Weltpolitike ve Ermeni Tehciri – Haluk Başçıl
Ermeniler ve Türkler geçmişte ve bugün, “Zaman-mekan” içinde yaşananları bilmeden ve anlamadan kendileri için iyi, güzel ve doğru bir gelecek tahayyülü de yapamıyorlar.
Büyük devletlerin Osmanlı yurdunu kendi aralarında paylaşma mücadelesi yüzyıl sürdü. Yaşanan paylaşım kavgası büyük kurbanı yarattı: Bunlar Anadolu Ermenileri ve Türklerdi. Bugün de büyük devletler, Ermeni Diasporası, Ermeni ve Türk devlet yöneticileri, milliyetçileri oluşturdukları “tarih tezleri” ile iki toplumun zihinlerini bulandırmaya ve karşı karşıya getirmeye devam ediyorlar.
Ermeni ve Türkler geçmişte ve bugün, “Zaman-mekan” içinde yaşananları bilmeden ve anlamadan kendileri için iyi, güzel ve doğru bir gelecek tahayyülü de yapamıyorlar.
Yükselen Alman İmparatorluğu
Alman İmparatorluğu, 1781’de Avrupa’nın sömürgeci devletleri kendi aralarında sömürge ülkeleri paylaştıkları bir dünya’ya doğdu. Geç doğmasına rağmen, teknolojik-bilimsel atılımlarıyla ve güçlü sanayi ve askeri yapılanmayla Avrupa’nın en güçlü devletlerinden birisi oldu. Sömürgeci İngiltere ve Fransa gibi merkez ülke-sömürgeler bütünselliğini kurmadan kapitalist gelişmesini sürdüremezdi. “Var oluşu” ürünlerini pazarlayacağı, sermayesini büyüteceği, ham madde kaynaklarını kullanacağı sömürgelere bağlıydı. Sömürgeci devletlerarasında sıkışmıştı. Onlar gibi kendisine ait “kapitalist yaşam alanı” oluşturmak zorundaydı. Denizlere egemen olan İngiltere ve Fransa nedeniyle Batı’ya gidemezdi. Dolayısıyla oluşturduğu Weltpolitik ile kendisine en uygun yayılma alanı olarak Balkanlar’ı ve Anadolu’yu gördü. Anadolu üzerinden de Yakındoğu ve Orta Asya’ya uzanacaktı. Buna uygun bir strateji ve bir Weltpolitik (Dünya Siyaseti) oluşturdu. Weltpolitike’in kilit taşı Osmanlı devletiydi. Osmanlı’yı ele geçirmeden bu coğrafyaya ulaşamazdı. Rosa Luxemburg’un 1916’da ifadesiyle “Alman emperyalizminin harekât alanı: Türkiye” idi.
Weltpolitike: Alman Devletinin Dünya Siyaseti
Yayılmacı Alman İmparatorluğu’nun göz diktiği bölgeler Çarlık Rusya’sı, İngiltere ve Fransa’nın egemenlik alanı içindeydi. Bir kısmı ise Osmanlı toprakları içindeydi. Hedeflediği bu toprakların bir kısmı son dönemde Osmanlının kaybettiği topraklardı. Osmanlının asırlara dayanan tarihsel, kültürel, etnik ve dini etkisi varlığı buralarda sürüyordu.
Osmanlı’nın doğusunda ve Mezopotamya’da 13 yıl boyunca araştırma ve incelemeler yapan Alman arkeolog Max Freiherrvon Oppenheim[1] Doğu Anadolu ve Mezopotamya bölgesini, insanlarını, tarihini toplumsal özelliklerini ve kültürünü yakından biliyordu. Almanya’nın Weltpolitikine en büyük katkıda bulunan kişiydi. Osmanlı devletinin ele geçirilmesinin ve Kafkaslar, Yakındoğu ve Orta Asya için sıçrama tahtasına dönüştürülmesinin kurgusu da ona aitti. Osmanlı Sultanının, yönetici elitlerin, aydınlarının “devleti ve vatanı kurtarma” düşünceleri, Almanya’nın çıkarlarına uygun yöne kanalize edilmeli, bu doğrultudaki politikaları desteklenmeliydi. Weltpolitike’ye göre
- Osmanlı geleceğini, artık Avrupa coğrafyasında arayamazdı. Yüzünü Asya’ya dönmeliydi. Öncelikle de Anadolu’daki konumunu güçlendirmeliydi.
- Rusya’nın Trans-Kafkasya’da ve Orta Asya bölgelerindeki hâkimiyetinin kırılmasında Osmanlı devletinin buralarda yaşayan Müslüman ve Türk nüfus üzerindeki etkisinden yararlanılmalıydı.
