Skip to main content
Ateş Altındaki Ülke: Venezuela-Mehmet Ali Yılmaz

Ateş Altındaki Ülke: Venezuela-Mehmet Ali Yılmaz

Venezuela ordusuna Maduro hükümetini devirme çağrısı yapan ve bu ülkeye ekonomik yaptırım kararını açıklayan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un elinde tuttuğu sarı not defterinde ise “5 bin ABD askerini Kolombiya’ya gönder” yazılı. Arkasındaki Dünya haritasında da Maduro’ya destek veren ülkeler kırmızıya boyanmış. Bu fotoğrafın verilmesinden sonra Reuters’e konuşan üst düzey Amerikalı bir yetkili, “ABD, NATO müttefiki Türkiye ile Venezuela arasındaki ticareti izliyor ve herhangi bir yaptırımın ihlal edildiğine karar verirse harekete geçecek” diyerek ülkemize yönelik yeni bir tehdit savurmaktan geri kalmadı.

Chavez’in 1998’de devlet başkanı olmasından sonra ABD sömürüsünden kurtulmaya başlayan Venezuela’yı Washinton yönetimi sürekli ekonomik kıskaca, siyasi ve askeri baskı altına almaya çalıştı. Chavez’den sonra başkan seçilen Maduro da bağımsızlıkçı ve halkçı politikaları uygulamayı sürdürdüğü için ABD emperyalizminin şimşeklerini üzerine çekti. Yirmi yıldır ABD’nin öteden beri arka bahçesi saydığı bir ülke emperyalist ABD’nin kıskacından kurtulma mücadelesi veriyor. Venezuela’nın suçu bu!

Günümüzde ABD’nin darbe yoluyla veya içsavaş çıkartarak, kuklaları vasıtasıyla tekrar ele geçirmeye çalıştığı Venezuela hakkında değerlendirme yaparken; Chavez’in politikalarındaki yetersizlikleri veya Maduro’nun hatalarını, politikalarındaki eksiklikleri, yanlışları öne çıkartarak ancak ABD emperyalizminin yeni sömürgeci “demokrasi” ihracına hizmet edilir.

Nedense ABD emperyalizmi ve Avrupa’nın eski sömürgeci devletleri, son otuz yıldır, petrol ve doğal gaz bakımından zengin ülkeleri “diktatörler”den kurtarıyorlar. Irak’ı işgal ederek Saddam’ın diktatörlüğünden, Libya’yı Kaddafi “delisi”nden kurtardılar! Bu “kurtarma” operasyonları sırasında sözü geçen ülkelerde milyonlarca insanı katlettiler, içsavaşlara sürüklediler ve sonuçta bölerek “demokrasi” getirdiler, insan haklarına kavuşturdular! Ama bu arada petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarına elkoymayı da ihmal etmediler. Fakat Suriye’yi “zalim Esad”tan istedikleri şekilde kurtaramadılar!…

Suriye’yi dize getiremeyen Trump’ın, bugünlerde, Venezuela üzerinde yoğunlaşarak Monroe doktrinini hatırlatan politikaları uygulamaya kalkıştığı anlaşılıyor. Emperyalistler, Saddam’a ve Kaddafi’ye yaptıkları gibi Maduro’yu da şeytanlaştırarak Venezuela’da darbeyle kukla bir yönetim kurmaya giriştiler.

Maduro kimdir?

