Merkez sağ ve sol partileri ülkeyi Troika ve İMF’nin vesayetine sokarak ekonomik krizden sorumlu tutan alt ve orta sınıf seçmenler, merkez sağ YDP ile merkez sol PASOK’u seçimlerde cezalandırıyordu.
Tasavvufi kültürelin temelinde manaca belirsizliği sezgi ile kapsama, içe doluşla oluşan hissetme duyarlılığının yoğunlaşması (İnayet) sonucu muhtemeldeki olası olaylardan olabilirliği önceden görme; Hadisi kutside nakil edilen: “Ben mümin kulumun gören gözü, işiten kulağı, eli ve dili olurum” mealindeki ifadeyi kendimizce tevil ederek; “ mümin kulunun duyum ve hissi kalbe inen Allah’ın hikmetinin bir tezahürü” diyelim . Yunus Emre’de dile gelen bu husus: “ Beni sorman bana bende degülven, suretim boş yürir tondan içeri” insandaki Vahdaniyet’e işarettir ( Harabi’inin vahdatnamesi bu konuda iyi bir lirik anlatıdır. https//eskisozluk.com). Yüksek seviyede organize canlı yapılanmasında vicdani duyuşa dokunan bir ahlak için Fuzzeysel Mantığın hirbit modelde (bulanıklaştırma-sinir ağı) durulama süreçlerine birikimli potensiadaki dayanakta güçlü ve compact olan (birbirinin içine kesintisiz zincir oluşturabilen) dilsel değişkenlerle içerikte çakışan “ meşru-edebi-makul (akla yatan) ve itibari” kavramları yapı taşları olarak alabiliriz. Şahsı ve sivil resmi kurumsal yapılanışlara öncül olacak bir ahlakı, norma açık aksiyomatik hale getirebilme gayretimizde; olan biteni yorumlayış esnek ve hacimseli kapsamda yarıçap öznel olduğundan hiç kimsenin potensiayı kavrayışı birebir ve aynı değildir, gözlemlerin ve deneyimin süzgecinde vicdani istikamette yakın anlamlandırmada uylaşım sağlayabiliriz. Fuzzysel mantık ile durumu irdelemeye ve durulamaya yöneldiğimizde; meşru- edebi-makul- itibari olarak herkesçe kabul edilecek dilsel atomik birimleri, önceden ifade ettiğimiz dizge yapı taşlarından birkaçını da alarak:
Nefsine hakimiyet (nefsi mutmain)
Hakka riayet (doğruluk ve dürüstlük)
Vicdani olana katılım
Sulh yapıcılığı
Hakkaniyetli paylaşım
Razılıkla helalleşme
Merhamet ve aşk
Ünsiyeti bilme (haliki bilme)
tüm bu kritize kavramları korku, kin, nefret ve sömürüyü ortadan kaldıracak salih bir amaç için “hakikati yakın kavramada ayarı tutarlı ahlak’ın temel kümesi” olarak adlandırmak yerinde olur. Bu temel kümedeki damıtılmış özlü kavramları şahsi, resmi, yarı resmi ve sivil her yapıya normatif kıymetler için çeşitli seçilim demeti olarak sunabiliriz. Immanul Kant’ın pratik akıl ile saf aklı çözümlemesinde fark kriteri olan maksimal (en yüksek iyiye yönelme) yaklaşımlarına dayanarak, tasavvufta Fakr-ı sülük olup menziller aşma sürecini de bu seçilim demeti ile tabii ve zihinsel bağdaştırarak meşru olabilirlik, edebi olarak makul ve vicdani olarak makbul-itibari eşikleri bulanık sinir ağı formu ile modelleyebiliriz.
H.Pioncare’de “Bilim Ahlakı” ve A.Einstein’da “Bilimsel Ahlak”…
“Kavramların içerik ve kapsamında ‘uylaşım’ esastır.” görüşünü işleyen Henri Pioncare; matematiksel sürekli, fizik süreklisi, uzay- zaman, sonsuzluk olgularını kas duyumları ve his duyumları çerçevesinde irdelediği eserinde (Bilimin Değeri) ; bilginin kesinleştirilmesi işlevinde sezgi ve mantık yaklaşımların farkı üzerinde sezginin bütünleyici rolü ile mantığın inşa edici karakterini şöyle açıklar:
“…Kesinleşmekle matematik bilimi(a.b.ç)*kimsenin gözünden kaçmayan bir yapmalık karekteri kazanıyor; kendi tarihi menşeinin unutuyor; soruların nasıl çözülebileceği görülüyor, fakat onların nasıl ve niçin ortaya çıktıkları görülmez oluyor. Bu da bize gösterir ki mantık yetmez; ispatlı bilim tekmil bilim değildir. Sezgi mantığı tamamlama rolünü muhafaza etmelidir, ben buna denge ağırlığı veya panzehir rolü de diyebilirdim...” (J. H.Pioncare Bilmin Değeri syf:16 M.E.B basım evi 1949 çeviri: Fethi Yücel ) *(a.b.ç =altını ben çizdim)
Bilim Ahlakı meselesinde irdeleme konumuz olan ayarı tutarlı ahlak üzerine temel yaklaşım esnimiz olan H.Pioncare:
“Dinlerin inanan ruhlar üzerine büyük bir iktidarı olabilir, fakat herkes inanıcı değildir. İnan ancak bazılarına kendini kabül ettirir, akıl herkese kendini kabül ettirecektir. Başvurmamız gereken akıldır, yaptıkları parlak, fakat bir an için eğlenilen ve patlayıp yok olan sabun kabarcıkları gibi gelip geçici olan metafizikçinin aklına başvurulur demiyorum. Ancak bilim sağlam yapan astronomiyi ve fiziği kurdu; bugünde biyolojiyi kuruyor; aynı yöntem ve yollarla yarın ahlakı da kuracaktır. Buyruk ve hükümleri ihtılafsız hüküm sürecekler.Hiçbir kimse onlara karşı mırıldanmayacak. Bugün üç dikme teoremi veya çekim kanununa karşı gelmek düşünülmediği gibi artık ahlaki kanuna da karşı gelmek kimsenin aklından geçmeyecektir. “ (H.Pioncare, Son Düşünceler /Ahlak ve bilim Syf:165, çeviri: H.Ragıp Atademir ve Süleyman Ölçen MEB yayınları İstanbul 1965 ) .
Mantığa, sezgiye, bilim ve ahlaka tematik ve aksiyomatik açılım sunan, günümüzde pek çok branş ve modern tekniğin gelişim alanlarında ismi var olan, uzay -zaman göreceliği ve süreklilik konularında güçlü açılımlar yapan H.Pioncare’nin bilimsel yaklaşımlarının ve düşünüş tarzının insanlığın ilerleyişine önemli bir katkıları vardır.
