Skip to main content
Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Seçimler: Refah Partisi Örneği – Haluk Başçıl

Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Seçimler: Refah Partisi Örneği – Haluk Başçıl

Çaresizlik içinde bir çıkış yolu bulamayan ve giderek radikalleşen alt ve orta alt sınıfa, Refah Partisi “Yeni Bir Dünya”, ‘Adil Bir Düzen’ vaat ediyordu.

MSP’nin desteğiyle Adalet Partisi ve MHP’nin kurduğu koalisyon (2. Milliyetçi Cephe hükümeti) 24 Ocak 1980’de ülkeyi İMF, Dünya Bankası ve uluslararası sermayeye teslim etti. Dikte edilen ekonomik kararları bir kurtuluş reçetesi olarak topluma ilan ettiler. Açıkladıkları ekonomik program ile birlikte TL’nin değeri %32,7 oranında düşürdüler ve günlük kur ilanına gittiler. KİT’lerin yanı sıra tarım ürünlerinin destekleme alımlarına sınır getirdiler. Devletin ekonomideki payını da küçülttüler. Kısacası Türkiye ekonomisi yabancı sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden yapılandırılıyordu. Ülkemiz yabancı sermayeye sınırsız bir şekilde açılıyordu.

Neoliberal politikalarla birlikte ülke tarımı ve hayvancılığı adım adım çöktü. Kır kent dengesizliğini kentler lehine daha da arttı. Şehirlere doğru var olan göç kitlesel bir özellik kazandı: 1980-1990 arasındaki 10 yıl içinde kırsal alanda yaşayan hemen hemen her 4 kişiden birini evini barkını, toprağını terk ederek şehirlere aktı.  

Ülke zenginliklerini, birikimini bir avuç işbirlikçi zengine ve yurtdışındaki uluslararası şirketlere, bankalara akıtan, halkın yaşamını (sağlık ve sosyal güvenlik, eğitim, ısınma, barınma, haberleşme vb. kolaylaştıran kamusal hizmetlerini budayan, ticari faaliyete dönüştüren politikalar düşük gelirlileri yoksullaştırdı. Yoksulların hayatını da çekilmez hale getirdi.  Kırsal alanda geçim olanaklarını yitiren ve yaşamak için şehirlere göçen insanlar, şehirlerin issizler ordusuna katıldı. Şehir yoksullarının sayısı hızla arttı. Sistemin dışladığı, bu “atık” kitle, yaşamak için her şeyi sineye çekerken, yeni ekonomik siyasal düzene karşı da büyük bir öfke ve kızgınlık duydu. Ancak sistem karşıtı bir önderlikten, kurtuluş yolunu gösterecek siyaseten mahrum bir şekilde kaderine boyun eğdi.

12 Eylül Cunta’ sının ezdiği radikal sol siyasetin, kendisine güvenini kaybettiği, düzen değiştirme iddiasından uzaklaştığı bu dönemde, N. Erbakan, Refah Partisi aracılığıyla neo-liberal yeni düzene tepki duyan insanların sesi olmaya soyundu. Bu insanların yaşadıkları yoksulluğu, sefalet dile getirdi, bunun nedenlerini de onların anlayacağı bir dille ifade etti. Onlara da makul gelen bir çıkış yolunu işaret etti.

Köprünün altından çok sular akmış, Milliyetçi Cephe hükümetinin ortakları olan Türkeş’in MHP’si ve Demirel’in AP’si ile el ele veren Erbakan’ın da katkısıyla 24 Ocak ekonomik programı ile ülkeyi İMF, Dünya Bankası ve yabancı sermayeye peşkeş çekmelerini, insanlarımız çoktan unutmuştu. Topluma bunu hatırlatacak, anlatacak ve karşı bir hegemonya ile cevap verecek, toplumun önüne düşecek bir sol da kalmamıştı.

Merkez sağ partiler (ANAP/DYP) neoliberal düzenin ülkede kurgulanmasının doğrudan içinde yer alırlarken; merkez sol partiler (SHP/DSP) ise bu düzene boyun eğdiler, teslim oldular. Sonuçta halka zarar veren, bir avuç yabancı ve işbirlikçi yerli sermayeye yarar sağlayan neoliberal ekonomik programı topluma benimsetme uğraşını, iktidar ve muhalefet ikilemi içinde yürüttüler. 