- Rusya’nın da İran ve Yakındoğu’ya yönelik yayılma emelinin önünde Osmanlı devleti set oluşturmalı ve Almanya’nın bu bölgeye açılımını kolaylaştırmalıydı.
- Halife Sultanın Müslüman ülkeler üzerindeki etkisi Almanya’nın yararına kullanılmalıydı:
- “Cihad-ı Ekber – Büyük Kutsal İslam Savaşı”– fetvasıyla İngiltere, Fransa ve Rusya’nın sömürgelerindeki Müslümanlar ayaklandırılmalıydı.
- Almanya’nın“Müslümanların koruyucusu” ilan edilmesiyle, Müslümanların Almanya’ya sempati duymaları ve politikalarını desteklemeleri sağlanmalıydı.
Kısacası Osmanlı devletinin İslam ve Türk özellikleri“Almanya’nın varoluş savaşı”nı kolaylaştırmalı ve bir parçası olmalıydı.
Bu kurgu Osmanlı devletinin yakın tarihte yaşadığı acıların, düşmanlıkların ve devleti kurtarma arayışlarının üzerine inşa edildi:
- Alman emperyalizmi, Osmanlı aydınları ve yönetici sınıf –jön Türkler- içinde ortaya çıkan Türk kimliği ve Türk milliyetçiliğini Weltpolitik hedeflerine uygun Pantürklük –Turan- fikriyatına doğru yönlendirip onu “tabi iç dinamik” konumuna ittiler. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ordu içindeki bir numarası Enver Paşa’nın “Teşkilatı Mahsusa” sının faaliyet alanı ağırlıklı olarak bu bölge oldu. Kendisi de hayatını “Turan ideali” yolunda, Türkmenistan topraklarında kaybetti.
- Hıristiyan-İslam kimlik çatışmalarında ve din-devlet ilişkisinde ortaya çıkan sorunları Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler, birlik, kardeşlik ve yardımlaşma duygularıyla aşma arayışında olan halifeyi ve İttihâd-ı İslâmcı çevreleri de “İslam Birliği, panislâmizm” düşüncesine doğru itip onu da tabi iç dinamik konumuna getirdiler. Halife II. Abdülhamid’in “Batı sömürgesine ve işgaline karşı İslam coğrafyalarında siyasal birlik” düşüncesini ve politikalarını desteklediler.
Osmanlı Devletinin son dönemine damgasını vuran ve Weltpolitik ile bağlantılı iki büyük düşünce akımını; “Pantürklük –Turan” ve “Panislamizm”i kıran M. Kemal Atatürk oldu.
- Emperyalist devletlerin yayılmacı emellerine alet olmayan Bağımsız Türk kimliğini ve ulus devlet fikriyatını ırkçı-yayılmacı Turan düşüncesinden net bir şekilde ayrıştırdı:
- Farklı etnik ve din yapıları kapsayan Osmanlı kimliğinin yerine “zaman-mekana” uygun toprak-vatan temelli “Türk kimliği”ni koydu. Böylelikle etnik ve yayılmacı Türk milliyetçiliği ile toprak-vatan bütünselliğine dayalı milliyetçiği ayrıştırdı. Ulus bilincini doğru bir zemine oturttu. Bu aynı zamanda tabi iç dinamiklerin bağımsız iç dinamik haline getirilmesiydi.
- ABD Başkanı Wilson’un ilan ettiği “Wilson ilkeleri”nde yer alan “etnik ulus ve etnik milliyetçik” ve emperyalizme bağımlı ulus devlet –ulusların kaderlerini tayini- anlayışının ilerisine geçti. Tüm sömürge halklarına, bağımsız ulus devletin, bağımsızlık savaşı ve ertesinde yapılacak toplumsal devrimlerle olacağını gösterdi.
- Kemal Atatürk, Sultan Halife’nin Hilafet bayrağı altında Müslüman milletleri birleştirme, “Panislamizm” düşüncesine büyük darbe vurdu. Din-Devlet ilişkilerini yerli yerine oturtan “Laiklik anlayışıyla” Hilafeti kaldırdı. Laik Cumhuriyet ilanıyla da“İslam Birliği fikriyatını” etkin ve cazip olmaktan çıkarttı.