ABD emperyalizminin devirmeye kalkıştığı Maduro, Venezuela’nın yerli halkının içinden gelen, Chavez’in yanında devlet yönetimini öğrenmiş bir devrimcidir. Bugün bulunduğu yere tesadüfen gelmiş birisi değildir. Sendikacı bir babanın oğlu olan Nicolas Maduro gençliğinde bir öğrenci lideriydi. Sosyalist Lig adlı bir siyasi örgütü destekliyordu. Liseyi bitirdikten sonra Caracas metrosuna bağlı otobüslerde şoför olarak çalışmaya başladı. Sendikaya girdi ve sonra sendikanın başkanı oldu. Chavez’in önderlik ettiği Beşinci Cumhuriyet Hareketinin de kurucuları arasında yer aldı. Ardından Kongreye seçildi. 1999-2000 yılları arasında yeni Anayasayı hazırlayan Kurucu Ulusal Meclis’te görev aldı. Mecliste, Sosyal Haklar Komisyonu’nda ve Bolivarcı Hükümetin ilk yıllarında işçilerin hakları, asgari ücretin belirlenmesi gibi konular üzerinde çalıştı. 2004 yılında ALBA’ya (Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak), 2006’da Ulusal Meclis Başkanlığına seçildi. 2008 yılında UNASUR’un (Güney Amerika Ulusları Birliği) ve 2011 yılında ise 33 ülkeyi ve 550 milyon nüfusu temsil eden CELAC’ın (Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu) kuruluşunda önemli rol oynadı.  Daha sonra Dışişleri Bakanı oldu ve Chavez’in yardımcılığına yükseldi. Kamucu-halkçı ve bağımsızlıkçı bir işçinin milletvekilliğinden sonra başkan yardımcılığına ve sonuçta Venezuela’nın başkanlığına kadar yükselmesi bu ülkenin burjuvazisinin hoşuna giden bir durum değildi.

ABD’nin düşmanlığının nedenleri

Maduro’nun da içinde yer aldığı Bolivarcı Chavez’in Hükümeti döneminde neler yapıldı da ABD bu ülkeye karşı düşmanlık yapmaya başladı. Maduro’nun başkanlığı döneminde takipçisi olduğu Chavez’in bağımsızlıkçı, halkçı-kamucu yönetimi neden ABD için sorun oldu?

Her şeyden önce Venezuela’daki Chavez’in Bolivarcı yönetimi ABD emperyalizminin “arka bahçe” siyaseti için “kötü” örnek oldu. İkibinli yılların başlarında Latin Amerika’da patlak veren sol hareketlenmenin liderliğini Chavez yapmaya başladı. Chavez’in kamucu ekonomi ve sosyal politikaları bütün bölge ülkelerini etkilemekteydi.

İkincisi, Venezuela, 300 milyar varil ile dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervine sahip ülkesidir (ikinci ülke 267 milyar varille Suudi Arabistan’dır). Doğal gaz rezervleri bakımından da dünya sıralamasında yedincidir. Bu yeraltı zenginliği öteden beri ABD’nin iştahını kabartıyor. Ama Bolivarcı Chavez yönetimi Venezuela petrolünün büyük kısmını ellerinde tutan uluslararası petrol şirketlerinin bu ülkedeki bütün rezerv arama, petrol üretim, satış vb. işlerini devletleştirdi. Chavez bu millileştirme girişimiyle BP, Chevron, CNPC, Conoco, Exxon, Lukoil, Petronas, Repsol, Statoil, Total gibi uluslararası büyük petrol tekellerinin hesaplarını altüst etti.

ABD’nin Chavez ve Maduro yönetimlerine düşmanlığının üçüncü nedeni de Küba gibi ABD’nin hoşlanmadığı, Rusya ve Çin gibi rakip olarak gördüğü ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmeye yönelmeleridir. (1)

ABD bu düşmanlığı Venezuela ile iyi ilişkiler içinde olan diğer Latin Amerika ülkelerine karşı da sürdürdü.

Demokrasi ve insan hakları şampiyonu ABD, 2002’de Chavez’e karşı başarısız bir askeri darbe yaptırmakla kalmadı, 2009’da Chavez’in önderlik ettiği Bolivarcı İttifak’a katılma kararı alan Honduras Devlet Başkanı M. Zelaya’yı askeri darbeyle devirdi. 2012’de de Paraguay Devlet Başkanı F. Lugo’nun parlamenter bir darbeyle yönetimden düşürülmesini sağladı.

Önemli diğer Latin Amerika ülkelerine de ABD kaynaklı saldırılara devam edildi.

Arjantin ABD’nin ekonomik ambargosuyla karşı karşıya kaldı.

Brezilya’da 2018 seçimini ABD’nin desteğiyle sağcı Jair Bolsonaro kazandı.