Şimdi de Albert EinsteinThe laws of Sicince and the laws of Etik (çevri tamamı için : Mehmet Göksu Kayaalp..KAYAALPGOKSU.BLOGSPOT.COM. ) çevri yazısından birkaç kısım alalım:
Albert Einstein; “Bilmsel ifadeler ve kavramların ortak noktası vardır; ya doğrudur ya da yanlıştırlar (kifayetli ya da kifayetsiz) onlara ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebiliriz. Bilimsel düşüncenin bir özelliği daha vardır. Mantıklı ve kendi içinde tutarlı sistemleri üzerine kurduğu kavramlar duygu ifade etmezler. Bilim insanı için sadece ‘varlık’ varıdır, dilek, değer biçmek, iyi, kötü kısaca nihai bir amacı yoktur.”
“…Bu denilenlerden yola çıkarak mantık ile etiğin birbirinden ilgisiz olduğu düşünülebilinir. Gerçekten de olguların ve ilişkilerin ifadelerinden etik kurallar çıkarılamaz. Fakat etik kuralları mantıksal düşünme ve deneysel bilginin yardımı ile rasyonel ve tutarlı hale getirilebilir. Birkaç etik önermesi üzerinde uzlaşırsak ve bu varsayımları yeterince açık biçimde ifade edersek bunlardan başka önermeler çıkarabiliriz. Bu tip önermeler matematikte aksiyomların gördüğü işleve benzer görür, etikte.
…. Etik aksiyomları keşfediliş ve sınanış açısından bilimsel aksiyomlardan çok da farklı değillerdir. Hakikat deneyimin sınavından geçebilendir.” (Adı geçen çeviriden)
Burada kavramsal olarak” uzlaşı” bir müzakereye, uylaşım içerik ve kapsamda hemen hemen aynı şeyleri anlamada içseldir. İrdelemede ve öneri geliştirmede kavramsal tercihimiz uylaşım olacaktır.
L.Feurbuch: “bilinç”… K.Marks ve F.Engels: “ses değişimi“ …
Daha önceki çalışma kitabımız Tasavufi Praksis yolda/ Zamana topolojik yaklaşımda; Ludwig Feuerbach’ın Geleceğin Felsefesinin İlkeleri eserinde ( Alter yayıncılık 2010/Cevri: Gülistan Solmaz) tasavvufi manada:
Dine göre öte dünyada bulununan, nesnel olmayan tanrının rasyonel ya da teorik yönden benimsenmesi ve çözülmesi spekülatif felsefedir.(a.b.ç)
Spekülatif felsefenin özü, tanrının (a.b.ç) rasyonelleştirilmiş, gerçekleştirilmiş, güncellenmiş özünden başka bir şey değildir. Spekülatif felsefe, reel, tutarlı rasyonel teolojidir.” (Syf 80 )
…aklın akıldan farklı özünün artık akılla özdeşleştirilmesi yani tanrısal özün aklın özü olarak benimsenmesi, gerçekleştirmesi ve güncelleştirmesi tam olarak, içsel, kutsal bir zorunluluktur. Spekülatif felsefenin büyük tarihsel anlamıda işte bu zorunluluğa dayanır. Tanrısal özün, aklın özü olduğunun kanıtı, tanrının belirlenimlerinin ya da özgüllüklerinin-rasyonel ya da zihinsel oldukları sürece-duyusallık ya da imgelem belirlenimleri değil, aklın özgüllükleri olmasında yatar.” (syf 81)
Feuerbach’da bilincin maddiliği olgusuna vurgu ve dışsal olan tanrı imgesinin de; aklın özü ile tanrısallığın sınırsız bir teması çözümlemesi dile getirilmektedir. Bu tasavvur ediş, Halvet’e varış haline yakın bir duyumsayış olup doğudaki tasavvufi yaklaşıma yakın bir konumlanış taşır. Bilincin maddiliği imeselesine bir açılım olarak da L. Feuerbach’ın adı geçen eserindeki şu alıntıya yer verelim:
“ Doğa bilim nasıl ışıktan çıkıp göze dönüyorsa, aynı şekilde felsefede düşünmenin neslerinden “düşünüyorum”a dönmektedir. Aydınlatan, aydınlık yapan öz olarak, optiğin nesnesi olarak ışık, şayet göz olmazsa ne işe yarar? Hiç bir şeye. İşte doğa bilim bu noktaya kadar gelmiştir. Ancak-felsefe devam eder-eğer bilinç(a.b.ç) olmazsa göz neye yarar? Aynı şekilde hiç bir şey; bilinç olmadan bir şeye yaramaz. Görmüşüm, görmemişim fark eden bir şey olamaz. Görme’nin ya da gerçekten görme’nin gerçekliği her şeyden önce görme bilincinin varlığıdır. O halde senin dışındaki bir şeylerin varlığına niçin inanıyorsun? Çünkü bir şeyler görüyor, işitiyor ve hissediyorsun. Demek ki bu şeyler önce bilincin nesnesi oldukları zaman gerçek bir şey, gerçek bir nesne haline gelmektedirler; yani bilinç mutlak realite ya da gerçekliktir. Bütün var olanların gerçek değer ölçüsüdür. Bu durumda var olan her şey bilinç için sadece kendilik olarak, bilinçli olarak vardır; Çünkü bilinç her şeyden önce varlık’tır(a.b.ç)…(L.Feuerbuch syf 100)
Tasavvufi Praksis Yolda /Zamanın topolojik bakış kitabımızda bu ve benzeri alıntıları yorumlayıp: İnsan zihninin sonsuzluğa uzanırken sınırlandırıcılık özelliği gereği, kapsama alanında düşünsel devinimin kuantif ve kaotik hallerini akıl operatörü ile anda tutuklanarak doğaya uyumlu eserler ve metodolojik zeki çözümler üretmesini bilincin maddiliği olarak ifade etmiştik.
Yine adı geçen kitabımızda Aristo’nun ifade etiği <potensia> kavramına Yılmaz Öner’in Fizik ve Felsefe yapıtında açılım getirdiği iç geometri ve genetik biçim doğrultusundaki formülasyonuna da kısaca yer vererek kâinatta oluşan devinimsel süreç ile zihinin helografik atmosferinde oluşan düşünsel devinim paralelliğine de değinmiştik.
