Skip to main content
Ulusçuluk ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı İlkesi  – Saffet Bilen

Ulusçuluk ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı İlkesi – Saffet Bilen

Ulusçuluk ve ulusların kendi kaderlerini tayin kakkı bu coğrafyada, Liberal dünyanın en önemli operasyonel araçlarının başında gelir.

19 yy başlarında Monreo doktrini olarak boy göstermiştir. ‘Amerika Amerikalılarındır’ sloganı ile. Bir ulus tarifine dünya üzerinde en fazla uyan Latin Amerikanın birleşik bir güç olarak örgütlenmesinin önüne geçmiş, ABD’nin doğal arka bahçesi haline gelmesini sağlamıştır.

Yine aynı tarihlerde Balkanlar önemli bir uygulama alanıdır bu yaklaşımın. İlk Yunanistan, ardından Bulgarlar, giderek Ermeniler bu anlayışın peşinden yola çıkmış. İlk ikisi coğrafya avantajına dayanarak başarılı olmuşlardır. Bölgede iki güç vardır, bu eylemliliklerin ardında duran. İngiltere ve Rusya. Ermeniler ise salt Rusya ile temasta olmalarının acısını çektiler büyük olasılıkla. İngiltere Birinci savaş sonrasında kendisi için önemsiz hale gelen bu halka sırtını döndü, biliniyor. Ermeniler için başka bir talihsizliğin, ulusçuluğun Osmanlı imparatorluğunda 19 yy sonlarında Türkler arasında da ortaya çıkışı olduğu söylenmelidir.

Bu kavram Avrupa’da tekçi bir mantıkla ortaya çıktı, Kapitalist dünyanın başlangıcında. İlk İspanya’da görüldü. Arap veya Yahudi kanı taşımak tüm İspanyol tarihinin kabusu oldu.

Latin Amerika, oluşumu aşamasında İspanyol zalimliği ve mikropların sayesinde çözmüş idi tekçiliği. Amerika’nın Batı öncesi nüfusunun % 80’i ölmüş idi kısa sürede.

Balkanlarda ve Kafkasya’da müslüman kıyımı zorla göç ettirme, boşalan yerlere azınlıkların toplanması ve hıristiyanlık propagandası yoluyla yürüdü işler.

Sonunda Türk ulusçuluğunun temsilcisi İTC’nin iktidara gelişi ile yaşananlar bir başka boyuta taşındı. Savaş yenilgisi İTC’nin sonu oldu, ama anlayış Türklerde de ortaya çıkmıştı artık.

Batının saldırgan ve parçalayıcı dayatmasına karşı çıkarak, İmparatorluk coğrafyasından Anadoluya göçen müslüman yoğunluğa da dayanan Türkler yeni bir devlet örgütlenmesine gittiler.

Yeni devletin 23 yıl sonrasında bağımsızlığından vazgeçip, ABD’ye teslim oluşunun altında, olanakları heder eden Tekçi ulus anlayışı ve uygulamalarının payı büyüktür kanımca.

Oysa, 800 yıl öncesinde yoğun Türk göçleri ve yaşayan halklar arasında kaynaşma sonrası, adı anılmaya değer büyük bir imparatorluk da kurulmuş idi. Balkanlar hızla bu imparatorluk tebası oldular. Bir sürgün ve katliam yok bilindiği kadar. En az 500 yıllık bir beraber yaşam da var. Ta ki Batının sınırlara gelişine kadar.

Hangisi örnek teşkil eder sizce?
200 yıllık pratiği kan ve gözyaşı olan Batı kaynaklı ulusçuluk mu?
Birleşik bir yaşamı ören Osmanlı mı?
En önemlisi de, yeniden birleşik bir toplumsal model kurulabilir mi?

Paramparça olmaya çok yaklaşmış bir coğrafyanın önündeki en yakıcı sorulardan biridir bu sorular.