Erbakan, Refah Partisi ise merkez sağ ve sol partilerin işbirliği içinde yürüttükleri iktidar-muhalefet oyununa çomak soktu ve bu partileri İMF’nin ekonomik, ABD ve AB’nin de dış politika dayatmalarına boyun eğmekle eleştirdi. Onları ‘Batı Kulübü’ ile iş birliği içinde olmakla suçladı. Orta Doğu’daki Müslüman ülkelerine yönelik ABD ve NATO saldırılarını, Batı’nın sömürgeci emellerinden kaynaklandığını belirtti. Türkiye’de yaşanan Kürt sorununu ABD’nin Irak politikası ile ilişkilendirdi. Kuzey Irak-Çekiç Güç politikasına karşı toplumda güçlenen tepkileri anti-Batı söylemine entegre etti.  PKK’nın ülkede yarattığı istikrarsızlıklara ve iktidarın Kürtlere yaptığı baskılara karşı çıktı. Erbakan’ın düzen dışı, radikal söylemleri toplumda güçlü bir karşılık buldu. Erbakan Milli Görüş adı altında formüle ettiği gelecek tahayyülünü “Tek yol İslam” alternatifiyle topluma sundu. Ezilenlere ‘Adil bir Düzen’ vadetti. Kızgın ve umutsuz kitleye kurtuluş umudu taşıdı ve onların oyunu düzenli ve istikrarlı bir şekilde Refah Partisi’ne yöneltti.

1984 Yerel Seçimlerinde %93,4 olan merkez sağ ve sol partilerin oranı 10 yıllık dönemde %70’e indi.  Bu partilerin oy oranı giderek erirken Refah Partisi’nin önderliği altında “radikal sağ” dinci-milliyetçi blokun oylarını ise aynı süre içinde %4,4’ten %29’a çıkarıyordu.

 

 

 

1994 Ekonomik Krizi ve 1994 Yerel Seçimleri

24 Ocak kararlarıyla oluşturulan yeni ekonomik model, 14. yılında, yani 1993’ün sonunda Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük cari açığını ve kamu açığını verdi. Ülkemiz bir kez daha “yeni” bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. 1994 Ocak ayında Moody’s ve Standart and Poor’s gibi uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin puanını indirdiler. DYP-SHP koalisyon hükümeti ülkede girişi duran döviz akışını yeniden sağlamak için TL’nin değerini % 13,6 oranında düşürdü. Banka faizleri de yüzde 1000’e yükseldi. Neo liberal yeniden yapılanmanın şehir ve köy kökenli yoksul alt sınıfta yarattığı tahribat, ekonomik krizle birlikte daha da arttı. Enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlikle iyice ağırlaşan yaşam koşulları, alt sınıf ve orta sınıfın iktidara karşı duydukları tepkiler daha da arttırdı. Bu kesimler, solun ezildiği, düzen sınırları içine çekildiği bir ortamda sistem karşıtı söylemi ile “Yeni Bir Dünya ve Adil Düzen” vaat eden Refah Partisine yöneldi.

Refah Partisi lideri N. Erbakan, millici görüntüsünün altına Osmanlıcılığı ve ümmetçi görüşlerini arka planda tutarak, anti-batı ve millici politik söylemi öne çıkarıyordu. Söylemi Ülkenin tarihsel ve kültürel özellikleriyle uyumlu politik bir dil içeriyordu. Dini ideolojisini de bu politik söyleme yediriliyordu. “Tek yol İslam” ile kurtuluşun Müslüman ülkelerle ortaklıklar temelinde olacağı fikrini işliyordu. Anti Batı söylemiyle, toplumda var olan:

  • Antiemperyalist (millici ve bağımsızlık arzularına),
  • Anti İsrail söylemi de Müslüman geleneğine sesleniyordu.

Sol ise yoksulların RP’ne yönelmesini, bu partinin yetmişli yıllardaki solun çalışma ve örgütlenme anlayışını taklit etmesine, yoksulların muhafazakar – dini eğilimine bağlıyordu. Böylelikle de alt sınıfın radikalleşmesini, sistem karşıtı bir konuma gelmesini göz ardı ediyordu.

Çaresizlik içinde bir çıkış yolu bulamayan ve giderek radikalleşen bu sınıfa, Refah Partisi “Yeni Bir Dünya”, ‘Adil Bir Düzen’ vaat ediyordu. Yoksullara umut veriyordu.Yanına çektiği bu kesimlerin enerjisini ve gücünü de İslami örgütlenmesine dahil ediyordu.

Mart 1994 yerel seçimlere bu ortamda girildi. Düzen karşıtı tavrını sürdüren ve sisteme/iktidara yönelik eleştirilerini daha da arttıran Refah Partisi yelkenlerini radikalleşen alt sınıfın rüzgarıyla şişiyor ve Mart 1994 yerel seçimlerde oyunu %16,9’dan %29 çıkarıyordu.

Yerel seçimlerine düzen karşıtı tavrını sürdüren ve sisteme/iktidara yönelik eleştirilerini daha da arttıran Refah Partisi, yerel seçimlerde oyunu %16,9’dan %29 çıkarma başarısını yakaladı.  Merkez sağ-sol (DYP-SHP) koalisyon hükümeti ide İMF’nin hazırladığı “istikrar programını” yerel seçimler sonrasına ertelese de, DYP ve SHP seçimlerde büyük oy kaybı yaşadı.