K.Marks , F.Engels :“ ses değişimi”…[…]
“Alman idealist felsefesinden bilinçli diyalektiği (a.b.ç) onu doğanın ve tarihin materyalist anlayışı ile bütünleştirmek üzere kurtaran hemen hemen yalnızca Marks ve ben olduk. Ne var ki aynı zamanda hem diyalektik hem de materyalist bir doğa anlayışı matematik ve doğa bilmi (a.b.ç) ile içli dışlı olunmasını gerektirir. Marks yetkin bir matematikçi idi, ama doğa bilimlerini ancak parça parça, kesili, dağınık bir biçimde izleyebiliyorduk. Ancak ticari işlerden çekilmem ve Londra’ya yerleşmem bana zaman verdikten sonradır ki, sekiz yıl boyunca zamanımın en büyük bölümünü bu işe vererek, matematik ve doğa bilimlerinde olanak ölçüsünde (Liebig’in dediği gibi)* tam bir “ses değişimi”(a.b.ç) yaptım.”[i]
Kavramlar, bilgi birikim sürecinde matematiksel yönetemlerle ( Bir çalışma bünyesine matematiği kattığı ölçüde bilimsellik taşır. I.Kant’ın belirlemesine Engels’in “ses değişimi “ vurgusu yapması) toplumsal yaşam alanında da tecrübenin imbiğinden geçerek içinde yaşamsal kıymet biriktirmesi dolayısı ile doğal kavramsallaştırma süreçleri, her coğrafyanın yapısalına uygun bir güçlü dil dizgesinin (Felsefi anlayışlar ) varlığını gerekli kılar. Kendi coğrafyamız ve hinterlandında farklı kadim diller kadar tınısı, anlamı, sentetik kavramları ve teknik adlandırmayı bünyesine katmada mahir olan Deruni Türkçe olarak ifade ettiğim dilimiz de bu güce maliktir. Deruni Türkçe kendi esnek, anlatımdaki kıvrak yapısı ve tını zenginliği ile Fuzzysel mantığın bulanıklaştırma işlevinde atomik birimi olabilecek pek çok dilsel değişkenin seçilip uygulanmasına geniş olanak verir.
Özlü söz, bilimsel bilgi ve modern tekniğin oluşumunda; 1.0 formu (dünyanın kendi öz enerjisini keşf ve yönetimi) adı verilen içinde yaşadığımız dünya uygarlığında vahset karışımı %60’dan fazla olan bu formunda, genel olarak fiziko-kimya ile biyo-pisiko aşamaların farklı süreçlerinin tümünü maddi ve manevi bünyesine alan bir varlık olarak İnsan, doğanın bilgi üretim ve bilincin maddiliği sürecinde aktif bir öz değeridir. Bilgi birikiminde insanlık ve fert olarak insanın geliştirici ve değiştirici yönü bu aşamada evrimsel sürecin başat yönelimidir. İlmi ve bilmi bilginin ( gönül gözü, tecrübe, gözlem ve deneysel) damıtılmasında, bilincin değişik formlardaki maddiliğinde ve kolektif iradenin tesis edilmesinde düşünen insanın varlığı esasdır. Buradan haraketle nefsi mütmanin düzgün insanların oluşturacağı bir örgüsel yapılanış ancak toplumsal ve ekosistem bütünselliğinde doğayı tüm halik olmuşlarla birlikte kucaklar. Doğrudan demokratik örgüsel yapılanışı insanın (merkezi sinir sistemi ve hissi kabiliyeti doğal evrimde en gelişkin forma benzer modelleme) pratiğin şekil alamsında ve potensiaya katkı açısından, evrimin sosyo-pisiko aşamasında, öğrenici ve üretken ‘gömülü sistem’ olarak kavramsallalaştıralım.
Güneş sistemi ile birlikte arzın kendi öz devinimi (bilmi) ve bir ilinek yazgısı (İlmi) vardır. İnsanlar kendi tecrübe ve ufuk sınırları ile somutlaştırdıkları maddi şeyler üzerinden varlık kanıtlamaya aklen meyillidir. Makulat (hisi ve kalbi akla yakın Şems Terbizi) çerçevesi denilen bu husus hisi ve kalbi sezgi derinliğini ilmi sürece katan ve özünü tarihselde iz olarak bırakan bir çevrim sunar. İster fert fert ister bir topluluk olarak insanlar makulatta uygun olanı daha değerli bulur ve olan biten budur diyerek, kendi aklı belagati ile nedenseliğini içselleştirip beraklığını ve yüceliğini kendince kesinleştirir. Fıtratta vicdani donanım taşıyan ancak içe doluşa açık olmayan (kulağı kalbi mühürlü) düşünüş ile gönül deminde aklatme meyli kısıtlı olan nefsi emarelere yenik mülkiyetçi bireyin, ben sevici -öz çıkarcı (Pratik aklın eleştirisi I. Kant) yönü ağırlıklıdır. Nefsi mülkiyetçi düzenekte vicdani yönü zayıf kalan bu vasat bireyselleşmenin; özdeki vicdani özle: sevgi ve dayanışma, merhamet ve aşk, edep ve ar ile donatılabilme nitelikli işlevi için ayarı tutarlı ahlak aksiyomlarını toplumsal özgülde yorumlayan ve uygulayan(Köy Enstitiüsü modelleme esinli) bir eğitim ve öğretim süreci gereklidir.
[i] Termal kimya irdelemesine girişinde Liebig şöyle yazar.Kimya çok hızlı ilerlemeler yapıyor. Ve treni izlemek isteyen kimyacılarsürekli bir ses değişimi (a.b.ç)durumu(étata de mue) içinde bulunuyorlar.”(F.Engels /Anti dühring 1885 baskısına önsöz)( K.Marks ve F.Engels Felsefe Metinleri Muzaffer Erdost /Sol yayınları 2009 baskı, syf :196)
YDP ve PASOK, 2002 ve 2012 iktidarları, izledikleri neo liberal politikalar ve yurtdışından rahatlıkla temin ettikleri bol kredilerle, ülke ekonomisine bir canlılık getirdiler. Ancak 2008’e gelindiğinde bu canlılık yerini önce ekonomik durgunluğa, ardından da ülkeyi derinden etkileyecek ve uzun yıllar sürecek derin bir borç kriziyle karşı karşıya bıraktı.
Çaresizlik içinde bir çıkış yolu bulamayan ve giderek radikalleşen alt ve orta alt sınıfa, Refah Partisi “Yeni Bir Dünya”, ‘Adil Bir Düzen’ vaat ediyordu.
CHP yönetiminin ve kadrolarının ezici çoğunluğunun ülkemizde yaşanan gelişmelerden koptukları, dikkat ve enerjilerini parti içi iktidara yönettikleri görünüyor.
