Skip to main content
Ulus Üstü Şirketler ve Demokrasi 1– Haluk Başçıl

Ulus Üstü Şirketler ve Demokrasi 1– Haluk Başçıl

Birçok ülkede siyasi figürlerle özleştirilen anti demokratik süreçler ile ulus üstü şirketlerin  “Küreselleşme, Neoliberal” politikaları ,ülkelerin yeniden yapılandırması arasındaki bağ yeterince kurulmuyor. Yaşanan hak kayıpları ve kısıtlanan özgürlüklere -demokrasi sorunu- basit bir şekilde siyasi şahsiyetlerin sırtına yükleniyor.

Günümüzde giderek artan anti-demokratik iktidarlar, yükselen sağcı popülist ve faşizan akımlar siyasette önemli bir yer tutuyor. İktidarların anti-demokratik eğilimleri de siyasi figürlerle özdeşleşiyor: Macaristan’da Viktor Orban, Polonya’da Jarosław Kaczyński, Mısır’da Sisi, Brezilya’da Bolsonaro, Filipinler’de Rodrigo Duterte, Türkiye’de R. T. Erdoğan, Fransa’da Macron, ABD’de Trump vd. Bu listeyi daha da uzatabiliriz.

Birçok ülkede siyasi figürlerle özleştirilen anti demokratik süreçler ile ulus üstü şirketlerin  “Küreselleşme, Neoliberal” politikaları ile ülkeleri yeniden yapılandırması arasındaki bağ yeterince tartışılmıyor. Yaşanan hak kayıpları ve kısıtlanan özgürlüklere -demokrasi sorunu- basit bir şekilde siyasi şahsiyetlerin sırtına yükleniyor. İktidarları sona erdiğinde de bazı yasal düzenlemelerle demokrasinin rayına oturacağı algısı yaratılıyor.

İçinde yaşadığımız zaman ve mekanda, ekonomik ve siyasi gücü ele geçiren ulus üstü tekeller, tüm ülkelerin:

  • Devlet yapısında ve iktidarların yönetim anlayışlarında,
  • Toplum yapısında, örgütlenmelerinde, kültüründe, davranış kalıplarında,
  • Ekonomide toplumsal yararında gözetildiği karma ekonomi yerine getirilen serbest piyasa ekonomisi toplum yaşamında,
  • Doğanın ve doğal kaynakların, insan emeğinin kullanımında

büyük değişimlere yol açtılar. Dolayısıyla tüm ülkelerde giderek gelişen anti-demokratik eğilimler ve otoriterleşen siyasi yapılar bu değişimin ürünleri olarak ortaya çıktılar.

Kapitalizmin bu ulus üstü tekelleri evresinde:

  • Toplumsal eşitsizlikler ve sorunları daha da arttı: Kapitalist elitlerin ve iş birlikçilerinin oluşturduğu %1’lik toplum kesiminin maddi varlıkları geri kalan %99’un maddi varlığına ulaştı. Toplumsal eşitsizlik tarihi üst sınırına ulaştı. Demokratik rejimlerin alt yapısı tahrip oldu.
  • Ekolojik sistemin tüm dengeleri bozuldu: Sistem, tüm ülkelerde teşvik ettiği “kitlesel üretim-kitlesel tüketim” döngüsü ile doğadan, doğal kaynaklardan yararlanmayı, aşırı sömürüye dönüştürerek, ekolojik dengeyi alt üst etti.
    • Tarımsal üretimde her yıl kullanılan milyonlarca ton kimyasallar, suni gübreler torağın canlı yaşamını ve börtü böceği, kuş popülasyonları %60 oranında azaldı.
    • Sanayi üretim sürecinin çıktıları ve ürünlerinin yaşam unsurumuz olan su, hava ve toprağın neredeyse yaşanamaz oranda kirletti. Çevre felaketlerini yarattı.
    • Doğa ve doğal kaynakların aşırı sömürüsüyle ekolojik sistemin dengelerini alt üst oldu. İklim değişikliğine yol açtı.

