Skip to main content
Felaket Kapitalizminin İdeolojik-Politik İflası – Haluk Başçıl

Felaket Kapitalizminin İdeolojik-Politik İflası – Haluk Başçıl

“Neo liberal politikaların alternatifi yok” yalanının sonuna geldik. İflas eden ve kendisini yeniden üretme zorluğu içindeki felaket kapitalizmi bize yeni fırsatlar sağlıyor. Türkiye bundan en iyi yararlanabilecek ve “bir başka ülke” yaratabileceklerin başında geliyor.

20 yüzyılda gelişen büyüyen ve tekelci hale gelen ulusal şirketler, 70’li yıllarda ulus üstü tekelci şirketlere dönüştü. Ulus üstü şirketlerin en güçlü olduğu ABD’de ve İngiltere’de ortaya çıkan iktidarları Reagan ve Thatcher iktidarları, bunların neoliberal ideolojisinin ve iktidarlarının temsilcileriydi.   “Reaganizm- Thatcherizm” adı altında neo-liberalizm kapitalist sistemi kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırmaya girişti. Ulus üstü tekelci kapitalizmin yeniden yapılanma faaliyetleri 90’lı yıllarda zirveye ulaştı. “Küreselleşme” adı altında, hem merkez kapitalist ülkelerde hem de buna tabi çevre ülkelerde siyasal, ekonomik, sosyal, sanat, kültür ve ahlak dahil hayatın tüm alanlarında egemen oldu.

Bu konjonktürde sosyalist sistem – “reel sosyalist devletler” ise hayatın tüm alanlarında karşı karşıya kaldığı sorunlarla uğraşıyor, giderek geriliyordu. “Reel sosyalist ideoloji” kendisini geliştirecek bir başarıyı gösteremedi. Gerileyen sosyalist sistem 80’li yılların ikinci yarısında hızla çöktü.

Ulus üstü şirketler düzeninde, İkinci Dünya Savaşı sonrası ulusal tekelci kapitalist sistemin ürünü olan “yarı sömürge-ulus devlet” formuna yer yoktu. Bu devletlerin yeni döneme uygun olarak yeniden yapılandırılması, “Küreselleşme” adı altında yürüdü. Küreselleşme: ulus üstü şirket faaliyetlerinin ulus devlet sınırı, ulusal yasalar, ulusal egemenlik gibi hiçbir engele takılmadan özgürce sürdürecekleri sistemin adıydı. Yeni düzenleme sadece kapitalist coğrafyayı değil, çöken sosyalist coğrafyayı da etkisi altına altı. Kapitalist sistem ulus üstü şirketlerin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden yapılandırıldı.

Felaket kapitalizmi kendisini sınırlayacak hiçbir engellin kalmadığı bu dönemde, Sistem içi farklı politikalara dahi izin vermedi. Neo liberalizmin “alternatifinin olmadığını” ilan etti. Sistemin farklı eğilimdeki tüm siyasi partilerini aynılaştırdı. Demokrasiyi de tekelleştirdi.

Yeni bir dünya tahayyülünde: yaklaşık yarım yüzyıl süren “Küreselleşme” döneminin egemen söylemini, yaşananları hatırlamak hesaplaşmak  yararlı olacaktır.  

  1. Küreselleşmenin Siyasal – Sosyal Boyutu

            A. Küreselleşmenin Kavramlar Dünyası

Ulus devletlere ait bir sınıflandırmayı oluşturan işbirlikçi otoriter ve diktatörlük rejimlerine savaş ilan edildi. Rüşvet ve yolsuzluklar içindeki işbirlikçi iktidarlarının topluma karşı işledikleri kirli çamaşırlar birer birer ifşa edildi. Fatura “ulus devlet”e kesildi. Böylelikle yeni sömürge-ulus devlet yeniden yapılandırıldı.

Ulus üstü şirketler topluluğu ve işbirlikçileri “özgürlükler” dönemine girildiğini, “demokrasiye geçiş” ve “demokratik barış” sürecinin başladığını ilan ettiler. “Devletin küçültülmesi ve gücünün azaltılması-sivil toplumun geliştirilmesi ve etkin kılınması” “katılım”, “hesap sorulabilirlik”, “uluslar arası hukukun egemenliği”, “evrensel insan hakları”, “Küresel yurttaşlık ve yurttaşlık rızası”,”kozmopolitizm”, “şeffaflık”, “ulusal şiddetin denetlenmesi”, “küresel demokrasi” kavramları her yana yayıldı. Yeni umutlar oluşturuldu.

Ulus üstü tekeller döneminin kurucu iradesi ABD emperyalizmiydi. “Yeni Dünya Düzeni”ni, “Tarihin Sonu”nu ilan etti. “Soğuk Savaş’ın sona ermesi”, “Amerikan İmparatorluğu”, “Tek Kutuplu Dünya”, “Pax Amerika”, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”, vd. havalarda uçuştu. Belleklere kazındı. 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında yeniden yapılandırmanın ikinci aşamasına geçildi. “Terörizmle mücadele”, “İslami terörizm”,“medeniyetler çatışması” vb kavramlar eşliğinde Müslüman coğrafyasında yeni sisteme direnen iktidarları ve güçleri tasfiyeye yöneldi.