Dünyada iki-üç yüzyıldır süren demokrasi kavgası esasen toplumsal mücadelenin bir parçasıdır ve ondan ayrı ele alınamaz.
Soğuk savaş döneminde Batılı emperyalistler demokrasinin, özgürlüklerin yegâne savunucularının kendileri olduğuna dünyanın önemli bir bölümünü ikna etmeyi başardılar. Günümüzde de demokrasiyi hiç ağızlarından düşürmezler ama özünü, kurallarını ekonomik çıkarlarına, dünyada izledikleri siyasete göre değiştirirler, çarpıtırlar ve sömürülerinin bir aracı haline getirmeye çalışırlar. Egemen güçler ancak emperyalist sömürüden yararlanmayan, ekonomik-demokratik hakları neoliberal uygulamalarla daraltılan metropol ülke halkının ve sömürge – yeni sömürge ülke halklarının direnişlerine ve mücadele gücüne göre demokratik hakların iyileştirilmesine zoraki rıza gösterirler.
Demokrasinin tarih içindeki anlamı
Günümüzde dünyada saf anlamıyla bir demokrasiden söz edemeyiz. Toplumların siyasal örgütlenişlerinin biçimi olarak demokrasi, sonuçta toplumun üretim ilişkileriyle belirlenir. Bu yüzden demokrasinin tarih içindeki gelişimini, ekonomik-toplumsal oluşumlardaki değişimler ve sınıf mücadelelerinin seyriyle anlamlandırmak ve açıklamak gerekir. Tarihi boyunca gördüğümüz gibi sınıflı toplumlarda demokrasi, egemen sınıfların iktidarlarının bir aracı olmuştur. Burjuva toplumlarda demokrasi, burjuva diktatörlüğünün bir biçimidir. Ancak burjuva demokrasisi feodal sistemle karşılaştırıldığında toplumun tarihsel gelişimi açısından ileri bir aşamadır. Burjuvazi bu ilerici konumunu bir yere kadar sürdürür ve demokrasinin kendi siyasal iktidarının bir aracı olması için çalışır. Halk kitlelerinin de baskısıyla anayasa yapılır, parlamento gibi organlar oluşturulur, biçimsel de olsa herkesin oy kullandığı serbest seçimler yapılır. Ancak burjuvazi halkın bu demokratik hak ve kurumlardan yararlanmasını önlemeye çalışmaktan geri durmaz. Siyasal haklar biçimsel olarak açıklanır ama güvencesi sağlanmaz, temsili organlar egemen sınıfın birer aracı durumuna sokulur, çalışan kesimlerin, emekçilerin siyasal etkinliği bürokratik uygulamalarla zayıflatılır, halkın siyasetten uzak tutulması sağlanır.
Kapitalizmin rekabetçi dönemindeki burjuva demokrasisi, sermayenin giderek belirli ellerde birikimiyle (temerküzü) birlikte ilerici karakterini yitirdi. Kapitalizm emperyalizm aşamasına geçince demokrasi bir avuç tekelci sermayedarın egemenliği altında tamamen göstermelik bir duruma sokuldu. Bu dönemde demokrasiden siyasal gericiliğe dönüş başladı. Emperyalist devletlerin sömürgesi, yeni sömürgesi ülkelerde ise siyasal gericiliğin daha katmerlisi uygulanmaya başlandı, bunun adı sömürge tipi faşizmdir. Burjuvazisi çok zayıf olan bu geri kalmış ülkelerin bütün egemen sınıfları emperyalist devletlere teslim oldular ve demokrasiyi hâkimiyetlerinin önündeki bir engel olarak gördüler. Ancak aydınlar ve emekçi kesimler zaman zaman bu faşist baskılara karşı direnerek kısmi demokratik haklar elde edebiliyorlardı. Emperyalizmin sermayesiyle, askeri, siyasal ve kültürel olarak içine sızdığı, devleti kontrol ettiği bu ülkelerde halkın bağımsızlık ve demokrasi mücadeleleri gelişmeye başlayınca çeşitli baskıları, faşist darbeleri ve yasaları uygulamaya sokmaktan geri durmadıklarının sayısız örnekleri yaşandı.
Emperyalizmin tahakkümü altındaki bizimki gibi ülkelerde demokrasi Batılı ülkelere göre çok daha fazla gericileştirilmiş olarak, sömürge tipi faşizm biçiminde uygulanırken; gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı uzun mücadeleler ile kazandığı ekonomik-demokratik haklarının birçoğunu koruyabildi. Ancak 20’inci yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından da cesaret alan kapitalizmin sözcülerinin “tarihin sonu geldi”, “medeniyetler ittifakı” vb. yaygaraları altında uygulamaya sokulan emperyalist neoliberalizm döneminde ise sermaye daha çok uluslararasılaştı, iyice asalaklaştı ve kâğıttan ibaret doların hâkimiyeti olağanüstü boyutlara ulaştı. Üretimden çok paradan para kazanan soygun ve talan ekonomisi piyasaya hâkim oldu. Yenilik gibi takdim edilen bu gerici gelişmenin sonucu olarak siyasi planda demokrasi tamamen göstermelik, vitrin malzemesi haline sokuldu. Burjuva hukukunu, laikliği, cumhuriyeti, ulus devletleri ve hatta bilimsel akılı itibarsızlaştırmaya ve giderek ortadan kaldırmaya yöneldiler. Uluslararası sermayenin dayattığı bu soygun ve talan ekonomisi, siyaset alanındaki gericileştirme ve ülkeleri dağıtma süreçleri bizimki gibi “İslami” yeni sömürgelere dinci iktidarlarla birlikte ağırlaştırılmış müebbet gibi yapıştırıldı.
Emperyalist neoliberalizme iyi hizmet sunması için iktidara taşınan AKP iktidarı duruma göre Soroscu yetmez ama evetçiler’le, etnikçilerle ve Amerikan dincisi cemaatlerle desteklendi. Zamanla aralarında çıkan iktidar mücadelelerini de atlatan AKP iktidarına ayak bağı olan parlamenter sistemin yerine kurguladıkları tek adam rejimiyle ülke üzerindeki baskı ve sömürülerini daha da arttırdılar. Batının modern tefecilerinin verdiği borçlarla ayakta kalmaya çalışan, uluslararası tekellerin ürettiği malların iç piyasayı işgaline boyun eğen bu gerici rejimin payandalığını ise milliyetçi görünümlü MHP yapmaktadır. MHP, tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi, bu kez de uluslararası finans sermayesinin ve onun desteklediği siyasi organizasyonun hizmetinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Sarı Yelekliler neoliberalizme darbe vuruyor
Neoliberalizm dünyanın herhangi bir ülkesinde darbe yedikçe bizdeki uzantılarının politikaları, soygun sistemleri ve kurguları da darbe yemektedir. Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketi işte bu yüzden AKP iktidarını ve yancılarını rahatsız etmektedir.
