“Yaşam Tarzımız Tartışılabilir Değil” Baba Bush Böyle Söylüyordu -Saffet Bilen
‘Yaşam tarzımız tartışılabilir değil’. Baba Bush böyle söylüyordu, 1992 Rio BM toplantısında. “Amerikan rüyası için birlikte mücadele vereceğiz ve 1492’de Kolomb Amerika’yı keşfettiğinde başlayan Amerikan yaşam tarzını koruyacağız ve muhafaza edeceğiz”. Donald Trump, 4 Temmuz Bağımsızlık Günü töreninde Rushmore Dağı Anıtı’ndaki yaptığı konuşma.
90’larda SSCB’nin dağılması Batıda zafer çığlıkları ile karşılandı. Tarihin sonunun geldiğini bile söyleyenler oldu. Her bitiş, başka bir başlangıç demektir biliyoruz. Çöken liberalizmdi aslında.
Liberalizmin yüzündeki sorunları biz çözeriz maskesi de düştü. Hiçbir soruna çözüm getirmediği, getiremeyeceği de açığa çıktı.
Batı uygarlığını koruma dönemi böyle başladı.
Artık tarihin, tüm insanların eşitlik ve refah içinde yaşayabileceği ortak bir ufka doğru ilerlemeyi sürdüreceği savı ile yürümek gereksizdi.
Liberallerin önemli bir kısmı, biriken iklimsel ve çevre sorunları sonucunda, yerkürede kendilerine ve geriye kalan insanlara yetecek kadar yerin kalmadığını düşünmeye başladılar.
1980’li yıllardan beri, yönetmektense dünyanın dışında kendilerine sığınak bulmak istediklerini biliyoruz.
Adına küreselleşme denilen, kuralsızlaştırma süreci böyle gündeme geldi. Yeni düzenin temel aracıydı, kuralsızlaştırma.
Kimlik politikaları ve atomizasyon böyle gündeme geldi.
Batı yaşam tarzı korunmalı, diğerlerinin bir önemi yok demekti bu.
ABD’de varlığını artık herkesin bildiği iki eğilimden başat olanı küreselleşmeciler ile ABD’yi yüksek duvarlarla çevrili güvenli bir adaya çevirmeye çalışan diğer eğilimin ortaya çıkışı, sorunun daha büyük olduğunu ve olanakların da kısıtlılığını gösteriyor.
Dünyanın Batı dışında kalanları için anlaşılması gereken şey;
Artık Batının dünyanın geride kalanlarını da kapsayan bir ideali olmadığıdır.
Kapitalizmi geçilmesi gereken zorunlu bir aşama olarak gören Muhalifler açısından da durum seçenek üretme açısından çok iç açıcı değildir.
Çok değil 174 yıl önce Dünyada olup bitenleri Marks şöyle anlatıyor ve soruyordu:
Tarihte son derece devrimci bir rol oynayan Burjuvazi, kendine benzer bir dünya yaratıyordu.
‘Burjuvazi henüz yüz yılı bulmayan sınıf hakimiyeti süresince daha önceki kuşakların hepsinden daha büyük ve daha görkemli üretici güçler yarattı. Doğa güçlerine boyun eğdirilmesi, makineler, kimyanın sanayi ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları, elektrikli telgraflar, koskoca kıtaların tarıma, nehirlerin gemiciliğe elverişli kılınması, mantar gibi biten dev nüfuslar -daha önceki yüzyıllarda, toplumsal emeğin bağrında bu üretici güçlerin yattığına ilişkin bir önsezi olsun var mıydı acaba?’
Muhalifler bile hayrandı Burjuvazinin yarattığı Dünyaya. Tarih ileriye doğru akıyordu. Güzel günler yakındı.
90’lı yıllar Burjuva dünyaya en geçerli alternatifin, Reel sosyalizmlerin yy geçmeden çöküşü yaşandı. Halklar sefil oldu. Bu çöküşün önemli bir boyutunun da ekosistemlerini de yıktıklarını öğrendik kısa süre sonra.