Geçtiğimiz haftalarda, parçaladıkları Suriye’deki bu durumun kalıcılaşmasını sağlamak için Türkiye’ye gelen ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un Brezilya’da seçimi sağcıların kazanması üzerine söyledikleri emperyalist tekellerin neden bu ülkelere saldırı başlattığını açıklamaktadır: “Kolombiya’da Ivan Duque ve Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun devlet başkanı seçilmeleri, bölgede serbest piyasa prensiplerine bağlı, açık, şeffaf ve hesap verebilir yönetimlere artan bağlılığı gösteriyor.”

Görüldüğü gibi sorun, halkçı- kamucu ekonomi politikalarıyla neoliberal serbest piyasacılığın mücadelesinde düğümlenmektedir. ABD, Latin Amerika’daki ülkelerin pazarlarını ve doğal kaynaklarını emperyalist tekellere açmasını istiyor. Bunu sağlamak için de “demokrasi” darbeleri yapıyor, ekonomik ambargoları devreye sokuyor.

Chavez ve takipçisi Maduro yönetimi ülkelerini fakirleştirmedi, geliştirdi

Emperyalistler, diktatörlükle yönetildiğini ilan ettikleri ülkelerde demokrasi ve insan haklarının olmadığı iddiasından başka halkın açlıkla da karşı karşıya olduğunu ileri sürerler. Venezuela için de bu yalanları uzun zamandır yayıyorlar. Maduro’nun sürdürdüğü Chavez programı Venezüella’yı açlıkla karşı karşıya getirmedi. Batı basınında “açlık isyanları” diye sunulanlar, ABD’nin kontrolündeki muhalefetin gıda stoklarını yağmaladığı olaylardır.

Bu ülkede Chavez iktidara geldikten sonra ülkenin yarısını oluşturan en yoksul kesimlerin kalkınmasını temel aldı. Zengin ve orta sınıfların tepki gösterdiği Chavez’in bu halkçı programı Venezüella’yı geliştirdi, halkın refah seviyesini yükseltti. Venezüella’yı sıkıntıya sokan tıpkı Küba’da yaptığı gibi ABD’nin bu ülkeye karşı da uyguladığı ekonomik ambargo ve saldırısıdır.

Bolivarcıların yeni iktidar oldukları 2000 yılında Venezüella’nın GSYİH’si 118 milyar dolar, kişi başına gelir 4.824 dolardı. 10 yıl içinde GSYİH 294 milyar dolara ve kişi başına gelir ise 10.317 dolara yükseldi.

Chavez’in ölümünden sonra onun programını sürdüren Maduro da ülkeyi büyüttü. Ülkenin GSYİH 2013’te 369 milyar dolara, 2014’te ise 481 milyar dolara yükseldi. Fakat petrol fiyatlarının dünya genelindeki düşüşü ve ABD’nin ambargosu sonucunda bu ülkenin GSYİH düşmeye başladı. Chavez 2013’te öldüğü zaman günlük petrol üretimi 2.7 milyon varilken Maduro döneminde, 2016’da, 2 milyon varile düştü.

Venezuela ekonomisinin petrole bağımlı olması, büyük ölçüde halkçı bir ekonomi politikasının uygulanmasına karşılık; kamucu-planlı sanayileşmenin öneminin kavranamaması bu ülkeyi emperyalist saldırılara fazlasıyla açık halde bıraktı. Anti-emperyalizmi sadece büyük dış güçlere karşı bir mücadele olarak görüp, bunların içerdeki yuvalanmalarını ve sorunların asıl kaynağının da sermayenin bütünsel saldırısı olduğunu görmemenin, sermayenin gücünü küçümsemenin devrimci-yurtsever güçlerin önemli zaafları olduğu Venezuela deneyiyle bir kez daha ortaya çıktı. Emperyalist kapitalizmin günümüzde neoliberal politikalarla sürdürdüğü sömürü yöntemleri karşısında, Venezuela gibi geri bıraktırılmış ülkelerde, sadece petrol gibi doğal kaynaklara dayanan kalkınma hamleleriyle yol almak mümkün görünmüyor. Bu kalkınma girişimleri kamuculuğu esas alsa bile, ülke koşullarına uygun planlamacı sanayiyi kurmayı hedeflemeyen bu ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınmaları ve emperyalizmin saldırılarını savuşturmaları çok zordur.