Sarı Yelekliler hareketi daha bugünden neoliberalizmin “örnek” başkanlarından Macron’un tavizler vermesini sağlamıştır. Bunun anlamı ezilen halk kesimlerinin emperyalist neoliberalizmin burçlarında gedikler açmaya başlamasıdır. Artık 30 yıldır dünyayı pervasızca soyan uluslararası sermayenin ayakları, haklarını gasp ettiği işçilerin, köylülerin, işsizlerin vb. karşısında titremeye başlamıştır. Ne Amerika’daki anti-küreselleşmeci hareketler ne de Gezi bu kadar sonuç alıcı olabildi. İlk kez neoliberalizmin halk kitlelerinden çaldığı ekonomik ve sosyal hakların geri alınması, iğdiş edilen demokratik hakların önünün açılması yönünde gelişmelere neden olan bir hareketle karşı karşıyayız. Hareketin bileşimi ne olursa olsun yaratacağı sonuç Fransa ve dünya için umut veren gelişmelere neden olacaktır.
Sarı Yelekliler hareketine sonuçta şu kesim hakim olursa şöyle olur, bu kesim hakim olursa böyle olur türünden yorumlar pratiğin belirleyiciliğini açıklayamayan kitabi laflardır ve bu tür değerlendirmelerle tarihsel gelişmeler okunamamaktır. Bu hareket sonuçta bir Fransız Devrimi, Paris Komünü ya da 1968 Hareketi değildir ama bütün bu devrimci atılımlarla kazanılan hakların içlerini boşaltan neoliberalizme darbeler vuran bir hareket olması bakımından önemlidir. Tarih, çok sancılı bir biçimde seyredecek de olsa, ezilen sınıfların sosyo-ekonomik ve siyasi alanlarda kaybettiklerini yeniden kazanmaya başlayacakları bir sürece doğru yol almaya başlandığını Fransa’daki bu hareket göstermektedir.
Sarı Yeleklilerin taleplerinin birçoğu bizim ülkemizin işçileri, işsizleri, üreticileri, emeklileri, köylüleri, küçük esnafı vb. için daha fazla geçerlidir. Bizim içinde yaşadığımız sorunlar onlarınkinden çok daha ağırdır.(*)
Ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların bizde çok daha ağır biçimlerde seyrettiğini bilen işbirlikçi siyaset madrabazları, son günlerde, sağa sola satır sallamaya başladılar bile. Savurdukları tehditler ne ülkemizdeki ekonomik krizi yok edebilmekte ne de dünyanın yeni bir ilerici döneme doğru yol almasına engel olabilmektedir. Paris sokaklarının tarihinden tanıdığı toplumsal mücadeleyi -geçici duraklamalar, inişler çıkışlar olsa da- hiçbir gericilik durduramayacaktır ve bu gelişmenin eninde sonunda Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmazdır. Neoliberalizmin ve ekonomik krizin büyük darbeler indirdiği ülkemizde ortaya çıkacak kitle hareketleri emperyalizmi ve hâkim sınıflar ittifakını derinden sarsacaktır.
Sonuçta ezilen halklar dünyası mutlaka kazanacak ve insanlık yeniden toplumsal mücadeleler yolunda ilerlemeye başlayacaktır.
(*)Emperyalist neoliberalizm, halk kitlelerini siyasi, felsefi görüşlerine göre sömürmez, sağcı-solcu, dinci-dinsiz vb. ayrımı yapmaz bütün işçileri, işsizleri, üreticileri, esnafları, çiftçileri vb. sömürür ve onların haklarını, hukuklarını gasp eder. Sarı Yeleklilerin hareketi bu bakımdan önemlidir ve neoliberalizme darbeler indirmektedir. Ve bu hareket daha bu günden dünyanın birçok ülkesinde karşılık görmeye başladı bile.
Sarı Yeleklilerin temel taleplerini okuyunca göreceksiniz ki bu harekete yapılan göçmen karşıtlığı gibi ithamlar haksızdır ve hareketi küçük düşürmeye yöneliktir. Onlar somut sorunlarından hareketle taleplerini dile getirmektedirler.
Sarı Yeleklilerin Talepleri:
Sıfır evsiz (Evi olmayan kimse kalmasın): ACİL.
Gelir vergisi daha kademeli olsun.
Asgari ücret net 1300 avro olsun. [Şu anki net asgari ücret yaklaşık 1150 avro.]
Köylerde ve şehir merkezlerinde küçük esnaf korunsun. (Şehir merkezlerinin etrafında küçük ölçekli ticareti yok eden dev alışveriş merkezi inşaatlarına son verilsin) + şehir merkezlerinde bedava otoparklar kurulsun.
Konutlar için büyük bir ısı yalıtımı projesi (vatandaşa da tasarruf yaptıran bir ekoloji uygulaması).
BÜYÜKLER (McDonalds, Google, Amazon, Carrefour) BÜYÜK vergi ödesin, küçükler (zanaatkârlar, küçük ve orta ölçekli işletmeler) küçük.
Herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi (zanaatkârlar ve bireysel girişimciler de dahil). Serbest çalışanlar için ayrı sosyal güvenliğe son verilsin.
Emeklilik sistemi dayanışmacı ve sosyal kalsın. (Puanlı emeklilik hesabına hayır.)
Akaryakıt zammına son.
1200 avronun altında emeklilik maaşı olmasın.
Tüm seçilmişlerin maaşı ülkenin ortalama maaşıyla eşit olsun. Seyahat ve ulaşım harcamaları denetlensin, ancak zorunlu olanlar karşılansın. Yemek ve tatil kuponu hakları olsun.
Tüm Fransızların maaşları, aynı zamanda emeklilik maaşları ve sosyal yardımlar enflasyona endekslensin.
Fransa sanayi muhafaza edilsin; üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilsin. Sanayimizi korumak uzmanlığımızı ve işlerimizi korumak demektir.
Ülke dışı çalışanlar sistemine [AB üyesi ülke vatandaşlarının bir başka ülkede çalışmaya gönderilmesi –posted workers] son verilsin. Fransa topraklarında çalışan bir kişinin aynı maaş düzenine ve haklara sahip olmaması kabul edilemez. Fransa sınırları içinde çalışma hakkı olan herkes Fransız vatandaşlarıyla eşit olmalı ve o kişinin işvereni Fransız işverenlerle aynı vergileri ödemeli.