Ama esas sarsıntı yaratılan Burjuva dünyada idi. Batı, Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yaratacağı, yarattığı sorunları 80’lerin başında hissetmeye başladı. Doğal refleksleri gereği tıpkı 500 yıl öncesinin seçeneğine yöneldiler. Sorunları yöneterek çözmek yerine, dışarıya havale etmeye. Dünya dışı gezegen arayışı hız kazandı.
Çok geçmeden 1989 yılında, Kuzey-batı Avrupa’nın, dünyanın geri kalanını yıkarak ve öteki halkları sefalete sokarak kendi cennetlerini yaratma çizgisinin ve eylemliliğinin sonuna gelindiği gözle görülür hale geldi. 1989 yılında, Paris’te, Londra’da ve Amsterdam’da, gezegenin küresel sorunlarıyla ilgili ilk konferansların yapılması, hem kapitalizmin hem de sınırsız fethe ve doğaya bütünüyle hakim olmaya ilişkin boş umutların sonunu simgeliyordu.
Kapitalizm temelli yaşam ve onun muhalif seçeneği, İnsanın insanı sömürüşünü, insanın doğayı sömürüşüne çevirmek peşindeydiler. Mantık aynı, kurgu aynı idi.
1989 veya 90 Kapitalizm ve seçeneğinin her ikisini de sürekli çoğaltmaktan başka bir şey yapmadıklarının açığa çıktığı yıl oldu.
Ne oluyor?
19 yy Burjuvazinin dünya egemenliğini kurduğu ve buna dayalı olarak her alanda ilerlemenin, yayılmanın gerçekleştiği yy dır.
20 yy da da devam eden bu eğilim, 90’lı yy da başka bir renge döndü.
SSCB’nin çöküşüyle, liberalizmin onu tüm kötülüklerin kaynağı olarak gösterip, kendini gizleyebildiği ortamda ortadan kalktı.
Hiçbir soruna çözüm getirmedikleri, getiremeyecekleri açığa çıktı.
Yayılma döneminin bittiğinin de ilanıydı bu gelişme.
Burjuvazi için kurduğu yaşamı koruma dönemiydi.
Gecikmeden de bunu açıkça ilan ettiler.
Burjuvazinin bu dönemde ilerlemeci teorilere ihtiyacı yoktu.
İlerlemecilik, yayılma demektir.
Dönemin düşünsel yaklaşımı muhafazakarlık, korumacılıktır onlar için.
Adı Küreselleşme olan sürecin ana karakteri korumacılıktır.
Tüm Batı uygarlığının korunmasıdır ana görev.
Tüm dünya bu yeni duruma uygun yeniden dizayn edilmeliydi.
Dünyanın burjuva sınırları dışında kalan çoğunluğu ise, işe yaradıkları ölçüde bir öneme sahiptirler.
Önlerine çıkanlar ise ortadan kaldırılmalıdır.
Yeni düzeni kuracak ana yöntem ise kimlikçiliktir. Kuralsızlaştırmadır.
90’lı yıllardan bu yana adım adım gelişen olaylar birden başka bir renge bürünmeye başladı, son on yılda.
Tüm dünyada ulusalcılık ortadan kaldırılmaya çalışılırken, ana merkezlerde ortaya çıkıverdi ulusalcı söylem.
Trump, ardından Brexit’le gösterdi kendini ilk.
İsveç şimdi İtalya ile devam ediyor.
Kendi topraklarındaki sorunların önemli olduğu, topraklar dışındaki hiçbir davaya bir daha yardım etmeyecekleri fikrindeler.
Göç her şekilde önlenmesi gereken bir bela olarak görülüyor. Kimlikçilik ve kuralsızlaştırmaya karşı ‘gelenekselciler.
Ama bir yandan her yere aynı aşırı hoyratlıkla müdahale etmekten vazgeçmişte değiller.
NATO’cu ve Rusya karşıtıdırlar.
Faşizmin ortaya çıktığı dönem ile kıyaslanıyor bu gelişme. O dönem birçok açıdan farklı bir dönemdi. Liberal dünyanın yayılma ve liderlik hesaplarına hayır diyen Avrupa ülkelerinde ortaya çıktı faşizm, tarihseldir.
