda kutlaması gerekenlerin ayrıştırıldığını Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun lüks salonunda öğreniyordu.

Hepsi bir yana, belediye otobüslerine hangi “kuşağın” atılacağına ya da kaldırım taşının hangi “renk” olacağına dair tercihini kullanıp kent yönetimine katıldığını sanacak kadar saf olan bir tek hemşerinizi gösterebilir misiniz?

Bu yolla halkı yönetime kattıklarını söyleyenlerin kendi söylediklerine kendileri inanacak kadar iyi niyetli saf birer iyi insan mı yoksa halkla gırgır geçecek kadar kendisini kaybetmiş ne yaptığını bilmez kişiler mi olduklarına siz karar verin.

Halkın,

-Söz hakkını kullanma

-Karar alma

-Yetki erkini elinde bulundurma

“aksiyonlar”ını birbirinden ayırmaksızın, bir bütün olarak eylem platformunda, özde, içerikte ve biçimde eksiksiz, en etkin ve en yaygın şekliyle, toplumsal bazda gerçekleştirilmesine ve devam ettirilmesine “katılımcılık” denir. Özünde devrimcilik yatar.

Nesne Kim Özne Kim?

Belediyeler, saydam ve katılımcı belediye kavramlarının hem öznesi hem de nesnesi olursa ne olur? Ne olacak, belediyenin tasarlanan saydam ve katılımcı karakterleri belediye yönetiminin “icazetine” ve “keyfiyetine” terk edilmiş olur. Belediye yönetimi istediğini saydamlaştırır, istediğini gizler; istediği konularda istediğini yönetime katar, istediğini katmaz. Bunun ölçütü ne?

Çok iyimser bir yaklaşımla, belediye yönetimleri “reformist” atılımlarla sınırlı ve geçici bir takım göreceli iyileştirmelere gidebilirler. Belediyelerin bu özellikleri, normal koşullarda dün vardı, bugün de var, yarın da var olacak… O halde getirilen yeni bir şey yok. Gerçek anlamıyla ne şeffaflık var ne de katılımcılık.

Belediyelerde saydamlığı sağlayacak olan, o kent halkının örgütlü gücüdür. Halk özne, saydam belediyecilik nesnedir. Halkın belediyeyi saydamlaştırması bir kazanım olarak gelişir, gözlemciliği, araştırma ve incelemeyi, bilgi toplamayı ve en önemlisi yapısal denetimi içerir. Kapalı kapıların, belediyenin “icazeti” ile değil, bizzat kent halkının örgütlü gücü tarafından açılması “gerçek demokrasinin” filizlenmesinin bir göstergesi olarak kabul edilir.

Yönetime katılma eylemi de, aynı saydamlıkta olduğu gibi, halkın kendi özgücü ile sağladığı bir demokratik kazanım hareketidir. Katılım; sözde, kararda ve yetkide kendisine verilenin değil, devrimci bir sürecin etkin ve yaygın işletilmesiyle bizzat kendisinin aldığı hakların bir yansıması olarak kendisini gösterir. Saydamlıkla filizlenen demokrasi, katılımcılıkla birlikte kökleşmeye başlar. Saydamlıkta ve katılımcılıkta devrimci süreklilik, kavram kargaşasına karşı kullanılabilecek en önemli panzehirdir. (Demokrat Muhalefet Temmuz 1990)

                                                                                       19 Nisan 2019  Hakkı ZABCI