İş güvenliği hakkında: büyük şirketlerin sözleşmeli işçi çalıştırma hakkı sınırlandırılsın. Kadrolu çalışma hakkı istiyoruz.
Rekabet ve İstihdam İçin Vergi Kredisi [CICE – Büyük şirketler için vergi indirimi] kaldırılsın. Buradan elde edilecek kaynak (elektrikle çalışan arabaların aksine gerçekten ekolojik olan) hidrojenle çalışan araba üretimi için Fransa sanayiine aktarılsın.
Kemer sıkma politikalarına son. Hiçbir meşruiyeti olmayan borç faizlerinin ödemesi durdurulsun. Ödenmesi gereken borçlara kaynak olarak en fakir ve az varlıklı kesimin parasını almak yerine, 80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülsün.
Zorunlu göç hareketlerinin sebeplerine çözüm üretilsin.
Sığınmacılara iyi davranılsın. Onlara barınak, güvenlik, temel gıda ve çocuklarına eğitim sağlamak bizim sorumluluğumuz. Dünyanın birçok ülkesinde, sığınma talebine yanıt bekleyen kişiler için ağırlama kampları kurulması adına Birleşmiş Milletlerle işbirliği halinde çalışılsın.
Hakiki bir entegrasyon politikası uygulansın. Fransa’da yaşamak Fransız olmayı gerektirir (tamamlayana sertifika verilmek üzere Fransızca dil, Fransa tarihi ve vatandaşlık bilgisi dersleri verilsin).
Azami ücret ayda 15 000 avro olsun.
İşsizler için iş alanları açılsın.
Engellilere verilen mali ödeme artırılsın.
Kiralara sınırlama getirilsin. Daha çok sayıda makul ücretli kiralık konut yapılsın (özellikle öğrenciler ve güvencesiz koşullarda çalışanlar için).
Fransa’ya ait mülklerin (baraj, havalimanı vb.) satışa çıkarılması yasaklansın.
Yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. Güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin.
Ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı Fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın.
Gaz ve elektrik ücretleri özelleştirmeler sonrasında artış gösterdi. Tekrar kamusallaştırılsın ve fiyatlar aşağı çekilsin.
Küçük yerleşimlerdeki demiryolu hatlarının, postane şubelerinin ve ilkokul ve ana okullarının kapatılmasına son verilsin.
Yaşlı nüfusun hayat seviyesi yükseltilsin. Yaşlılar üzerinden para kazanılması yasaklansın. Gri altın [yaşlıların biriktirdiği para] devri kapandı. Gri refah çağı başlıyor.
Anaokulundan lise sona kadar hiçbir sınıfta öğrenci sayısı 25’i geçmesin.
Psikiyatrik desteğin yaygınlaşması için imkânlar sunulsun.
Halk oylaması anayasaya girsin. Her bireyin yasa teklifini sunabileceği, bağımsız bir teşkilatın denetiminde kolay anlaşılır ve etkili bir site kurulsun. Eğer söz konusu yasa teklifi 700 binin üzerinde imza toplarsa, Meclis bunu tartışıp, düzeltip, tasarı haline getirerek tüm Fransızların katılacağı bir halk oylamasına sunmakla yükümlü olsun.
Cumhurbaşkanlığı görev süresi yeniden 7 yıla çıkarılsın. [Cumhurbaşkanının görev süresi, milletvekili görev süresine tekabül etmesi ve bu sayede yasama ve yürütmenin farklı siyasi görüşler tarafından kutuplaşmasını engellemek gerekçesiyle 2000 yılında 7 yıldan 5 yıla indirilmişti.] (Cumhurbaşkanının seçiminden iki yıl sonra milletvekili seçimlerinin düzenlenmesi cumhurbaşkanının yürüttüğü siyasete bir memnuniyet veya memnuniyetsizlik mesajı verilmesini sağlıyordu. Bu da halkın sesini duyurmasına katkıda bulunuyordu.)
Emeklilik yaşı 60 olsun. Fizikî zorluk içeren mesleklerde (inşaat işçiliği, mezbaha işçiliği gibi) çalışan herkes için ise 55 olarak belirlensin.
6 yaşındaki bir çocuk tek başına kendi bakımını üstlenemeyeceğinden, çocuklar 10 yaşına girene kadar geçerli olmak üzere çocuk bakımı için parasal destek sistemi geri getirilsin.
Ticari malların dolaşımı demir yollarıyla sağlansın.
Vergilerde stopaj sistemine son verilsin.
Eski Cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilsin.
Banka kartıyla ödeme yapıldığında esnafa ek vergi uygulanmasın.
Gemi yakıtlarına ve kerosene (genellikle sanayide kullanılan bir petrol türevi) vergi getirilsin.
Cumhuriyet devrimlerinin kararlı savunucusu, CHP kadın kollarının önde gelen ismi Nezihe Altıok’u Kasım ayında sonsuzluğu uğurladık.
Çankaya ilçe örgütünde yapılan törende, yeğeni Hakkı Zabcı CHP’nin Nezihe teyzesini kısa ve öz bir şekilde anlattı.
“Nezihe Altıok’un dostları, Merhaba…
Nezihe Altıok benim ablam. Ablam beni çok severdi. Ben de ablamı çok severdim. Ama, bu sevgiyi doğuran kan bağı değildi. Bu sevgiyi doğuran, devrimci iradenin belirlediği toplumsal mücadelenin, toplumsal kavganın cereyan ettiği yerde yan yana, omuz omuza durmanın verdiği coşkuydu, heyecandı.
Biz sosyalizmi devrimle harmanlarken, ablam aydınlanma düşüncesini devrimle harmanlıyordu. Ortaya sosyalizm ile aydınlanmacılığın kardeşliği çıkıyordu demokrasinin devrimle kesiştiği noktada… O, bu kardeşliğin temsilcisiydi.
Bundandır ki, ablam her 6 Mayısta Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in yanındadır Karşıyaka Mezarlığı’nda. Karşıyaka Mezarlığı 30 Martta da onun durak yeridir Mahir’in başucunda. O, her 10 Kasımda Anıtkabirde Mustafa Kemal’in yanındadır, her Cumhuriyet Bayramı’nda olduğu gibi…
Ablam 12 Mart ve 12 Eylül faşizmini bizlerle birlikte yaşadı. Yargılandığımız davalarda, mahkeme salonlarında dönüp arkamıza baktığımızda dinleyici bölümünde onu ve beraberinde getirdiği kadın arkadaşlarını görürdük.