Bugün ki gelişmelerle benzerlikler bulunabilir, ama eğilimin ana merkezi ABD ve İngiltere’de. Liberal dünya başı çekiyor bu konuda.
Şu söylenmeli mutlaka altı çizilerek;
Dünya çoğunluğu için değişen pek bir şey yok, her iki eğilim açısından.
Sıkıntının ana sebebi de doğanın kapitalist yaşam tarzına dayanamıyor oluşu.
İklim değişiyor hızla ve koşulların olumsuzlaşması kurulu düzeni tehdit ediyor.
Yetmiyor artık dünya bu yaşam tarzına.
İnsan çoğunluğu açısından durum;
Uygar dünya tüm anormalliklerine rağmen bir insan ilişki türüdür.
Uygar dünya varoluşunu toplumsal artı değere el koyma üzerine kuruyor.
El koyuş yöntemleri zaman içinde değişmiş. Bunlarda önemli ama günün konusu bunlar değil bence. Muhalif hareketler tarafından el koyma işlemi ve uygulanan zor haklı bir şekilde eleştirilse ve itiraz edilse de, bu da değil konu.
Konu ilişkinin karşılıklı bir ilişki olması, insana dair olması tüm anormalliğine rağmen.
İnsan yaşamı en başından itibaren toplumsal bir yaşamdır. Bir insan ilişkileri ağıdır.
Yakın zamanlara kadar tüm topluluk bireylerini, hatta canlı cansız tüm doğayı da gözeten bir ağ idi bu ilişkiler.
Uygarlık dönemi ise yöneten ve yönetilen ayrımına tabidir. Ama yine de tüm insanlığı kapsayan bir ilişki türüdür. Yöneten de yönetilen de bir bütünün parçalarıdır.
Gelmekte olanın ise pek bu tür bir ilişkiye ihtiyaç duymayacağını, bugünden açıklamaya başlaması pek hayra alamet değil. İnsan nüfusunun %99’unun gereksizler olarak niteleneceğinin konuşulur olması gösteriyor bunu bize.
İktidar ilişkisi birkaç alanda birden kuruluyor bilindiği gibi.
Karın doyurma faaliyeti başta olmak üzere, tüm insan ihtiyaçlarının karşılanması ve bir artı oluşturma temelli ekonomik faaliyet birinci alan.
İktidarın şiddete dayalı kurulum, yaşama veya sona erdirme işlemi, askeri olanı ikinci alan.
Meşruiyet sağlama işinin sağlanması, bilgisel olanı üçüncü alan.
Coğrafya temelli çeşitli biçimler ortaya çıkmış.
Üretime dayalı olanı da var.
Silahlı güce dayananı, bilgiye dayananı da.
Ama hepsi var uzun süreli yaşayanlarında ve hepsi karşılıklı bir insan ilişkisi.
Zorunlu çalışma, artı değer oluşumu ve buna el koyuş, toplumun üstünde başka bir dünya kurulumunun ise temeli.
Gelmekte olan bu işi yemeyen, içmeyen yorulmayan, eskiyen, deforme olan parçaların değişimi, rektifiye işleminden başka bir şey istemeyen robotlarla kotarma peşinde.
İktidar ilişkilerinin toplumun çoğunluğuna en yabancı olanı, birikim sürecinin ortaya çıkardığı en yapay ürüne dayalı işlem yapan finansçılardır.
Üretim faaliyeti zorunlu da olsa insanlara ihtiyaç duyar.
Askeri faaliyet ona keza. Asker yoksa Generalde yoktur.
Bilim içinde geçerlidir bu ilişki. İlişkide olduğu alan diğerlerinden daha geniştir.
Finansçılar içinse oldukça sınırlıdır bu ilişki. Kredi ya da borç verilebilecek insan kesimi oldukça sınırlıdır.
Finansın tüm egemenlik araçlarının en üstüne çıktığı bir dönemde gündeme geliyor değişim.
Verili sistem kökten değişmek üzere.
Ve tüm insanlığı kapsamayacak.