Seçimlerden 8 gün sonra,  5 Nisanda ilan ettikleri “istikrar programını” onları ne yerel seçimlerden ne de bir yıl sonra yapılan genel seçimlerden korudu. Yerel seçimlerde merkez sağ ve sol partilerin toplam oyu  %70’e düştü. Her iki parti içindeki çatlakları büyüttü.  Ayrılıkları ortaya çıkardı. Toplumsal itibarını yitirmiş, kendine güvenini kaybetmiş olan merkez partilerin oyu, 1995 genel seçimlerinde %64’de düşüyordu. 1991 genel seçimlerde elde ettikleri oy oranı %82,5 da artık çok gerilerde kalmıştı.

Aynı dönem içinde Refah Partisi ise oyunu yaklaşık ikiye katladı. Ulaştığı %30 oy oranı ile birinci parti oldu ve 1996’da DYP ile kurdukları koalisyonun başbakanı Erbakan oldu.

İktidara gelen Refah Partisi’nin laiklik karşıtı girişimlerinin ve anti sistem arayışlarının önü, sistemin en üst organı olan Milli Güvenlik Kurulu tarafından kesildi MGK’nın 28 Şubat 1995’te aldığı ve RP-DYP hükümetine dayattığı kararları Erbakan kabul etmiş olsa da, başbakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı. Ancak yoksul toplum kesimlerinin, merkez medyanın/sistemin “Radikal sağ” olarak tanımladığı dinci ve milliyetçi partilere yoksulların desteği azalmadı. Tam tersine giderek arttı.  1999’da yapılan Genel seçimlerde merkez sağ ve sol partilerin oy oranları erimeye devam etti. Bir önceki seçimde ulaştıkları %64,2 oy oranını da koruyamayıp, %56,1’e indiler. Son 15 yıl içindeki kayıpları 37 puana çıkıyordu.

Genel seçimlerden birinci parti olarak çıkan Ecevit’in DSP’si MHP ve ANAP ile koalisyon hükümeti kurdu. 2001 ekonomik krizinin yol açtığı karmaşa ortamında, koalisyon hükümeti Dünya Bankası’ndan ithal ettikleri Kemal Derviş’i koalisyon hükümetine bakan olarak atadı. K. Derviş İMF ile anlaşarak ilan ettiği “yeni bir istikrar programı”, “15 günde 15 yasa” ile alt ve orta alt sınıfı daha da yoksul kıldı. Toplumsal tepkilerin yüksek olduğu bu dönemde, iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin birden bire ilan ettiği erken seçim tarihi sonrasında, TBMM 2002’de Genel Seçimlerin yapılmasına karar verdi. 2002 genel seçiminde, daha önceki seçimlerde yaşananlar bir kez daha tekrar etti. İstikrar programı mağdurları DSP-MHP-ANAP’ı cezalandırdı. Bu üç parti baraj altında kalırken dört aylık “hapis cezasını” çektikten sonra AKP’nin kurucu başkanı olan R. Tayyip Erdoğan 2002 genel seçiminde % 34.4 0y oranıyla iktidarı elde ediyordu. Erbakan’dan anti sistem söylemini devralan Erdoğan, seçim meydanlarına “sistem mağduru” olarak çıkıyordu. Bu seçimde Erdoğan’ın partisi AKP hem  neo liberal programın sahiplerinin (dış ve iç sermaye kesimlerinin), hem de neoliberal politikaların mağduru yoksulların desteğini aldı. 

Türkiye de RP 90’lı yıllarda elde ettiği iktidar başarısının bir benzeri 2010’lu yıllarda Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşandı, yaşanıyor. Ülkelerinde giderek radikalleşen alt ve orta alt sınıfa anti sistem söylemiyle seslenen partiler, alternatif bir sistem önermeseler de,  yeni kurulmuş olmalarına rağmen bu sınıfların desteğini kazandılar. Bu partiler, toplum iletişim araçlarınca, merkez partilerce,  akademisyenlerce milliyetçi-dinci “radikal sağ”  ya da “radikal sol” olarak etiketlendirildi. Ancak tüm olumsuz sınıflandırmalar, ötekileştirmeler yıllarca merkez sağ ya da sola oy veren sistem mağdurlarının bu partilere yönelmesini engelleyemedi. Bu partiler birçok ülkede politika sahnesinde kendilerine yer açtılar.

Haluk Başçıl, Aralık 2018

Gelecek yazı: Yunanistan’da Ekonomik Krizler ve Secimler: SYRİZA Örneği