Türkiye içindeki emperyalist yapılanma F. Gülen hareketinin çok daha ötesindedir. T. Erdoğan gibi ‘tek adam rejimin’de, Erdoğan istese bile FETO temizliğinde gidebileceği yer sınırlıdır. O sınıra gelindiğinde temizlik tavsar. Bugün yaşanan da budur.
Allah -u Teala “en iyi tanımlısını” şüphesiz ve şeksiz tam bilir.
Bu yazı tefrikasında; İLMİ MANTIK ve BİLMİ AHLAK meselesini özümüzden geleni meşveret kulvarına akıtıp , lirik ve kimi matematiksel terimler ile bağlantılı konuları irdelemeye gayret edeceğim. Öncelikle;1- Bağımsızlık, 2-Sulh yapıcılığı,3- Hakkaniyet, 4-Razılıkla helalleşme 5- Uyum birlikteliği, 6-Toplumcu yurtseverlik, 7-Toplumcu hürriyet düzeni ve 8-Tasavvufi praksis yol terimlerini kavramsal düzeyde deruni Türkçe’nin dilsel varlıklar dizgesi(kültüreli etkileyen sahici değişkenler) olarak takdim edelim. Kadim kültürelin birikimli dönüşümünde bu özdeğerlerin farklı yorumlanışı tüm alanlarda ayarlı bir kıymet hususu ile yer alır. Bizde yeni kültürel için arınmayı bu terimler dizgesi ile arayacağız.
Lirik değinmelerde göze pınarlarımız olarak; “Dört kitabın manası bir tek Elif” diyen Yunus Emre, Nar-ı beyza özde diyen Hacı Bektaşi Veli ,Aşk ile yanmada Mevlana, Arifan olarak kendin ve yol bilmeyi Şems-i Terbiz-i, Sofistike zerafette Beyazit Bistami , Tayı mekan’da Hallacı Mansur ve İbn Arabi’den esinle gönüllere Futuhat…ve ilah… Tasavvufi dem…
Başta Aristotales, L.Feurbach, Henri Pioncare, I.Kant, Marks, Yılmaz Öner, M. L. Zadeh, A. Gramci ve Sultan Galiyev akış kaynağından ise uygulama metodolojisi ve bilgi yorumlayışı alarak yoldaki köşe taşımızı… Praksisdayanak … Bu platformadaki konum ve cihetimize uygun Vicdani politik rotada yer alma desturumuz olacak, içkin ve dönüşüm için donanım sağlayacak yeni litratürü geliştirmek üzre; yaşadığımız coğrafyanın kadim kültürelin birikimini Fuzeysel Mantığın (Bulanık Mantık) terimsel süzgecinden geçirmede dostlarla muhabbet dili ile etkileşime girmeye açık olacağız. Yeni bir kültürel yapılanmada toprağın dilindeki değişim ve dönüşümdeki bu arayışımızı: Tasavufi Praksis yol yaklaşımı olarak ifade edeceğiz… Acısı yeri göğü i tutan yedi kapıdan aynı anda geçen bir insanı kamile danışıp Sözü Nesimi’den bir tuyuğ ile devam edelim:
“Bî-vefâ dünyâdan usandı gönül
Yok didi dünyâyı yok sandı gönül
Düşdi IŞKın odına yandı gönül
Vahdetün kand-âbına* kandı gönül.” Seyid İmadeddin Nesimi…(*şekerli şıra)
Kendimizden de açılacak bu yola atfen:
Sezgiye kap vurup aşkla yoralım,
Gönüle sunulan Nur-u Işk’ta yanalım,
Dört bir yana akan aynı Kün’de olalım,
İnayetin lütfundan özlü SÖZ’ü alalım… 1.12.2018
İlim ve bilim arasındaki anlamca fark…
Zümer suresi 9.Ayet Yaşar Nuri Öztürk meali : “9. Böyle birisi; gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, âhiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.”
“Bilme”: yakını anlama, gidişattaki özdeğerleri kavrama ve içinde taşıdığı belirsizliği irdeleyerek içeriği iyi tanımlama olarak yorumayıp bilgiyi entropi ile bağlantılı açığa çıkan kalıcı bir İZ başlangıcı yapalım. . Burada ayeti kerime ile başlama amacı “İlm” deki irfan olgusu ile bilimsel yönetem arasındaki ince zarı iç ve dış yönelim yüzeyinden zerafetle inceleyebilmektir.
Potensiakavramı Aristotales orijinli olup Yılmaz Öner’in yorumlayışı temel alındığında içerik olarak evenselde doğal gidişatla uyumlu kültürel ve teknik alanlarda hacimseli kavramada yarıçapı içe doluşla kişiye göre kademeli ve geçirgen olan “konveks verili durumu” ifade eder. Daha ileride Fransız matematikçi Henri Pioncare vesile kılınarak sezgi ve mantık üzerine bir kıymetlendirme kesimi açılacak, Yılmaz Öner’in bilgi için getirdiği “iyi tanımlamayı” da düzenleyici bir esas olarak görüşlerimizin açılımında ifade edeceğiz.
“İlim Çin’de olsa gidip öğrenin.”Hz. Ali
“Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.” ( Aristoteles )
“Dünyada her şey için,medeniyet için,hayat için . başarı için, en hakkiki mürşit ilimdir, fendir”…M.Kemal Atatürk
TDK’(Türk Dil Kurumu)ya göre Bilim:1.isim Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen,deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi,ilim.(tdk.gov.tr)
Bilim:Serili alem ( evrenin) doğal yapısını ve gidişattaki devinimin özü olan hareketleri incelenmesi, bir modelleme çerçevesinde matematiksel metotlarla analitik olarak irdelenmesi ile bilginin kesinlik kazanması, sürekliğe bağlı olarak süreçte kendindeki ayıklanmayı da kapsayan teorik ve uygulama çalışmaların ilgili alanlara yayılmış bütünlüğü…
İlim:İnsanın kendini gidişattaki içseliğe katarak evrende olan biteni kalbi gözle i idrak edip Hakk’ı bilmesi, kendine varışı çözümlemesi ve kendin bilmesi…Bilim ve ilim’deki içeriksel anlam farkını uylaşıma sunalım:
Bilim ve ilim için felsefi yaklaşım;Tarihselde bilgi birikimi ile teknik düzey gelişimine bağlı ve karışık olarak , bazen birini diğerinin yerine kullanarak yapılan yorumlayışlarda esas olan bilimi: gerçeğe(Hakikate) ulaşım yollarında bilginin metodolojik olarak kesinleştilimesi işlevi(Aristoteles)… ilimi marifeti ise hakikatın yakın idrakı için kendini bulma ve bilme işlevidir.(Yunus Emre) Bu iki yakalışm birbirinden oldukça farklı doğal ve ruhani yeni alanlara doğru farklı ufuklar açarlar. Bilimsel ve rasyonel düşünmeyi odakta tutarak doğayı fetiş haline getirme ile ilim yolunda statik bir dışsal tanrısallığa vurgu yapmak da aynı ifrat denkliğindedir.