Son 10 bin yılda verili sistemin kuruluşu insana ihtiyaç duyar, egemen cennetinin devamı için zorunludur bu ilişki türü.
Çıkarları bunu gerektirmiştir.
Zorunlu çalışma bu ihtiyacın sonucu gündeme geldi, biliniyor.
Gelmekte olanda ise böyle bir zorunluluk yok. İnsan çoğunluğunun çalışmasına ihtiyaç kalmayacak yakın zamanda.
Ama başka zorunluluklar, iklimsel ve çevresel zorunluluklar var ve bunlar yön vermeye başladı sürece.
İzlenen yaşam anlayışının devamı için 2 dünya gerekiyor şimdiden.
Hızla artan nüfustan kurtulmak akla gelen çözümlerden biri.
Değişik fikirler ve öneriler var.
Doğum kontrolünün yaygınlaştırılması bir öneri.
‘Gereksizler’ sınıfı diye bir tanımlamanın ortaya çıkmış oluşu ise başka bir çözümün. Gereksiz olanın yaşam da bir anlamı olmaz biliniyor.
Başka bir gezegen arama fikirleri de var. Ama yüzlerce, binlerce yıl istiyor bu projeler.
Akla paylaşmak ve özgür bir yaşam kurulması gelmiyor. Bırakın akla gelmeyi, günün en banal fikirlerinden biri bu öneri çoğunluk kalem ve fikir erbabı için. Paylaşım ve özgürlük fikrinin geçmiş taraftarları için bile Kaf dağının ardında artık bu talep.
Sorun çözmede en kolayı bulup çıkarma ustası insan sizce hangi seçeneğe yönelir?
Sorusu en kritik sorudur.
Sonuç olarak;
Uygar dönem iklim değişim sürecinin yarattığı bir dönemdi.
Buzulların erimesi sonucunda oluştu, tarih denilen olayların bütünü.
Yaşam tarzları bu dönemde oluştu.
Küresel iklim değişikliği tarihsel mekanları da yarattı.
Mekan toprak demektir.
Kimisi için yurt, kimisi için yağmalanacak alan oldu.
Bu işi gerçekleştiren özne ise sürekli değişti.
Ama şu söylenebilir rahatlıkla. Buzul dönemi insanlarının buzul ortamlarında ya da periferisinde yaşayanlarca gerçekleşti her şey.
Merkez güneyden kuzeye kaydı. Önceki dönemde Afrika, Hindistan, Güneydoğu Asya, Güney Amerika öndeydi.
Yeni dönem de merkez neresi olacak, nasıl bir yaşam tarzı, kimlerle soruları yeniden belirlenecek?
Bu soruların cevapları;
İklim değişikliği tarafından belirlenecek.
Özetle,
Yeniden bir iklim değişikliğinden söz ediliyor epey zamandır.
Oldukça ürkütücü boyutta değişikliklerden söz ediliyor.
Yeni döneme rengini vermeye başlayan, verecek olan ana sorun İklim değişikliğidir.
Tüm hazırlığı buna göre yapmalı.
Saffet Bilen, 15 Ekim 2022
Kategoriler
Son Makaleler
-
YIKIM ve KIRIMDAN NASIL ÇIKILACAK?
-
Teknohibrit Harbi Bertaraf İçin Çözüm Yolu- Orhan Karakuş
-
Kültürel Devrim Halkasının Felsefi Dili Deruni Türkçe’nin Sentetik Gücü – Orhan Karakuş
-
Bağımsızlık – Saffet Bilen
-
Bilgeler Meclisi ve Ulu Hakanlık Divanı (BİMUHAD) – Orhan Karakuş
-
Ya Cehennem Ya da Sulh ve Huzur 2 – Orhan Karakuş
-
Ucu Yanık Mektup Değerlendirmesi -Fahrettin Önder
-
Osmanlı’nın Yarı-sömürgeleşmesi, Günümüz ve Çözüm- Saffet Bilen
-
ARAFTAYIZ…1 – Orhan Karakuş
-
2024 Yerel Seçimlerinin İrdelenmesi… – Orhan Karakuş