Her türlü engellemeye karşın Chavez yönetiminin bu ülkede önemli işler başardığı da bir gerçektir. Ama bu yapılanlar bugün yaşanılan sorunların ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Yapılan iyi işlere rağmen emperyalizm ülkeyi iki kampa bölmekte başarılı oldu. Chavez döneminde sosyal sorunların çözümlerine yönelik önemli adımlar atılmış olmasına karşın emperyalist güçler bu ülkenin özellikle orta sınıfları üzerinde hala etkili olabiliyorlar.

 Chavez’in iktidarı döneminde Venezuela’da yapılan işlerden örnekler…

-Chavez’in ilk on yıllık iktidarı döneminde, Venezuela ekonomisi yüzde 47.4 büyüdü.

-Yerel sorunlarla ilgilenen 30 bin yerel halk konseyi oluşturuldu, sosyal sorunların tespit ve çözümüne halkın doğrudan katılımı sağlandı. (2)

-On yılda sosyal hizmetlere ayrılan bütçe yüzde 60.6 oranında artırıldı. Bütçenin yüzde 42.3’ünü sosyal yatırımlara ayrıldı.

-Ülkedeki eşitsizlik yüzde 54, yoksulluk yüzde 44 oranında azaltıldı. 1996 yılında yüzde 40’a ulaşan aşırı yoksulluk oranı Chavez döneminde yüzde 7.3’e düşürüldü.

-İşsizlik yüzde 11.3’ten yüzde 7.7’e düştü. Sosyal güvenceye sahip olanların sayısı üç kat arttı.

-Misyon adı verilen sosyal programlardan 20 milyon Venezuela vatandaşı yararlandı. (Venezuela’nın 2017 yılındaki nüfusu 31 milyondu.)

-Chavez öncesinde büyük bir sorun olan okuma-yazma sorunu UNESCO’ya göre tümüyle ortadan kalktı.

-Parasız eğitim politikası ile çocukların yüzde 72’si anaokuluna gitti ve ilköğretimde okullaşma oranı yüzde 85’e yükseldi.

-Binlerce yeni okul inşa edildi. Devlet okullarında öğretmen sayısı beş kat arttı, 65 binden 350 bine ulaştı.

-Bolivarcı Üniversiteler adıyla yeni ve ücretsiz üniversiteler kuruldu. Üniversiteye devam eden gençlerin oranı yüzde 83’e yükseldi ve bu yönden Venezuela Latin Amerika’da ikinci, dünyada ise 15’inci sıraya yükseldi.

-1998 yılında nüfusun yüzde 21’inin yetersiz beslenme sorunu olduğu bu ülkede, oran yüzde 5’e indi.

-Gıda tekellerinin pahalı ürünleri karşısında, üretimi ucuz gıdaların satıldığı MERCAL isimli süpermarket zinciri oluşturuldu.

-1980’lerde gıda ürünlerinin yüzde 90’ı ithal edilirken bu oran yüzde 30’a düşürüldü.

-4 milyonu çocuk 5 milyon Venezuelalıya okullarda ücretsiz gıda sağlandı.

-Chavez’in 2013’de ölümünden önceki son yıllarda yoksullar ve orta gelirliler için 250 bin ucuz konut üretildi.

-Çocuk ölümlerinin oranı binde 25’ten binde 13’e düşürüldü.

-Nüfusun yüzde 96’sının temiz suya ulaşımı sağlandı.

-1998 yılında 10 bin kişiye düşen doktor sayısı, Küba’nın da katkısıyla, 18’den 58’e yükseltildi. Sadece Barrio Adentro isimli ücretsiz birinci ve ikinci basamak sağlık hizmeti verilmesini içeren programla ülkeye gelen 8 bin 300 Kübalı doktor, 7 bin klinik kurdu, bu kliniklerde 1.4 milyon insanın hayatı kurtarıldı.

-2007-2013 arasında 19 bin 840 evsiz sokakta yaşamaktan kurtarıldı.