            B. Küreselleşmenin Gerçekler Dünyası

İnsanları peşinden sürükleyen felaket kapitalizminin (Küreselleşmenin) siyasal ve sosyal kavramlarının ancak küçük bir azınlığı hayat buldu. Yeni sistemin “devlet ve ulus inşası”[1], toplum mühendisliği girişimlerine karşı toplumsal direnç giderek arttı. Aldatıcı kavramlarının büyük bir çoğunluğu hayatın gerçekleri karşısında tüm yaldızlarını kaybetti.  Toplumlarda oluşturduğu beklentiler giderek kayboldu. 

                a. İç savaş ve Çatışmalar

Küreselleşme, yeni sömürge-ulus devlet iktidarlarının toplumdaki etnik, inanç ve kültürel farklılıkları birbirine karşı “kontrollü” kullanmasını ellerinden aldı. Bu silahı kendisine doğrultarak “yarı sömürge ulus devleti”in gücünü kırdı. Devlet otoritesinin zayıflaması ve kışkırtılan kimlik siyaseti “uyuklayan eski etnik, dini ve kültürel nefreti” uyandırdı. Ülkelerde görülmemiş insanlık dramlarına yol açtı.

Soğuk Savaş’ın 1989’da sona erdiği ve neo liberalizmin rakipsiz, alternatifsiz olduğu 1990-2000 arasındaki on yılda, dünyanın dört bir yanında ulus devletlerde iç çatışmalar patladı. Dünyanın 78 ayrı yerinde 116 silahlı çatışmalar yaşandı. Bun­ların sadece 7’si devletlerarası, 20’si ise yabancı güçlerinde karıştığı iç savaş­tı. Bu iç çatışma­lara 80’in üzerinde devlet, iki bölgesel örgüt ve 200’ün üzerinde hükümet dışı taraf da dahil oldu. Yaşananlar tam anlamıyla bir “iç hesaplaşma” idi. Bunların ezici çoğunluğu kimlik temelli (kısmen dil, din ya da benzeri kültürel temele dayalı) çatışmalardı. [2]   

Siyaset Bilimi Profesörü James D. Fearon’un bulgularına göre, 1992 yılında devam eden 48 çatışmayla en yüksek seviyesine ulaşan iç savaşlar, 1992- 2007 yılları arasında hızını yitirdi ve 30’lara düştü. Ancak bu durum uzun sürmedi ve 2010’da başlayan ‘Arap Baharı’ süreciyle birlikte yeniden yükselse de 1992 seviyesine ulaşmadı.

Neo liberal ideoloji ve politika doğrultusunda, ABD’nin önderliğinde BM’in oluşturduğu “çok uluslu güçlerin ya da barış güçlerinin” askeri operasyonları zirveye ulaştı. Gerekçe açıktı: hakları çiğnenen ya da acı çeken halkları korunması, “insani müdahale” idi:

  • Afrika:
    • Angola, Somali, Mozambik, Ruanda, Uganda, Orta Afrika Cumhuriyeti, Sierra Leone, Liberya, Bat Sahra ve Çad’a 1988-2000 arasında 28 kez müdahale etti.
    • Sierra Leone, Etiyopya ve Eritre, Fildişi sahili, Liberya, Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo, Mali ve Libya’ya 2001-2017 arasında 29 kez
  • Orta Amerika: ülkelerine (El Salvador, Ekvator, Honduras, Guatamala ve Karayip ülkesi Haiti’ye 1988-2000 arasında 15, 2004-2017 arasında da 4 kez,
  • Asya: Kamboçya, Pakistan, Tacikistan, Gürcistan, Irak ve Afganistan’a 1993-2001 arasında 13 kez, Suriye’ye de 2012’de
  • Avrupa: Yugoslavya iç savaşına 1995-2000 arasında 10 kez müdahale etti.

Haiti’ye 19 ve Uganda’da 8 kez müdahale edilmesine rağmen çatışmalar durmadı. Kargaşa sona ermedi. Ülkelerin çoğunda da bir süre kesilen çatışmalar tekrar başladı. Bir kısmında da hiç durmadı. Sadece Yugoslavya’nın parçalanması ve ortaya çıkan yedi küçük ülke arasındaki çatışmaların durması ve bunların ayakta kalmaları AB entegre edilmeleri sayesinde oldu.

BM’in gözetiminde yapılan bu müdahalelerin dışında ABD tek başına bir çok ülkeye askeri operasyonlar yaptı. Granada’yı 1983’te, Panama’yı da 1989 işgal etti. Dışarıdan müdahalenin “başarılı” olduğu yer bu iki küçük ülke oldu.[3] Diğer tüm ülkelerde ön görülen hedeflere ulaşılmadı.

