Skip to main content
Ulus Üstü Tekeller ve Oligarşik Rejimlere Yöneliş 3– Haluk Başçıl

Ulus Üstü Tekeller ve Oligarşik Rejimlere Yöneliş 3– Haluk Başçıl

Hemen hemen tüm ülkelerde anayasaların şu ya da bu oranda askıya alındığı, yürütmenin egemen kılındığı ve yasama, yargılama erkelerinin de buna tabi kılındığı bir dönemi yaşıyoruz. Liberal demokrasinin anayasal devlet formuyla bağdaşmayan, ancak yeni devlet formunun da şekillenmediği bir geçiş sürecindeyiz.

Oligarşik Rejimlere Geçiş

Ücretleri dondurulan, asal ihtiyaçlarını satın almak zorunda bırakılan orta ve alt sosyal gruplar, tüketim kültürünün etkisi altında, banka tüketici kredileri, kredi kartlarıyla yaptıkları harcamalarla borç batağına saplandılar. Ellerindeki küçük birikimlerini kaptıran, gelirlerine haciz konan bu kesimler giderek yoksullaştı. Tüketim toplumu dışına düşerek “müşteri” olma vasfını da yitirdi. Ulus üstü şirket sahipleri ve işbirlikçileri ise hızla zenginleşti. Toplumun %1’ine tekabül eden bu “kapitalizmin elitlerin” zenginliği geride kalan %99’un maddi varlığının toplamına erişti. Bu tablo ulus üstü şirketler kendi egemenliklerini tüm devletlere kabul ettirdiklerinin de bir göstergesiydi. Kapitalizmin elitlerinin –oligarşinin- ekonomik-politik ve kültürel egemenliğinin zirvesine ulaştığı bu dönemde tarihi korkularıyla –kendi toplumsal ve ekolojik iç açmazlarıyla- da yüz yüze geldi. İki yüz yıldır karşı karşıya geldiğinde kendisini yenileyerek aştığı ve gücüne güç kattığı kapitalist krizleri n ötesinde bir açmazın içine düştü. Ne yapacakları konusunda kafaları karışmış durumda:

  • Küreselleşme ile toplumsal ve ekolojik sınırlarını nasıl aşabileceklerine ilişkin kendi içlerinde her kafadan bir sesin çıktığı, iç çelişkilerinin giderek arttığı bir sürece girdiler.
  • Her yerde –Küresel boyuta-gelir dağılımın aşırı bozulması, giderek derinleşen yoksulluk, toplumsal adaletsizlikler, eşitsizlikler, ekolojik felaketler, tüm ülkelerde anti –kapitalist hoşnutsuzlukları arttırıyor, isyanları da büyütüyor.
  • İşbirlikçi iktidarlar ve ele geçirdikleri devlet aygıtları ile toplum arasındaki yabancılaşma uç boyutlara ulaşıyor, bilenen yönetim araçları işlevsizleşiyor.

Ne yapacakları konusunda kafaları oldukça karışık. Kapitalist elitler de içine düştükleri bu açmazlardan çıkış yollarını bulabilmiş değiller. Karşı cephenin durumu da pek farklı değil. Ulus üstü şirketler düzenine karşı yeni bir dünya tahayyülünün, yeni bir teori de ortaya çıkmış değil.

Bu “belirsizlikle döneminde ”Merkez – çevre tüm ülkelerde yükselen demokrasi, hak ve özgürlükler, sosyal devlet, ekolojik taleplerin baskı yasaları ve polis şiddetiyle bastırılmasıyla, anti-demokratik düzenlemelerle  liberal demokratik devlet formları giderek otoriter -oligarşik- devlet formuna dönüşüyor. Tüm ülkelerde iktidarların, “anayasalarını askıya aldıklarını” –yasama ve yargının yürütmeyi denetleyen ve kontrol eden gücünü budadıklarını ve kendine tabi kıldıklarını görüyoruz:

