Skip to main content
EKONOMİK KALKINMA İLE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE – Ersen YAVUZ

EKONOMİK KALKINMA İLE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE – Ersen YAVUZ

Ekonomik kalkınma ile demokrasi ilişkisi konusunda, bilim adamları arasında görüş birliği yoktur.

Bilim adamlarının bir kısmı, hukuk güvenliği ve demokrasi olmadan ekonomik kalkınmadan söz edilemeyeceği görüşünü savunurken, bir diğer bilim adamı grubu, ekonomik kalkınma olmadan hukuk güvenliği ve gerçek demokrasinin oluşamayacağı görüşünü ileri sürerler. Kimi bilim adamları ise bu kavramlar arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığını, özellikle Çin ve Güneydoğu Asya modellerini örnek göstererek kanıtlamaya çalışırlar.

Aslında bütün bu tartışmalar, 1950’li yıllarda Lipset’in konuyla ilgili çalışmalarını yayımlamasıyla başlamıştır. Lipset’in öncülük ettiği bu tartışmalar, günümüze kadar canlılığını muhafaza ederek süregelmiştir.

Lipset, 1959 yılında 48 ülkeyi baz alarak yaptığı çalışmada, demokrasi ile gelir düzeyi arasındaki ilişkiyi incelemiş ve gelir düzeyi arttıkça, ülkelerin demokrasilerinin de güçlendiği sonucuna ulaşmıştır. Daha sonra, Coleman (1960) ve Huntington (1991 )  da yaptıkları çalışmalarla Lipset’i destekleyici görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüş sahiplerine göre, toplumların siyasi ve hukuksal yapılanmalarını ekonomik gelişmeleri belirler. Ekonomik gelişme olmadan demokrasilerde gelişmişlik beklenemez. Bu, bir anlamda, ekonomik kalkınmanın, demokrasinin ön koşulu olduğu yaklaşımıdır.

Demokrasi ile kalkınma arasındaki ilişkiler üzerine son dönemde yapılan çalışmaların en popüleri kuşkusuz Daran Acemoğlu’na ait olanlardır.

ABD’nin Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) ekonomi profesörü olarak görev yapan Daran Acemoğlu ülkemizde, James A. Robinson ile birlikte kaleme aldıkları “Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri” adlı kitapları ile tanınmaktadır.

Kitapta, gelir ile demokrasi arasındaki ilişki tartışılırken, Hindistan gibi düşük gelirli ülkelerde demokrasinin işleyiş konusu ele alınır ve ülkede geliri belirli bir düzeye yükseltmeden, kitlelerin zihinlerini, “ırk ve inanç odaklı siyasetten” bağımsızlaştırmanın pek mümkün olmadığı görüşü savunulur. Acemoğlu, ayrıca hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile zenginleşme arasında bir bağ olduğunu ve bu bağın sürdürülebilir olması için güçlü ekonomik kurumlara ihtiyaç bulunduğunu, bu kurumların ancak toplumdaki güç sahiplerini denetim altında tutabilen etkin bir sivil topluma sahip ülkelerde en iyi şekilde gelişebileceğini ileri sürer.

Sonuç itibariyle Acemoğlu, demokrasi ile kalkınma arasında kısa dönemler için olmasa bile 10-15 yıl gibi uzun dönemler için güçlü bir ilişkinin söz konusu olabileceği görüşünü savunur.

Bu bağlamda olmak üzere, ekonomi ile demokrasi ilişkileri konusundaki çalışmalarında Acemoğlu, “Niçin bazı ülkeler demokratik oluyor da diğerleri olamıyor” sorusuna cevap arayan teoriler geliştirmiştir. Ekonominin önemi inkar edilemez ama Lenin’in “Siyaset, ekonominin özetlenmiş halidir” şeklindeki görüşüne de katılamıyorum diyen Acemoğlu, demokrasinin elitlerle kitleler arasındaki ekonomik temelli bir çatışmanın sonucunda doğduğunu, kitlelerin demokrasi istediğini ancak elitlerin buna karşı olduğunu, bu ikisi arasındaki güç dengesinin de sonucu belirlediğini söylemiştir. Acemoğlu, “Singapur…. Neden hiç demokratikleşemedi. Çünkü çok eşit bir toplum. Refah düzeyi yüksek ve bu refah oldukça eşit dağıtılmış, dolayısıyla kitlelerin elitlere karşı demokrasi talebinde bulunmasına gerek yok” görüşünü ileri sürmüştür.

Demokrasi ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişkileri anlamlı bulan ancak bu ilişkide demokrasinin temel belirleyici olduğu görüşünü savunan bilim adamları da vardır. Bunlar, ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için demokrasi ve hukuk güvenliğinin öncelikle mevcut bulunması gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu, bir anlamda, demokrasinin, ekonomik kalkınmanın ön koşulu olduğu yaklaşımıdır. Başta, Robert Dahl olmak üzere bu görüş sahipleri, demokrasilerin istikrarlı bir yönetim anlayışına sahip bulunduğunu, yönetimin istikrarlı bir şekilde devam etmesinin kısa dönemde büyümeye ve kalkınmaya önemli düzeyde pozitif etkileri olduğunu ileri sürerler.

Demokrasi ile ekonomik kalkınma arasında doğrusal bir ilişkinin bulunduğu yönündeki görüşlerin aksine, hiç bir ilişkinin olmadığını söyleyenler de vardır. Bu görüşü savunanlar, demokrasilerde karar mekanizmalarının çalışmasında zaman kaybı söz konusu iken otoriter rejimlerde daha süratle karar alınmasının avantajlarına değinmekte, Çin ve Güney Kore ile kimi güney doğu Asya ülkelerinin başarısını bu duruma örnek olarak göstermektedirler. Hatta bu konuda Cumhuriyet tarihimizden de örnekler verilerek, demokrasinin olmadığı 1923-1938 döneminin Türkiye’nin ekonomik anlamda en hızlı geliştiği dönem olduğu ifade edilmektedir.

Bu örneklere karşı Acemoğlu, “Çin ve diğer güney Asya ülkelerinin, üretimi kopya ederek bu hale geldiklerini, kendilerine ait olanı üretemedikleri için böylesi bir büyümenin gerçekçi olmadığı ve ileride ciddi sorunlarla karşılaşmalarının kuvvetle muhtemel olduğu” görüşünü dile getirmiştir.

Görüldüğü gibi ekonomik kalkınma ile demokrasi ilişkisinin nitelik ve istikameti konusunda bilim adamları arasında görüş birliği olmasa da, bunların birbirlerini tamamlayan süreçler olduğu genelde kabul edilmektedir.

Ben de, hukuk güvenliği ve demokrasi ile ekonomik kalkınma arasında özellikle piyasa ekonomilerinde mutlak bir ilişki olduğu görüşündeyim. Kanaatimce bu ilişki tek taraflı değil karşılıklı, çift yönlü ve aynı yumurta-tavuk örneği iç içe geçmiş bir ilişkidir. Daha açık söyleyişle, hukuk güvenliği ve demokrasi, ekonomik kalkınma için nasıl güçlü bir lokomotif ise, ekonomik kalkınma da hukuk güvenliği ve demokrasinin oluşumu için son derece önemli itici bir güçtür.

Bu bağlamda, ekonomik kalkınmamızın güncel ve birincil ihtiyacı, ülkemizde hukuk güvenliği ve gerçek demokrasinin tesisi olsa gerektir.

Ersen YAVUZ, 14.03.2019