Büyük can kayıplarının yaşandığı operasyonlarda, yüz binlerce sivil öldü. Yaşanan bu yaygın çatışma ortamında zincirlerinden boşalan nefret duygusu, şiddet, sistematik terör, işkence, tecavüz,  etnik temizlik, insan hakları ihlalleri ve açlık büyük göç dalgaları yarattı. Uyuşturucu ve insan kaçakçılığında patlama yaşandı. Ülkelerde güvenlik sorunları oluştu.

BM’in 2018 yılı verilerine göre iç çatışma ortamından kaçan insanların sayısı 71 milyona ulaştı. Evlerini terk eden 41,5 milyon insan ülke içinde daha güvenli bölgelere sığındı. 30 milyon insan da başka komşu ülkelere kaçtı.[4] Bunun kıtalara göre dağılımında birinci sırayı Afrika ülkeleri alıyordu. Ardından Irak ve Suriye’ye yönelik dış güçlerin müdahalesinden ve iç çatışma ortamından kaçanlar ikinci sırayı alıyordu.

                   b. Demokrasi ve İnsan Hakları

Neo liberalizm, Balkanlardan Kafkaslara, oradan da Ortadoğu, Orta Asya, Sahra üstü Afrika’dan Güney Afrika’ya, Orta Amerika’dan Güney Amerika ve Karayipler’e kadar uzanan bölgelerdeki otoriter yönetimlere müdahale etti. ABD “Demokrasi ve insan hakları” söylemi doğrultusunda bir çok yarı sömürge ulus devlet diktatörlerinin iktidardan uzaklaştırılmasında etkili oldu. Otoriter rejimlerin “demokratikleştirilmesi” ve diktatörlerin iktidardan uzaklaştırılması için yeni taktikler geliştirdi. Bunlar: demeçler, Radyo ve TV yayınları, Askeri danışmanlar, Muhalefete destek, Abluka, Sınırlı askeri eylem en sonunda da Askeri istila[5] sırasıyla yürütüldü. Askeri işgaller doğrudan ABD’nin ya da dolaylı olarak BM veya uluslar arası koalisyon adıyla yapıldı.  Bu yollarla 1986-2011 arasında Filipinler, Güney Kore, Tayvan, Şili, Panama, Ekvator, Güney Afrika Cumhuriyeti, Endonezya vd. yanı sıra “Arap Baharı” ile de Tunus ve Mısır otoriter rejimleri ve diktatörlükler devrildi. Bu ülkelerde “demokratikleşme” nin önünü açtı. Soğuk Savaşın sona ermesinden 2007’ye kadar geçen sürede serbest seçimlerle iktidarın el değiştirdiği ülke sayısı 76’dan 123’e çıktı.[6]

Yarı sömürge-ulus devletlerin yeniden yapılandırılması sonucunda ortaya çıkan “yeni demokratik rejimler”: özgür basın, yürütme üzerindeki yargı ve yasama denetiminin olduğu ve düzenli seçimlerle seçilmiş hükümetlerin olduğu “hibrit rejimler” idi. Bu ülkelerde devletin ve toplumun demokratikleşmesi sağlanmadı.

Bu insana ve doğaya aykırı, ahlak dışı felaket kapitalizminin yarattığı sorunların altında kalması kaçınılmazdı. Hızla iflasa doğru sürüklenen bu sistemin hibrit rejimleri giderek otoriterleşiyor. Faşizan eğilimi yükseliyor.

“Neo liberal politikaların alternatifi yok” yalanının sonuna geldik. İflas eden ve kendisini yeniden üretme zorluğu içindeki felaket kapitalizmi bize yeni fırsatlar sağlıyor. Türkiye bundan en iyi yararlanabilecek ve “bir başka ülke” yaratabileceklerin başında geliyor. Geçmişte 20 yy bilgi birikimine uygun çağdaşlaşmaya yönelmiş ve devrimci atılımlarla devleti ve toplumu yeniden yapılandırmış olan ülkemiz, 21 yy bilgi birikimi ışığında bunu tekrarlayabilecek potansiyele sahiptir. Çok daha zor koşullar altında toplumsal devrimlere imza atan insanlarımız, önceki kuşakların deneyimleri ışığında ve yetişmiş insan gücü, bilgi birikimi ile bunu tekrarlamanın yolunu bulacaktır.

Haluk Başçıl, Aralık 2020

[1] Neo-con Francis Fukuyama yayınladığı “Devlet İnşası ve 21. Yüzyılda Yönetişim ve Dünya Düzeni”-2005, “Ulus İnşası”-2006 kitaplarında ABD’nin ülkeleri “toplum mühendisliği” yaparak yeniden yapılandırılmasını detaylı bir şekilde anlatır.

[2] Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Josephe S. Nye, David A. Welch, İş Bankası Yayınları, sf 3

[3] Ulus İnşası, Francis Fukuyama, Profil Yayıncılık, 2008, sf105

[4] Nations Unies, Rapport du Haut-Commissaire  des Nations Unies pour  les réfugiés, Portant sur la période du 1 er juillet 2018 au 30 juin 2019

[5] Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Josephe S. Nye, David A. Welch, İş Bankası Yayınları, sf 281

[6] Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Josephe S. Nye, David A. Welch, İş Bankası Yayınları, sf 91