 Kısacası sekiz milyarlık dünya nüfusunu kitlesel üretim-tüketim döngüsüne dahil etme arzuları kapitalist ekolojik sistemi çöküşün eşiğine getirdi.

Bu iki büyük sorun birbirinden ayrıştırılamayacak şekilde iç içe. Bunları bir bütünsellik içinde ele alma ve çözümler üretme çabaları, hem egemenler hem toplum nezdinde henüz yeterli bir olgunluğa ulaşmış görünmüyor.

  1. Ulus ve Çokuluslu Şirketler Döneminde Demokrasi

İkinci dünya savaşı sonrası ABD devleti ve Amerikan ulus tekelleri, emperyalist-kapitalist sistemi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma olanağına kavuştular:

  • Birleşmiş Milletler
  • IMF-Dünya Bankası,
  • OECD,
  • Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması GATT,
  • NATO-CENTO
  • gibi kuruluşlarla

hem merkez kapitalist ülkeleri hem sömürge, yarı sömürge ülkelerin devlet yapılarını, üretim-tüketim ilişkilerini ve toplumsal yapılarını yeniden biçimlendirdiler. Sistemin yeniden yapılandırılmasına uygun bir kültür ve değerler sistemi oluşturdular. ABD devleti ve Amerikan tekelci şirketleribu sayede kapitalist emperyalist sistemde –dolayısıyla merkez ve çevre ülkelerde-egemen güç haline geldi.

Merkez ve çevre ülkelerde siyasi yapı, rejimler ABD’nin “Liberal demokrasi” anlayışına uygun olarak yeniden yapılandırıldı:

  • Merkez Ülkelerde:Avrupa’nın merkez kapitalistülkelerindeki faşist devlet yapısı ve toplum formları lav edildi. Bu ülkelerde liberal demokrasi yeniden inşa edildi.Avrupa’nın yıkılan ekonomisi de ABD’nin gözetiminde ve kontrolünde – finansman, üretim teknolojisiyle- yeniden ayağa kaldırıldı.
  • Çevre ülkelerde:Sömürge ülkelerulusal kurtuluş savaşlarıyla ellerine aldıkları toplum egemenliği -milli egemenlik anlayışı ile sömürgeci merkez ülkelerin egemenlik anlayışını kırdılar. Ulusal kurtuluş savaşlarını kırmak ve kendi egemenliklerini ilan eden ülkeleri de sisteme yeniden katmak ve tüm bu ülkelerdeki kontrolleri altında tutmak için:
  • Siyasi ve toplumsal yapı: Birçok ülkede krallıklılar gitti. Yerlerine liberal demokrasi adı altında “çok partili parlamenter sistemler” kuruldu. Ordu ve bürokrasi, eğitim ve kültürel yapı Amerikanlaştırıldı.
  • Ekonomik yapı: Klasik sömürgeci üretimden “İthal ikameci Ekonomik Sistem”e geçildi. Bu yapılanma ile çevre ülke ekonomileriemperyalist kapitalist sisteme entegre edildi. Dövize bağımlı ekonomik yapı,merkez devletler, IMF -DB ve ulusal finans şirketleri ile kontrol altına alındı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “yeni sömürgecilik” anlayışıyla yeniden çevre ülkeler ile yapılandırılan emperyalist merkez ülkelerle arasında yaşanan sorunlar, büyük ölçüde “toplumsal egemenlik–milli egemenlik” temelinde oluştu:

  • Dışta:Çevre ülkeler, emperyalist devletlerin ve tekelci şirketlerin kendilerine uyguladıkları baskılara karşı, hak ve hukuklarını, kendi toplumsal çıkarlarını milli egemenlik temelinde direndiler. Çatışmalarda toplum egemenliği (milli egemenli) başat rol oynadı.
  • İçte:Çevre ülkelerdeki emperyalist devletlerin ve tekelci şirketlerin uzantıları –iş birlikçi yönetici kesimler, ticaret ve sanayi, feodaliteden kalan elitler vb- arasındaki insan haklarına ve özgürlüklere, toplumsal çıkarlara ilişkin her türlü çatışma, kimin egemen olacağı ile ilgiliydi.İçte süren elit azınlık ile toplum arasındaki çatışmalarda iktidarlar toplum nezdindeki meşruiyetlerini de buna dayandırdılar.