İkinci dünya savaşı sonrasında, ortaya iki büyük güç çıktı. Bunlar ABD ve SSCB idi. Avrupa’nın merkez kapitalist ülkeler-sömürgeler bütünselliği bu iki gücün kapışma alanı haline geldi. Türkiye Cumhuriyeti bu çatışmada ABD’nin yanında yer aldı. ABD Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirmek üzere, Almanya’nın Osmanlı devleti için oluşturduğu Weltpolitik’i, “zaman-mekana” uyarlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirmede kullandı. ABD hem komünist Rusya’yı destabilize etmek, zayıflatmak hem başka ülkelerde gelişen komünizmin önünü kesmek amacıyla ırkçı milliyetçiliği ve dini teşvik etti. Bu doğrultuda ülkemizde ki ırkçı milliyetçiliğe ve İslami düşünceye, akımlara destek verdi. “Pantürkizm ve Panislamizm” düşüncesi bu kez ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden hortlatıldı.
- Türk Birliği fikriyatını savunan ırkçı Türkçüler “Turan bayrağı altında” bir araya geldiler. Soğuk savaş ortamında, ülke içinde anti-komünizmin ve SSCB bünyesinde bulunan“esir Türkleri kurtarmak ve Turan’ı kurtarmanın” bayraktarlığını yaptılar. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi altında partileştiler. Ancak bu uzun sürmedi. MHP olarak devam eden bu siyasi yapı, 1969 Adana kurultayında içindeki laik Türkçüleri tasfiye etti. “Tanrı Türk’ü Korusun” sloganının yerini “Kanımız aksa da zafer İslamın” sloganı aldı. 1970’li yılların MHP’nin “Türk-İslamcı ülkücü hareketi” ABD’nin başını çektiği “Küreselleşme- neo liberal Yeni Dünya Düzeni”ne entegre oldu. SSCB’nin çöküp dağıldığı ve Türk Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazandığı bu konjonktürde MHP “Orta Asya Türkleri-Turan” idealini tam anlamıyla terk etti. “Allahu Ekber- Tekbir” sloganları eşliğinde, yüzünü Orta Asya’dan Ortadoğu’ya çevirdi.
- Din yumuşak bir şekilde politik arenaya dahil edildi. Siyasette ve toplumda yeniden canlandırılan İslamcılığı Necmettin Erbakan, “Milli Görüş” ve Milli Nizam partisi bünyesinde bir araya getirdi. “İslam Birliği” uzun bir aradan sonra siyaset sahnesinde yeniden yerini aldı. Ancak asıl gelişmesi ve yükselişi ulus üstü tekelci emperyalizm ve onun “küreselleşme ve neoliberal politikaları” döneminde oldu. “Siyasal İslam” önce Erbakan’ın Refah Partisiyle, ardından da Erdoğan’ın AKP’si ile iktidara ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti de ABD emperyalizmin “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi”nin“sıçrama tahtası” oldu.
Zaman-Mekan; coğrafi bir alanı değil, tarihsel zaman diliminde; insanın ve toplumun üzerinde yaşadığı topraklar, eco-sistem, üretim faaliyeti, toplumsal yapı, mülkiyet, kır-şehir bütünselliği, diğer topluluklarla kurduğu ilişkiler, konuşma ve yazı dili, inancı, tarihsel geçmişi, mimarisi, kültürü, örf ve adetleri, devlet yapısı, hegemon- siyasi erk ilişkisi ve bunun elinde tutuğu şiddet dahil hepsine ait düşünce ve pratiklerini kapsar.
Devam edecek: Weltpolitik- Anadolu Ortodoksları ve Ermeni Tehciri
[1]Alman İmparatorluğu’nun Türk Dünyasına Yönelik Propaganda Faaliyetleri: Arkeolog Max Freiherrvon Oppenheim ve Doğu Haber Ajansı”,Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Sarıtaş, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (2019). bilig – Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi 91: 113-135. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/836142
Kategoriler
Son Makaleler
-
Teknohibrit Harbi Bertaraf İçin Çözüm Yolu- Orhan Karakuş
-
Kültürel Devrim Halkasının Felsefi Dili Deruni Türkçe’nin Sentetik Gücü – Orhan Karakuş
-
Bağımsızlık – Saffet Bilen
-
Bilgeler Meclisi ve Ulu Hakanlık Divanı (BİMUHAD) – Orhan Karakuş
-
Ya Cehennem Ya da Sulh ve Huzur 2 – Orhan Karakuş
-
Ucu Yanık Mektup Değerlendirmesi -Fahrettin Önder
-
Osmanlı’nın Yarı-sömürgeleşmesi, Günümüz ve Çözüm- Saffet Bilen
-
ARAFTAYIZ…1 – Orhan Karakuş
-
2024 Yerel Seçimlerinin İrdelenmesi… – Orhan Karakuş
-
Cennet – Saffet Bilen