Günümüz dünyasında(Fransa’da sarı yelekler, Yeryüzündeki Göçmen haraketleri ve İklim kaygısı ile Avusturalya’da öğrenci haraketi) tarihseli anlaşılır yorumlamak ve pratiğin şekil almasında vicdani bir rotayı oluşturmak elzemdir. Karamsarlığı kökünden kazıyarak umudu çoğaltacak olan gönül deminde bir akıletme işlevi; irfani ışk ile bilim yolunda matematiğin geliştirdiği kavramları yerli yerinde ve sarmal olarak kullanmayı zorunlu kılmaktadır.
Mantıksal yaklaşım hangi demden?…
Genelde Aristo’nun ifade ettiği özdeşlik mantığında bir eleman A da ve A, A’dır (kesinlik)… Aksi durumda a elaman A değilse B’de dir (fark). Ak ve kara zıt uçlarına bağlı olarak, doğru(D) için (1) yanlış (Y) için (0) sayısal değerleri kullanılır. Diyalektik mantık bunun ikisinin de bir aradalığı ile zıtların birliği(bütünlük) ve her şeyin bir öteki ile ilinek bağı vardır demesine rağmen temelde bu değerleri kullanarak bir son tahlilde A, A’dır. A evrimsel değişime uğrayarak ya da sıçramalı B olur, demektedir (evrim-devrim). Bu mantıksal yaklaşımlar sembolleştirilip, kıyas ve belli çıkarım kuralların da sistemleştirilip klasik mantık bilgisi olarak hem felsefi hemde matematiktsel litaretürde işlenmeye devam edilmektedir.
Diyalektik mantık klasik ‘Aristo mantığının’ belirli noktalardaki sorunsallığını ortaya koymuş ancak onu aşma boyutuna ulaşamamıştır. Fuzzysel Mantık ( Bulanık Mantık) kuralları klasik mantığın ak- kara boyutundaki uç ekstrem değerleri giri binlerce ton alanında 0≤x≤1 ve x elaman Reel sayı olan kesintisiz bir aralık yada potensia tanımlayarak bir kümeye aitlik olgusunu da a elamanı A için 0≤µA(a)≤1 arasında bir Fuzzysel sayısal değeri vererek mertebe ve derecesine bağlı kısmi aitlik ile ölçümleme, şartlara bağlı girdiler – durulama(belirsizliği pozitif çözüme yakınlık ile kapsama alma algoritması) – çıktı olarak irdeleme surecini ortaya koymuştur. Bir olgunun ve olayın belirsizliğini de gözeterek irdelemede Fuzzysel mantık; durulanma sürecinde alt ve narin süzgeçlerde Fuzzysel sayılarla (üçgen, yamuk, Gausian vb…) değerleme sonucu; şuraya şu kadar ait, buraya bu kadar ait, hemen hemen şudur ve olası bir çıktı olabilirliği budur gibi eşikler ile daha ince bir rafine ediştir. Bu alışıla gelen klasik akıl yürütmeyi aşmada ve kapsamını genişletmede yeni bir ufuk açılımıdır. Henüz yeni olun bu rafine akletme işi güncel yaşam ve nesillerin eğitim – öğretim müfredatına tam olarak girememiştir. Pür, gelişmiş tıp ve mühendislik alanlarında, kimi teknik yapılanmalarda (yapay zeka, sinir ağları) modelleme çalışmaları ile sürmektedir. Modern fizikteki Genel-özel Görecelik, Kuantum teorisinin matematiksel kavramları ve Kaos, diferansiyel geometri, operatörler cebiri ve pisiko -sosyoda istatiksel mekanik, Bulanık Mantıktaki düşünsel irdeleme formu sonucu oluşan bütün bu gelişmeler ve “bilincin madiliği” (L.Feurbach) meseleleri, bilimsellikten beslenmeyi gerektirmektedir. Tüm halik olmuşların hakkını gözeten politik fikriyat alanına bu dönüştürücü bilgi gücü henüz yansıyamamıştır. Tasavufi Praksis yolda felsefi yaklaşımı ile yapısal sütunlar temelinde “zamanın mekansal açılımı” kavramına da dikkat çekerek yeni bir kültürele katkı için sunumlar yapmaya, toplumcu yurtsevlik mihverinden yürüyüş geliştirmeye, toplumcu-devrimci gelenekle Türkiye gerçeğinden ağrı bu platformda yazılar paylaşmaya gayret edeceğim. Mistik ruhani tasavvufi kültürelde damıtılmış; inayet ve vahdeniyet gözeten Nasreddin Hoca’nın meşhur sende haklısın, sende haklısın ve de sende haklısın fıkrasındaki düşünüş süreçleri ile deruni Türkçe, yukarıdaki dizgede sunduğumu kavaramları ile Fuzzysel mantıkla gönül deminde akletme’ye çok yatkın bir dilsel birikime sahip olduğunu göstermektedir. İçe doluşlu düşünsel devinimle, Fuzzysel mantığın nakşına uyumlu duygusal gergefin anda akıl operatörü tarafından tutuklaması ile keşif- icat dolumlu fikriyat ve beceri sonrası bilincin maddiliği olan ESER’ler oluşur. Bu temel birleşik önermenin ışığında; İçe doluş bağlantılı(İnayet) akıl operatörü ile anda verili potensiayanın tutuklanması sonucu toplumsal yaşamda dizgedeki sekiz sentetik kavram sosyo-psiko verili bilinç seviyesini yükseltip birikimli potensia sınırlarını geliştirir. Yaşamda karşılıklı yarenlik sofraları kurulabilme ve uygulama sahasında beceri geliştirme sonunda hakikate yakın bilgiler, sosyo -pisiko akışta kıvamına gelince sürecte gömülü sistem iç-dış birlikte dönüşüme üretken bir kollektif irade ile dahil olur.
Fuzzysel imbikten Ahlak üzerine nasıl bir NORM?…
H.Pioncare’de “Bilim Ahlakı” ve A.Einstain’da “Bilimsel Ahalak”…