Halkın bu tür sosyal ev ekonomik sorunlarının çözümü şüphesiz çok önemlidir ama bu tür adımlar ülkenin emperyalist sermayenin saldırısından kurtulması, tam bağımsızlığın sağlanması ve toplumcu demokrasinin kurulması için yeterli olmuyor. Emperyalizmi kovmak, emperyalizmin hegemonyasından kurtulmak tam bağımsızlık için şarttır fakat yeterli değildir. Emperyalist kapitalizmin içerideki kollarının – kanatlarının da koparılması gerekir… Ülkedeki üretici sınıf ve tabakaları (başta işçiler ve üreten köylüler olmak üzere, teknik elemanlar, doktorlar, avukatlar, Lise-üniversite gençliği ve akademisyenler, öğretmenler ve topluma hizmet üreten diğer kesimler…) seferber ederek, bu emekçi kesimlerin çıkarlarını esas alacak biçimde bir kalkınma modeli gerçekleştirilmelidir. Emperyalist sermayenin kıskacından ülkeyi kurtarmak için bütün bu sınıf ve tabakaların desteği sağlanmalı ve ülkenin tüm yer altı – yer üstü değerleri kamucu, merkezi planlamacı bir anlayışla esas olarak sanayileşmek için kullanılmalıdır. Devrimci demokrasiye ve sosyalizme de ancak bu yoldan gidilerek ulaşılır.

***

2003’te BOP ile Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki 23 Müslüman ülkeyi bölmek gerektiğini yazan C. Rice, 2005 yılında da Chavez’in “bölge için bir tehdit” (Bölge dediği ABD’dir!) olduğunu açıklamıştı. Bugün de Trump ve adamları bu ülkede faşist bir darbe yaptırmaya çalışıyorlar.  Demokratik (!) AB de bu emperyalist plana destek vermekten geri kalmamaktadır. Emperyalist devletler, Venezuela’nın bu ülkelerdeki paralarına, altınlarına ve diğer mallarına el koyarak soygun ve talanlarına bir yenisini daha ekliyorlar.

Ama bütün bu saldırılar Venezüella’nın ilerici-devrimci halkını yıldıramıyor. En son Venezuela’daki iktidarın önemli isimlerinden Cabello, yaptığı açıklamada, 2 Şubat’ın, Venezüella’nın 2013 yılında ölen Devlet Başkanı Hugo Chavez’in iktidara gelişinin 20. yılı olduğunu hatırlatıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bolivarcı devrimin yıl dönümü ve ben evimde oturmam. Yeni kavgalara ve zaferlere hazır olarak hep birlikte Caracas Bolivar Bulvarı’na çıkıyoruz. Emperyalist saldırılar karşısında vatansever ittifak. Biz kazanacağız.”

Sonunda mutlaka dünyanın ezilen halkları kazanacak…

(1) Uluslararası ilişkilerde her ülke kendi çıkarını esas alır. Rusya’nın da Çin’nin de her şeyden önce kendi çıkarları için Venezuela ile ticaret yaptıklarını görüyoruz.

Çin, Venezuela’ya 2007’den sonra petrol karşılığında 50 milyar dolar civarında kredi verdi, bunun yarısı kadarı, 2016 itibariyle, petrol olarak Çin’e ödendi. Bu arada Çin’in en büyük petrol şirketi CNPC, Venezuela’da en büyük petrol oyuncularından biri haline geldi.

Rusya ise, Venezuela’ya Chavez iktidarı sırasında 11 milyar dolarlık silah sattı. Venezuela’nın petrol şirketi PDVSA, Rus petrol devi Rosneft’e ortaklık ve Venezuela’nın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki rafineri firması CİTGO’yu ipotek olarak verdi.

(2)Bir ülkenin temel sorunlarını, her şart altında “yerellerden yukarıya doğru” çözmeyi savunmak her şeyin çaresi değildir. Ulusal düzeyde stratejik planlamacı bir bakış çerçevesi içinde yerellerin örgütlenmesi, yerellerden yukarıya gidişten bir sonuç alınabilir.

Devrimci, sosyalist bir partinin örgütlenmesinde de yerellerden yukarıya doğru örgütlenme ve bu örgütlerin parti içindeki yerleri Demokratik Merkeziyetçilik genel ilkesiyle diyalektik bütünlük içerisinde ele alınmalıdır. Aksi durumda demokratizme ya da tersine bürokratizme yol açılır ki bu devrimci partiden başka bir örgütün ortaya çıkmasına neden olur.

Mehmet Ali Yılmaz, 02.02.2019