Kısaca emperyalist devletler ve tekelci şirketler çevre ülkelerle ilişkilerinde “toplum egemenliği ya da milli egemenlik prensibini” gözetmek zorunda kaldılar. 

  1. Toplumsal egemenlik-Hak ve Özgürlükler:

İnsanlar hak ve özgürlüklerini 17 ve 18 yy’da verdikleri büyük mücadelelerle elde ettiler. Demokratik rejimler bu hak ve özgürlük mücadelesi içinde ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı sonrasınınrefah toplumu döneminde, BM,1948’de “Temel İnsan Haklarını” ve 1966’da “İkinci Kuşak Hakları”kabul etti. Bunlarla demokratik hak ve özgürlerin sınırları daha genişledi. Bunların ardından gelen“Üçüncü Kuşak” haklarlademokrasi anlayışı daha da ileriye taşındı.

Ülkeler bu gelişmelere ayak uyduracak şekilde anayasalarını bu hak ve özgürlükleri kapsayacak, koruyacak şekilde yeniden düzenlendiler.Devlet yapıları vatandaşlarının bu hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak kurumlarla donatıldı. İnsanların bu kamu kurum ve kuruluşları aracılığıyla hak ve özgürlüklerineulaşma olanağını elde ettiler. Özellikle “İkinci Kuşak Hak ve Özgürlüklere”: başta eğitim-sağlık olmak üzere barınma, su, enerji, ulaşım, haberleşme gibi. haklara bu sayede ulaşabildi.

Merkez ülkelerde gelişen ve toplumsallaşan bu hak ve özgürlüklerden yeni sömürge –bağımlı çevre ülkeler, belirli toplum kesimleri, belli ölçülerde olsa da yararlandı. Çevre ülkelerdeki “çok partili parlamenter sistem”ler zaman zaman askeri darbelerle kesintiye uğrasa da,“liberal demokratik rejimler” ile yönetildiler.

  1. Çok Uluslu Tekelci Şirketlerin-ÇUŞ’ların egemenlik arzuları – Hak ve Özgürlükler:

İkinci Dünya Savaşı sonrasının bilimsel buluşları ve teknolojik gelişmeleri (bilgisayar teknolojisi, micro elektronik, fiber optikler, lazer teknolojisi, telekomünikasyon, yeni sentetik ürünler, biyogenetik, biyotarım)  ulus tekellerini büyüttü. Bir araya gelmek zorunda kalan ulus tekelleri ÇUŞ’ları oluşturarak daha da güçlendiler. Bu gelişme egemenlik arzularını daha da arttırdı. İktidarlar “ikili erg” (kapitalizmin elitleri, feodal artıklar ile geniş toplum kesimler arasındaki egemenlik paylaşımı) içindeki “toplum egemenliği” ile “ÇUŞ’ların egemenliği” çatışmalarını denge ve uyum politikalarıyla (nispi denge anlayışıyla) aştılar.

Günümüzde, ulus üstü tekelci şirketlerin egemenlik arzuları karşısında direnemeyen iktidarlar, onların egemenliklerini kabul ettiler. Böylelikle iktidarların nispi denge anlayışı gözeteme politikaları da sona erdi.

Gelecek yazı:Ulus Üstü Tekelci Şirketler – Hak ve Özgürlükler, Demokrasi