  • Çevre Ülkelerde
    • Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu ve doğu Avrupa ülkelerinde anayasal değişikliklere gidildi. Anayasal değişiklikler toplumsal rızaya dayalı olarak yapıldı. İktidara –yürütmeye- daha fazla yetki ve güç verildi. Bu ülkelerdeki liberal demokrasinin bir formu olan çok partili parlamenter rejimler giderek otoriterleşti. Bunun bir örneği ülkemizde tezahür etti. “Türk usulü başkanlık sistemi” ile başkan yürütmeyi doğrudan üstlendi. Yasamayı-yargıyı da kendisine tabi kıldı. Buna uygun olarak oluşturulan anayasal formun dahi içinde kalınmadığı, oligarşik devlet formunun gelgitleri yaşanıyor. 
  • Merkez ülkelerde:
    • Fransa’nın sosyalist Cumhurbaşkanı Hollande, 2015’de IŞİD’in Paris’te giriştiği terör saldırılarını gerekçe göstererek, toplumsal itirazları kontrol altında tutmak üzere olağanüstü hal rejimine gitti.“Liberal demokrasi”nin beşiğinde bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükleri kısıtladı. Ardılı Cumhurbaşkanı Macron da Covid pandemisini gerekçe göstererek:
      • Anayasada hiçbir şekilde yer almayan gerekçeleri öne sürerek “Sağlıkta Acil Durum” –olağanüstü hal- ilan etti.
      • Yine anayasaya aykırı bir şekilde “Sağlık Savunma Komitesi”ni oluşturdu.
      • Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan; ulus üstü ilaç şirketleriyle içli dışlı olan bir hekimin başkanlığında bilimselliği tartışmalı “Bilim Komitesi”nin önerileri,  Sağlık Savunma Komitesi’nde politik kararlara dönüştürüldü. Bakanlar Kurulu’ndan hemen geçirilerek uygulamaya kondu. Böylelikle politik kararların alındığı –yasama organı- parlamento devre dışı bırakıldı. Anayasaya aykırı bir şekilde temel hak ve özgürlükleri, toplumsal çıkarları gözetmeyen politikalar ve düzenlemeler giderek sıradanlaştırıldı.
  • İngiltere’de Başbakanı Boris Johnson da yürütmenin gücünü öne çıkardı. Öyle ki Brexit döneminde, anayasa dışına çıkarak parlamentoyu askıya almaya girişti. Ancak yüksek mahkeme buna izin vermedi.
  • ABD ve Rusya, AB içinde yer alan İtalya, Macaristan, Polonya, Slovakya’da yürütme, yasama ve yargıyı denetimine alarak anayasa dışı –temel hak ve özgürlükleri ihlal eden- uygulamalar içinde.
  • ABD ve Rusya, AB içinde yer alan İtalya, Macaristan, Polonya, Slovakya’da yürütme, yasama ve yargıyı denetimine aldı. Anayasaya aykırı bir şekilde temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması normalleştirildi

Hemen hemen tüm ülkelerde anayasaların şu ya da bu oranda askıya alındığı, yürütmenin egemen olduğu anayasal devlet formunun dışındayız. Ancak yeni bir devlet formunda şekillenmediği bir geçiş sürecini yaşıyoruz.  Bu sürecin egemeni olan ulus üstü şirketler, geçmişin mutlak egemeni olan kralın tacının, asasının ve tahtının yeni sahipleri olarak “yeni bir mutlak egemenlik” ve ona uygun yeni devlet formunun peşindeler.

Bu oligarşik devlet formu, diktatoryal bir devlet formu olan faşizmden birçok yönüyle –ideolojik-politik ve kültürel olarak-farklı. Faşizmin çarpık ve ırkçı egemenlik anlayışı kendi ırkına karşı bir düşmanlık içermiyordu. Ulus üstü şirketlerin mutlak egemenlik anlayışı ise monolitik bir karakterde ve toplumun, milletin hak ve çıkarları ile bağdaşan hiçbir özellik içermiyor. İkisi arasındaki farklılıklar hiçbir şekilde görmezden gelinemez:

  • Belli bir zaman ve mekan içinde ortaya çıkan sosyalizmin Sovyetler Birliği versiyonunun -büyük fedakarlıklar yürütülen mücadelelere rağmen başarı sağlamayan-faşizm anlayışı ve önerdiği anti-faşist örgütlenme biçimi, mücadele araçlarıyla gelişen oligarşik rejimlere karşı konulamayacağı,
  • Ulus üstü tekelci şirketlerle uyum içindeki liberal ve merkez muhafazakar siyasetlerin yanı sıra reel sol-sosyalistlerin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler söylemiyle “Liberal demokrasi ve onun çok partili parlamenter sistemi” ni savunma çabalarının da bu gidişatı durduramayacağı,

görülüyor.

Düzen içi toplumsal muhalefetin liberal demokratik ya da faşist rejimlerde toplumsal çıkarlar, hak ve özgürlükler temelinde yürüttüğü mücadele “nispi denge” anlayışı üzerinde yükseldi. İktidara yönelik eleştirileri ve dile getirdikleri talepler, özünde kapitalizmin elitlerinin egemenliğini sınırlandırmaya, yurdunun hak ve hukukunu, toplumun da egemenlik alanlarını genişletmeye  yönelikti. Her iki güç de “nispi denge” içinde kendi ağırlığını artırma mücadelesi veriyordu. Ulus üstü şirketlerin Küreselleşme ve Neo-liberal politikalar ile birlikte nispi dengeyi sonlandırdığı,  mutlak egemenliğini ilan ettiği bu dönem, toplumsal muhalefetlere yeni açılımlar ve güçlü meşruiyet olanakları sunuyor.

Tüm ülkelerde ortaya çıkan toplumsal-kültürel, ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunların yaratıcısı işbirlikçi iktidarlar ve onların efendisi ulus üstü şirketler hedefe konmadan, aralarındaki işbirliği deşifre edilmeden, yeni ve yaratıcı bir teori, çok yönlü ve zengin pratikler üretmeden, “bildik-ezbere yol ve yöntemlerle” yürünemeyeceğini yaşam ve toplum pratiği gözler önüne seriyor.

Kısacası ulus üstü şirketlerin tekellerin, oligarşik azınlığın hakimiyeti altındaki devlet formunun yerine, toplum egemenliğine uygun yurtsever toplumcu bir devlet formu koymadan: 

  • Ne insanlar adalete, eşitliğe ve hürriyete ulaşabilir.
  • Ne demokrasi rejimler kurulabilir.
  • Ne ekolojik, ne de toplumsal sorunlar çözülebilir.

Haluk Başçıl, Ekim 2021

Devam edecek: Türkiye Cumhuriyeti ve Parlamentarizm